0
Yorum
11
Beğeni
3,7
Puan
219
Okunma
C – MEKANIN BİLİNCİ: YERLE KURULAN ONTOLOJİK BAĞ
I. MEKAN NEDİR, SADECE BOŞLUK MU?
Mekan, genellikle bir koordinatlar dizisi, fiziksel bir yüzey ya da bir yer olarak tanımlanır. Ama bu tanım, mekanın yalnızca geometrik boyutunu kapsar. Peki ya mekan, sadece nesnelerin içinde bulunduğu bir konteyner değilse?
Ya da şöyle soralım:
Mekan, sadece içinde bulunduğumuz bir alan mı, yoksa bizimle birlikte anlam kazanan, yaşayan bir varlık mı?
İnsanın bir yere "ait hissetmesi", o yeri mekan olmaktan çıkarır; onu anlam yüklü bir varoluş alanına dönüştürür.
Mekan bu anlamda, salt fiziksel bir zemin değil, deneyimin, hafızanın ve kimliğin dokunduğu bir örgüdür.
Modern şehir planları, mimari tasarımlar ya da soyut coğrafi haritalar, mekanı yalnızca bir navigasyon verisi gibi ele alır.
Oysa mekan, yalnızca ölçülen değil, aynı zamanda hissedilen, hatırlanan ve anlamlandırılan bir düzlemdir.
II. ONTOLOJİK MEKAN
Her varlık, bir yere yerleşir. Yerleşmek, sadece konum almak değil; aynı zamanda varlığını bir yerde açmak, zamanla mekan arasında bir bağ kurmak anlamına gelir.
İnsan, mekanla ilişki kurdukça kimlik kazanır. Bir şehri yalnızca yolları ve binalarıyla değil; içinden geçen çocukluk anıları, ilk bakışmalar, kayboluşlar, sesler ve kokularla hatırlarız. Yani mekan, varoluşun taşıyıcısıdır. Mekan varoluşun yerdeki izidir.
Heidegger, “İnsan, varlığı dünyaya yerleşerek deneyimler” derken, mekanın bu derin ontolojik yönüne işaret eder.
Ona göre “insan olmak, ‘orada’ olmaktır” Yani bir mekanın içinde, zamanın akışıyla kök salmaktır.
Bu yüzden:
Bir mezar taşı sadece taş değil, yerin hafızasıdır.
Bir ev yalnızca yapı değil, varoluşun biçimlenme alanıdır.
Bir şehir sadece sokaklar değil, belleğin çok katmanlı dokusudur.
III. MEKAN VE HAFIZA: BİRİNİ SİLERSEN DİĞERİ DE YOK OLUR
Hafıza, yalnızca zamana ait değildir. Aynı zamanda yerle de ilgilidir. Bir evi, bir sokağı, bir ülkeyi unutmak; sadece mekanı değil, onunla birlikte kurulan kimliği de yitirmek demektir.
Göç, sürgün, yerinden edilme…
Bu deneyimler yalnızca fiziksel kayıplar değil, aynı zamanda ontolojik sarsıntılardır. Çünkü kişi, yersiz kaldığında kimliğinden de kopmaya başlar.
Tarih boyunca egemen güçler, bir halkı silmek için önce yerini yok etmiştir. Mekanın ortadan kaldırılması, belleğin kazındığı zeminin silinmesidir.
Bu yüzden:
Bir evin yıkılması bazen bir hayatın yıkımıdır.
Bir ağacın kesilmesi, bir çocuğun anılarının da kesilmesidir.
Bir mahallenin yok edilmesi, toplumsal hafızanın haritasını yok etmektir. Mekan, yalnızca dışsal değil, içselleştirilmiş bir varlık alanıdır.
IV. DİJİTALLEŞEN MEKAN: SANAL OLANIN GERÇEKLE YER DEĞİŞTİRMESİ
Günümüzde fiziksel mekanların yerini dijital alanlar almaya başladı. Birçok kişi için "mekan", artık bir ekranın içindedir. Ama bu durum, mekansal bilincin çözülmesine neden olur. Çünkü dijital mekanlar sabit değildir, dokunulamaz, yaşanamaz ve hatırlanamaz biçimde akar.
Bir şehrin sokakları gibi hatıralar barındırmaz. Bir ağacın gölgesi gibi serinletmez. Bir kapının gıcırtısı gibi bizi çocukluğumuza taşımaz. Sanal mekanlar, hızlıdır ama derin değildir. Bağlantı sağlar ama aidiyet kurmaz. Bu da modern bireyin en derin krizlerinden birini doğurur: Yer yitimine uğramış bir bilinç.
V. MEKANA DOKUNAN BENLİK
Bir ormana girdiğinizde daha dikkatli olursunuz. Bir camiye adım attığınızda daha sessiz olursunuz. Bir evin içine girdiğinizde ayakkabılarınızı çıkarırsınız. Bu örnekler bize şunu gösterir: Mekan sadece bizim içinde bulunduğumuz bir alan değil, aynı zamanda bizim üzerimizde etkili olan bir bilinçtir.
Mekan bizi şekillendirir; bedenimizi, sesimizi, düşüncemizi düzenler... Bir hastane odasında farklı hissederiz, bir kütüphanede farklı düşünürüz. Çünkü mekan, yalnızca zemin değil, davranışın da yönlendiricisidir.
VI-YERLE VAR OLMAK, DÜNYADA KÖK SALMAKTIR
Mekan, sadece yer kaplayan bir yapı değil; kimliğimizi, hafızamızı ve varoluşumuzu biçimlendiren bir bilinç düzeyidir.
Modern çağda bu bilincin zayıflaması, insanın köksüzleşmesine yol açmıştır. Ama hala bir taşın, bir sokağın, bir pencerenin, bir dağın içinde kendimizi yeniden bulma ihtimalimiz vardır. Çünkü yer, sadece dışımızda değil; içimizde de vardır.
Ve mekanla kurulan bağ, bir varlığın dünyada “yer edinme” biçimidir.
Yerini bulan insan, kendini de bulur.
5.0
67% (2)
1.0
33% (1)