3
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
313
Okunma

______
Her mahallenin bir gölgesi olur. Birinin çınar altı olur, birinin cami avlusu… Bizim gölgemiz Süleyman Dedemdi. Gökyüzü yere inse, onun avuçlarında yer bulurdu. Bir yanı babaydı, bir yanı çocuk; en çok da dua kokardı sesi.
Ama en başında... O da bir çocuktu. Kalbi, henüz anne kucağında öğrenmişti kırılmayı. Babasını kaybettiğinde küçücükmüş. Bir yetimlik sızıvermiş yüreğine, ama o sızıyı hiç kimseye taşırmamış. Onu alan yokluk, içinden şefkat çıkarmış.
Koca ömründe en çok babamı sevdi. Elbette her çocuğunu, her torununu ayrı ayrı severdi ama babama olan sevgisi... O bambaşkaydı. Kırk yıl anlatılsa bitmezdi, ama bir bakışı anlatmaya yeterdi.
Babam doğuştan kalp kapağı bozukluğu ile doğmuştu. Doktorlar sık sık “Dikkat edin, zamanı gelecek,” derdi. Süleyman Dedem bunu bilirdi. Daha çocukken öğrenmişti gözünün bebeğinin korunması gerektiğini. Babam her nefessiz kaldığında, dedemin yüreği mezarlık gibi sessizleşirdi.
“Köy Enstitüsü’ne gönderelim,” dediklerinde başını öne eğip, “Benim gözümün önünde olsun, uzağa yollamam,” demişti. Onu bir terziye, Ermeni ustası Terzi Artin’in yanına çırak verdi. Bu bir meslek devri değil, bir yürek saklamasıydı. Her iğne saplamasında bir “Çok şükür” vardı dedemin.
Babam sabrı, teraziyi, doğru ölçmeyi o dizin dibinde öğrendi. Sonra da mahallenin erkek terazisi oldu. Hak yemedi, kimseyi yarı yolda bırakmadı. O terazinin kefesinde dedemin duası vardı.
Sonra annem geldi. On beşinde küçücük bir gelin. Dedem bir kız çocuğu gibi sevdi onu. Huyu huyuna, suyu suyuna karıştı. Yiğit yüreğiyle onun da babası oldu.
Evimiz sevginin sobasında pişerdi. Taş duvarlar bile gül kokardı. Dedem, bahanem; babam, annem, kardeşlerim… Aynı sofrada yürek yiyen insanlardık. O evin en güçlü direği Süleyman Dede’mdi ama hiç “ben” demezdi. Cümlelerinde hep “biz” vardı:
“Biz doyarız.”
“Biz çözeriz.”
“Biz geçeriz.”
Çünkü o bir dağdı. Yalnız çıkılır ama gölgesinde hep birileri taşınırdı.
Ve sonra babam daha sık hastalanmaya başladı. Bir gün doktorlar, “Kalp kapağı değişmeli,” dediler. Zor bir ameliyattı ve Türkiye’de yapılamıyordu. Babam birkaç gün sustu, sonra kalkıp herkese mektup yazdı. İngiltere’de bir doktor… bir umut… bir tanıdık...
Herkes elini taşın altına koydu. Babam gitti. Umuda gitti.
Dedem, peşinden bakmadı. “Yolunu engellemeyeyim,” dedi. Ama gözleri, günlerce kapının kilidinden ayrılmadı.
Biz uyurken dedem dua ederdi. Ama sessiz değil, hıçkıra hıçkıra:
“Allah’ım, oğlum dönsün... Diyeti canım olsun.”
“Gözüm onu görsün. Dönsün de ömrüm yarım kalsın.”
Ve döndü.
Babam sağ salim geldi.
Biz koşarak sarıldık.
Dedem diz çöktü.
O yüce dağ, şükür secdesine kapandı.
Ama sonra... sustu.
Babam her gün biraz daha iyileşti.
Dedemin gözleri onun yüzünde kaldı.
Ve bir anneler günü...
Baba yurdu köyünde, o dağın çocuk kalbi...
Kaldıramadı yaşadıklarını.
Yüzünü güneşe döndü.
Sonra…
Yıkıldı koca dağım.
Babam dönsün diye kendini adadığı Rabbine yürüdü.
_____
Bazen birinin hayatı için dua ederken kendi ömrümüzden feragat ederiz. Ama bil ki; sevgiyle verilen hiçbir şey eksiltmez. Dağ gibi bir kalpten taşan merhamet, nesiller boyu gölgelik olur.
Süleyman Dedem’in anısına saygı ve özlemle...
Peri Feride ÖZBİLGE
23.05.2025