5
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
355
Okunma

Kardeşi doğduğunda köy meydanında davul çalındı.
Evin önünde kurban kesildi, pirinçler dağıtıldı.
O doğduğunda yalnızca annesi ağladı.
Bir kaybedişin sessizliğiydi o gözyaşı.
Çünkü üçüncü kızdı,
ve köyde üçüncü kıza artık hayal kurmak bile haramdı.
Annesi bir mendilin içinde sakladı umudunu.
Kaynanası, “Bari sağlam doğmuş mu?” dedi.
Babası ise gözüne bile bakmadan geçip gitti:
— “Kız işte... ne olacak.”
İsmi konulmadı.
Kimse “hoş geldin” demedi.
Nüfus cüzdanı çıkmadı.
İlk sözcükleri bile evde yankılanmadı.
Sanki sesi yoktu,
ya da sesi sadece sofrayı kurarken, evi süpürürken duyulurdu.
Adı yoktu. Ya da vardı da, evde kimse söylemezdi. Onun adı sadece “kız”dı.
Sabahları erkek kardeşinden önce uyanır, sobayı yakar, çayın altını koyar, ekmeği dilimleyip masaya dizerdi. Kardeşi okula giderken, o tabakları toplardı.
Beş yaşına geldiğinde çamaşır yıkamayı,
sekizinde tencereyi,
dokuzunda susmayı öğrendi.
Bir gün kitapla geldi kardeşi. Kapağında “Hayvan Çiftliği” yazıyordu.
O, kitabın sayfalarına elini sürerken babası görmüştü.
“Ne yapıyorsun sen? Kitap mı okuyorsun? Güldürme beni kızım, sen kızsın.” demişti.
Ve kitap, o gece sobada yanmıştı.
Ama o yanmamıştı
O gece yıldızlara bakarken içinden bir dua etti:
“Allah’ım, bir gün ismimle çağrılmak istiyorum.”
Gece herkes uyuduğunda, komşunun çöp tenekesine gizlice kitap aramaya çıktı.
İlk defa orada “Çalıkuşu”nu buldu.
Kitabın yarısı eksikti ama Feride’yi tanımıştı artık.
Ve o gece bir karar verdi:
"Babamın bana biçtiği hayatı değil, Feride’nin yolunu seçeceğim."
O büyüdü.
Çeyiz sandığı büyüdü.
İçinde biriktirdiği yalnızlıklar büyüdü.
Kimse onun neye ağladığını, neye güldüğünü bilmedi.
Ama her gece yastığının altında bir defter sakladı:
İçine küçük cümleler, büyük sessizlikler yazdı.
Bir gün annesi buldu defteri.
Yırtmadı.
Ağladı.
“Senin hayalin olmuş be kızım...” dedi.
Okula gizli gizli gitti. Ablası hasta bahanesiyle izin kağıtlarını imzaladı.
Bir öğretmeni vardı: Melahat Hanım. O sessiz kızın gözlerindeki ışıltıyı fark etti.
“Okuyacaksın” dedi, “ama önce hayatta kalacaksın.”
Ve saklı saklı harçlık verdi. Kalem aldı, kitap buldu.
Kız, sabahları ev işlerini yapıp okula koşar, akşamları yine sessizce eve dönerdi.
Kardeşiyle çalışır, sonra kendi defterini açardı.
Annesi biliyordu, ama hiçbir şey söylemiyordu.
Bir gün kızının yazdığı bir şiiri buldu yastığın altında:
"Kız olmak değil, susmak ayıp
Ben sustukça, yok oluyor ayım."
Ve o gün annesi, ilk defa kızının saçlarını taradı,
“Yarına sakla gözyaşını, bugünü yaz.” dedi.
Yıllar geçti. Lise diplomasını evde kimse görmedi.
Üniversite sınavını kazandığında ise babası hastaydı.
Kız yollara düşmeden önce, babasının elini öptü.
“Ben artık kız değilim baba, öğretmenim ben.”
Ve babası ilk defa ağladı.
“Ben seni susturmakla değil, geç kalmakla cezalandırmışım.” dedi.
Yirmi sekizinde gizlice sınava girdi.
Otobüse ilk kez tek başına bindiğinde elleri terledi ama düşmedi.
İşte o kız şimdi bir köy okulunda öğretmen.
Adı hâlâ bilinmiyor belki ama her öğrencinin gözünde bir ışıltı onunla başlıyor.
Sınıfa ilk kez "Hocam" diye girerken,
geçmişi de sınıfa girmişti onunla.
Susturulmuş kızları gördü her sırada.
Ve her sabah onlara tek bir cümleyle başladı:
“Adınızı siz koyun. Çünkü siz varsınız.”
Adı yoktu ama şimdi her sınıfta onun sesi var.
Her susturulan kız çocuğuna bir pencere açıyor.
Çünkü o biliyor:
Adın yoksa, sesin olur.
Sesin yoksa, kalemin...
Kalemin yoksa, direnmen olur.
Ve direnmek bazen, bir çocuğun kalbinde filizlenir.
Sonra kendi kitabını yazdı.
“Adı Olmayanların Hikâyesi”
Tüm kız çocuklarına ithaf etti.
Ve bir gün, yıllar sonra babası onun adını söyledi.
İlk kez.
Sert bir sessizlikle:
“Benim kızım öğretmen olmuş...”
O ise kendi adını, kalbinin en üst rafına astı.
Ve şöyle dedi:
“Ben artık sadece bir kız değilim.
Ben hikâyeyim.
Ben sesim.
Ben varım.”
Peri Feride ÖZBİLGE
30.04.2025