5
Yorum
23
Beğeni
0,0
Puan
533
Okunma

...
Adı Zühre.
Gözleri gökyüzü rengiydi ama içine hep yağmur düşerdi.
Yağmurda doğmuştu zaten.
Yozgat’ın kenar köylerinden birinde, babası demiryolunda işçiydi.
O istasyon, onun ilk adımıydı hayata.
Çocukken rayların üzerine serdiği çiçekleri, gelen trenler ezmesin diye dua ederdi.
Sonra bir gün, trenden biri indi.
Taze tütün kokan bir yabancı.
Kulağında sürekli bir ıslık, gözlerinde uzun yolculuklar.
Adı Yusuf’tu.
İlk konuşmaları bile olmadı.
Ama bir sabah Yusuf, istasyonun duvarına kurşun kalemle tek cümle yazdı:
“Kırmızı çiçekler ezilmesin diye dua eden kıza, bir trenin içinden selam…”
Zühre o yazıyı her gün okudu.
Ve bir gün kalemi eline aldı.
İlk mektubunu o duvara kazıdı.
Ondan sonra yazdıkları, istasyonun tarihini değiştirdi.
Trenler geçti, makinistler okudu, yolcular ağladı, bazıları cevap bile yazdı.
Ama Yusuf hiç geri dönmedi.
Zühre beklemeyi seçti.
Aynı istasyonda, aynı bankta.
Mektupları çoğaldı, rüzgarla dağıldı.
Biri karda silindi, biri güneşte yandı.
Ama bir tanesi hâlâ orada:
“Gittiğin günden beri trenler beni değil, seni bekliyor "
...
Zühre’nin saçlarına ilk beyaz Yusuf’tan iki kış sonra düştü.
O kış, trenler hep gecikti.
Bir sabah istasyon memuru ona usulca “Artık burada çalışan kimse kalmadı,” dedi.
Ama Zühre kaldı.
Yanına küçük bir soba, çaydanlık, birkaç battaniye aldı.
Ve yazmaya devam etti.
Duvar artık bir mektup değil, roman gibiydi.
Kimi zaman Yusuf’a kızıyordu:
“Bir selamın bin kışı yakar mı Yusuf?”
Kimi zaman sevgiyle sarılıyordu:
“Gözümle okşadım geçtiğin vagonları, ellerinle uğurladın mı beni?”
Köy halkı artık istasyona “Zühre’nin İstasyonu” diyordu.
Çocuklar korkar, aşıklar gizlice yazılarını oraya bırakır olmuştu.
Zühre bir gün, bir çocuğun bıraktığı kâğıdı okurken ağladı:
“Ben seni görmedim Zühre teyze, ama aşkın okunduğu yerlerde seni duydum.”
Yıllar aktı.
Bir gün, çok uzaklardan bir genç kadın geldi.
Üzerinde yol kokusu, gözlerinde trenler vardı.
İstasyona baktı, duvara yaklaştı, parmaklarını yazıların arasına sürdü.
Ve cebinden bir kâğıt çıkardı.
Titreyerek seslendi:
“Zühre Hanım?”
Zühre başını kaldırdı.
Gözleri hâlâ Yusuf’un inişini arıyordu.
Ama o kadının gözleri tanıdıktı.
Genç kadın ağlayarak mektubu uzattı:
“Babam... Yusuf… Bu mektubu size ulaştırmamı istedi.”
...
“Yusuf’un Mektubu”
“Zühre’m…
Bu satırları yazarken ellerim titriyor. Ne trenler geçti, ne zamanlar...
Ama senin gözlerin kaldı içimde, istasyon gibi: hep bekleyen, hep susan, hep bilen.”
“Sana o gün ’döneceğim’ dedim ya…
Dönemedim Zühre.
Çünkü ben seni sevdiğimde yoksul bir gençtim.
Bavulumda umut, cebimde ise senden başka bir şey yoktu.”
“İlk istasyonda kalbimi kaybettim…
İkinci durakta işimi.
Üçüncüde ise bacağımı.
Bir kazada...
Yusuf artık yürüyemez dediler, ama ben asıl sensiz yürüyemez oldum.”
“Bir mektup yazdım sana…
Ama göndermeye kıyamadım.
Çünkü o istasyonda beni eskisi gibi beklemeyeceğini sandım.
Zühre, seni yarım bir adamla yüzleştirmeye kıyamadım.”
“Yıllar sonra kızım geldi.
Ve ben ona ‘İstasyonun duvarında bir kadın var.
Adı Zühre.
O duvarı oku, anlarsın ne demek sevda.’ dedim.”
“Bu mektubu ona verdim.
Çünkü senin gözlerin hâlâ beni bekliyorsa,
ben hâlâ seninle yaşıyorum Zühre.”
Yusuf
...
"Zühre’nin Cevabı"
O mektubu okuduğumda
zaman çözüldü içimde,
saatler sustu…
İstasyonda,
sadece senin adın çınladı:
"Yusuf."
Ben seni hep bekledim, Yusuf.
Kız çocuklarına örgü örerken,
bilet kontrol eden memura gülümserken,
yüreğim hep raylardaydı.
Çünkü bir trenin
seni getireceğine inandım.
Belki yürüyemezdin,
ama seninle yaşanacak
bir ömrümüz vardı hâlâ.
Mektubu getiren genç kıza baktım uzun uzun…
Saçları sana benziyordu.
Gözleri, ilk vedamızdaki gibi kırgındı.
Anladım ki
sen, benden gitmemişsin aslında…
Sadece yolun kararmış.
"Ben seni eksik değil, tam severdim Yusuf."
Yaralı bacağını değil,
yürüyemeyen sevdasını sarar gibi sarardım.
O mektubu posta kutusuna atmadığın için değil,
kendini bana layık görmediğin için
kırıldım en çok.
Ama şimdi buradayım.
Gül aldım pazardan.
Rayların üstüne serdim tek tek.
Ve istasyonun duvarına
bir cümle daha yazdım senin satırlarının yanına:
“Gelseydi, sarılırdım.
Gelmedi, bekledim.
Ama şimdi o gül kokusu,
hepimizin evi olacak.”
Zühre
...
Gül kokusu hâlâ yayılıyordu istasyona.
Zühre’nin elleri, duvardaki mektuba dokunurken
bir baston sesi duyuldu.
Tıpkı bir ezan gibi
sustu güvercinler…
Rüzgâr bile beklemeye geçti.
Yusuf’tu bu.
Omzunda yıllar,
gözlerinde pişmanlıkla dolu bir ilkbahar…
Zühre dönmedi hemen.
Bir kadın, beklemesini bilen kadındı artık.
Ama gözleri ağladı, dudakları kıpırdamadan:
“Geldin mi Yusuf?”
“Geç de olsa, seni hep içimde taşıyarak geldim Zühre.”
“Ben de hep o treni bekledim Yusuf, ama artık anlıyorum,
raylar değilmiş mesele…
Yürüyemeyen bizmişiz birbirimize.”
Zühre elini uzattı.
Bastonunu yere bıraktı Yusuf.
Artık ihtiyaç duymuyordu.
Bir bank vardı orada.
Genç kız yer vermişti, kendi kalkıp.
Annesini ve babasını
nihayet yan yana görmek istemişti belki de.
Üçü sustular.
Sadece kuşlar öttü.
Tren gelmedi o sabah.
Ama giden zaman döndü.
Ve istasyonun duvarında artık yeni bir cümle vardı:
“Bazı mektuplar yürekle yazılır,
cevabı gözyaşıyla okunur…
Ama kavuşma, sessiz bir sarılıştır:
Rayların unuttuğu yerde.”
Peri Feride ÖZBİLGE
26.04.2025