2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
227
Okunma
Tanış mıyız, sevgili Semazen aşka ırak yollardan kopup gelen söz müyüz rüzgâr mıyız?
Ah, efkârım endamımdır:
Yitik ruhumdaki sırrımdır sıramı savmak adına köşe başında beklediğim o buzdan yokuşun dikinde saklı meramdır Rabbine sevdalı ben sevdalı Mümin’i sevdalandığı dininin muteber yolcusu şafak saydığım karanlığın bekçisi…
Ah, Semazen ben kör bir kurşunum.
Kurşuni yalnızlığımda seken…
Ah, minvalimde aşkın yoklukla cebelleştiği bir rüzgârım kâfirin içini üşüten sevdalısıyım yerin göğün ırak kaldığım kadar mutluluktan minyon bir yürektir bendeki gel gör ki devasa bir sevdada tüten de dumanım.
Tüttüğüm doğrudur.
Tükendiğim de.
Türediğim kadar hiçliğin sarmalında…
Tünediğim kadar aşkın şakağında.
Hazzımdır hüzün.
Haiz olduğum sessizliğin tahayyülünde biten bir fidan gibi yoktan var edene sevdalandığım gün ve gecenin nezdinde izini sürdüğüm sonsuzluğun kâh muadili kâh müdavimi aşkla özdeş bir minvalde özlemin dibine vurduğum kadar hasretin çivi çaktığı bir ağacın gövdesindeki damarım.
Damıttığımdır ruhum.
Dama taşı gibi oynattıkları duygularımın Kerbelasından sızan acıyım.
Her ruh uzağıma düşen.
Bindiğim Nuh’un gemisinde için için süzen.
Süzüldüğüm doğrudur ruhumdan.
Üzüldüğüm ayan beyan yandığım kadar çaresizliğin ateşinden.
Azımsanan yüreğim ki kilit vurduğum.
Bir ardıç kuşuna öykünüp de yüreğimden vurulduğum.
Künyemde ismim.
Acının eşiğinde iç sesim.
Açmadan solan bir gülüm mademki.
Adımla müsemma yaşayamadığım kadar…
Hüzün denen sarkaçta bir ileri bir geri salındığım…
Düşlerim katlı ve katıksız.
Düşe kalka yaşadığım kadar yalansız.
Müstesna bir günü ömür bellediğim ve ruhun küfünü sıvazladığım kadar adeta bir kür misali külliyemde sönmeyen yangının dumanında yandığım gözlerimin yaşardığı yaslı semanın esen delişmen rüzgârıyım.
Tutuklusu olduğum değildir artık hayat.
Türediğim hüzündür kat ettiğim yol.
Kat izinde aşkın…
Katmanlarından çoğaldığım kadar yalnızlığım ve telaşım nasıl da muteber.
Göğün rampasından savruldum.
Yetmedi lakin…
Göz gözü görmezken kalp gözümle tavaf ettim evreni.
Misilleme yapan duyguların bam telinde…
Muaf tutulduğum yaşamın lades dediği o içine düştüğüm delikte.
Bir delişmen muallim.
Bir de sırdaşım hafız.
Aşkın künyesinde yazılı ismim yaş aldığım kadar yasımla türeyen şiirlerim elbet muadilim ve bir yasa mahiyetinde tutuşan kalemim yıkılan kale duvarlarım…
Kaile alınmadığım kadar kayboldum.
Kaybettiğim ölçüde kendimi buldum.
Tortusu dünün.
Tökezleyen ruhum.
Tünediğim dalın kökünde saklı iken mealim.
Ben bir meşeyim.
Menşei acıların kordan bir heceyim.
Telaffuz edemediğim ne varsa şiirlerimle açtığım…
Teyakkuzda olduğum kadar da kalemim iken tek sırdaşım.
Tensiye ediyorum sevdiklerimi.
Taziyelerimi sunuyorum kendimin ardından.
Bir kor lehçe ki aşk…
Bir kör hece ki…
Köhne yetilerin solduğu.
Yetim yüreğin yarası iken çürüğe çıkan bir asker gibi…
Ve asker adımlarında yalnızlığın kutsanmış şiirlerin yüreğime batan dikenleri…
Gül çehrem.
Güncem.
Güllük gülistanlık addedilen öncem.
Sakar ruhum.
Semazen yüreğimde saklı sevgim, ey Semazen:
Solumdan kalktığım solumda saklı sırlarım.
Sevinçlerim dünde kalan.
Çağın uzağında ç/ağladığım kadar da aşkın kucağında.
Şarlatan imgeler.
Ruhumdan firar eden gölgeler.
Bir yitimse yaşamak.
Bir yudum suda boğulmak.
Semanın devinimi.
Sarmalında evrenin kürediğim kadar sadık kaldığım yeminlerim.
Yetemediğim cihan.
Yatıya kalan hicran.
Pekişen hasretim kendimden kaçamadığım kendimi kovaladığım kadar layığımı bulamadığım.
Ve işte uçuşan peçem.
Ben bir tütsüyüm yürek yakan.
Ben bir tespihim sahibini arayan.
Ben yalın.
Ben melun.
Ben tutsaklığın hükmünde.
Renklerin sevdasına bandığım kadar aşkı karanlığın hicvinde…
Seyrelen saçlarım.
Seğiren gözlerim.
Aşkın aksi iken şiir ve şiirin bir sonrası iken ölüm.
Ölümsüzlüğün dilemması ve yazmadığım kadar körüm.
Cuntam.
Cüretim.
Cüssem ne ki meylederim sonsuzluğa?
Ve işte çırpı bacaklı kalemimle meşk eylediğim…
Kimse de çok görmesin bunu bana…
Ah…
Ben zemherinin Pamuk Prensesi, annesinin neşesi.
Bensizliğin imgesi iken aşk:
Ruhumdaki o dev/asa sarkaç…
Hele ki: imgelerle yaşadığım aşkın da yok iken ucu bucağı…
Ucunu kaçırdığım hayatım şah damarında saklı bir hücreyim ve şahsıma münhasır hüznümle Allah yolunda süregelen yetim yetilerimle azık bildiğim sevgiden medet uman delişmen rüzgârım.
Çürük bir düşüm vardı öncemde.
Çekilesi ıstırap mı?
Çekincelerimi sapladığım A4 kâğıdın da tam ortası ve hizaladığım gözyaşlarım.
Kuruyan bir ırmak misal.
Ya da gözümden düşen nice insan.
Göz göre göre yaşamak değil üstünkörü sevmek hiç değil:
Layığıyla latife yapan kadere riayet eden.
Her renginde saklı sayısız ton ile…
Tınısında hüznün neşreden soyağacım ve katıksız hezeyanım ve hicranımla hemhal itiş itiş cihandan çok ayrı çok uzak bir minvalde soyutlandığım cihanın nezdinde:
Ve işte ihbar ediyorum kendimi.
Baş göz edemediğim hüznüm.
Başımın üstünde taşıdığım sevdiklerim.
Çocuk aklımla aşkı sorguladığım minnacık boyumla ruhumu tırmaladığım.
Aşkın kelamı yitik iken evimizde.
Bense verdiğim her selamın devamını beklerken yaşadığım kadar içimde yaşattığım mabedimle.
Hörgücüm yok.
Solungacım yok.
Tek bir rengim de.
Alaşağı edilmiş ruhumdan sökün eden sözcüklerin ucu bucağı yok.
Mevsim hüzünle geçerken ve de geçiştirirken beni.
Mevsimden mevsime sektiğim o kaldırımlarda saklı tutulası varsın olayım da bir Kaldırım Serçesi.
Figanım boyumdan büyük.
Fermanım yaz yaz bitiremediğim.
Firakım.
Firarım.
Fidan boylu şiirlerim ve mekânsız zamansız hayallerimle sınır tanımadığım.
Sancılı bir günden arda kalan.
Sanrılı hükümlerin değil baş göz edilmiş nihayetlerin sebebi ile iştigal.
Hünkârım Rabbim ve O’nun hükümranlığında tüm canlıların şerrinden yine Rabbime sığındığımdır tek gerçek ve de değişmeyen mealim…
5.0
100% (5)