13
Yorum
28
Beğeni
0,0
Puan
1188
Okunma


Good morning Aney!
..
Annem dört metrelik yolluğun, kaydırmaz kauçuk tabanını söküp elime veriyor "al bunu lifle sil!" "Anne iki saat bunu silmekle uğraşacağıma çamaşır makinasına atim gitsin işte!" Aramızdaki iş bölüşümü bu...O yerdeki silikon kauçuğu balkonda hortum tutup, sabunla köpürte köpürte foşur foşur fırçalayıp stres atmayı kafasında planlarken, beni de iyice hararetlere boğarak kovadaki bir avuç suyla mucizeler yaratıp; bir lifle de bej renkli halının o göze çarpan yıllanmış lekelerini pırıl pırıl edip, ayna gibi parlatacağımı sanıyor. Halıyı kucağıma alıyorum pamuk gibi yumuşacık...Böyle saatlerce kalabiliriz.
...
Annemin böyle bej renginde, ortasında güzel desenleri olan küçük kare, ince bir halısı vardı, markasını bile unutmadım ’saray’dı, annemle aynı adı, aynı kaderi paylaşan o halıyı çok seviyordum, o halıya hep sarılma ihtiyacı duyuyordum...ne garip değil mi? Bir insan yerdeki bir halıya niye sarılmak istesin ki? Akşam evdeki halılara bakarken, benim pamuk şekerim saray aklıma geldi, hep çekiniyorum anneme söylemeyi "anne o halıyla aramda özel bi bağ var, saray’ı bana verir misin biraz da ben sarılıp hevesimi alim?" Neden çünkü annem gücenir "bu kız bana değil de neden halıya sarılmak istiyor?" diye geçirebilir aklndan. Diyaloglar saçma sapan yerlere sarıp aramızdaki gerginliği tırmandırabilir. Annem "gel sana bir sarılim!" demeyeceğine ve ben de hep o ilk sancılı adımı ondan beklediğime göre...Senede iki kere sarılmayla hasret mi giderilirmiş yahu? İyi ki her sene geliyorum da sarılıyoruz birbirimize, yoksa bi ömür ara ki bulasın ana babayı...’merhaba’yla sarılıp, güle güle ile uğurlanmış olmayı...
Yedi yaş öncesi bende yok zaten silik, hadi onu boşver orası boz bulanık da ama kırk yıldır sarılmanı bekliyorum Saray hanım. Bana sert kabuğunu kırıp o duyguyu hiç yaşatmadığın için, bugün kadifemsi bir halıya sarılmak gibi sapkınca manyak düşüncelerim var böyle...O halıyı nüfusuna mı geçirdin n’aptın? Nesilden nesile sadece kalıtsal arızalı duygular geçmiyor biliyosun, o halı belki de en çok seni hatırlatıyordur bana...Ben istiyorum o halıyı ya, illa söylemem mi gerekiyor, kendin akıl et! Pamuğumu minnoşumu ver bana anne...Say ki, senden bana kalacak yegãne en güzel miras. El emeği, göz nurum o güzelim halıyı attım deme sakın aney!
Halıcımla öyle kala kaldım. Anneme bakıyorum, stresinden gözü kimseyi görmüyor, şaşırdım mı? Hayır! Annem de muhtemelen aynı hamleyi bekliyor bizden. Biz üç kardeş, en küçükleri de ben, evin tekne kazıntısı daha çok yük olmuş omuzlarına anlaşılan. Hani evin küçükleri tabularınızı yıkardı, hani bu küçükleri öpmelere doyamaz hoplatıp zıplatırdınız? Ya siz benim canım abilerim, siz nerelerdeydiniz bugüne kadar? Bu nasıl bir zincirleme kazadır bıra abiler? Anadan babadan çocuklarına miras kalan kazazadeler. Yani yine en iyi siz bilirsiniz tabi ama ortadan ikiye "cıırrttt!" diye de yırtasım yok dersem yalan olur şu prangalarınızı...
...
Amcam yere dizlerinin üstüne çöküp eğilmiş, koltuğun altına düşen bir şeyi kaldırmaya çalışıyor. "Amca!" diyorum "senin evin benim evimden daha temiz!" Amcam çok titiz adamdır, o eğilince gayriihtiyari ben de onunla eğiliyorum. Oturma odasını silme zahmetinden kurtarıp, amcamın işini kolaylaştırma amacını güderek, boydan boya döşenmiş mavi halıfleksin her yerine saçılmış tozu kırıntısı, ıncığı cıncığı belimin iki kat iki büklüm pozisyonunu aldığı o açıdan gözüme bariz biçimde ilişince; az önce üstüne basa basa titizliğini vurgulayıp, kendimle kıyasladığım yorumu da son bi kez daha gözden geçirince, bizim evin halinin yalap şalap, duman olduğunu anlamak hiç de zor değil. Amcam aradağı şeyi buldu mu bilmiyorum ama ben göreceğimi gördüm, anlayacağımı anladım fazlasıyla...Babaannem Hakk’ın rahmetine çoktan kavuşup gitmişti, yattığı yer onu incitmiyordu artık ama amcam yalnızdı. Yalnızlığını göremeyecek kadar, kimseden de saklamayacak kadar yalnız..."Amca!" dedim, "Hatır be to! Ben gidiyorum, kendine iyi davran olur mu!"
Amcamı kendi kümesinde, yalnızlığına yalnızlık katan dertleriyle bırakıp, kendi çöplüğüme geri döndüm. Keşke amcama sarılsaydım, bu adama en son kim sarıldı acaba?
...
Good morning Doktor! Bize ordan biraz morfin sülfat, biraz mianserin, biraz da tolvon lütfen! Saçlarımın üç ay sonra derisinden atacağı morfin, sana da good morning honey!
...
Ali, Jamie’ye "bekleyin ben sizi gideceğiniz yere bırakırım" diyor, kızın da acelesi var seviniyor o öyle deyince...Ali de oyalanınca sözünden cayacak gibi oluyor, "şimdi vazgeçtim desem oturur ağlar yine", "ama söz verdin olmaz Ali, biliyosun hassas kız zaten, burdan kalk şurda otur demeye gelmiyor!" Üstüne aksi gibi "ben de sizinle geleceğim!" diye tutturuyorum, "az bekleyin hele, şu camları kapatıp jaluzileri aşağı çekeyim hemen geliyorum!"
Bu ev kaç katlıymış böyle, kaç tane odası varmış? Ne camı bitti, ne jaluzisi, kapa kapa, çek çek bitmedi. Bi çıktım yukarı, çıkış o çıkış... "Allah!" dedim "Bu kız ne uyuz olmuştur şimdi bana!" Içten içe sinir olmuş o halini, ağlak kızarık gözlerini hayal bile edemiyorum. Almanlar’da da bu huy var işte hiç spontanelik yok! Hep dakik, hep planlı, programlı...Otur ağla o zaman!
...
Ali’ye diyorum ki;
"Çin makarnası yapacağım, söyle Jamie’ye boşuna yemek yapmasın, götürürsün beraber"
"yok anne!" diyor "Jamie bugün ton balığı ile patates atacaktı fırına"
"E tamam hazır şeyler zaten, onları yarın da yapar oğlum! Sen seviyosun Çin makarnasını"
"Yok anne onun planını şimdi bozmayalım!"
"İyi benden günah gitti, siz bilirsiniz!"
Geçenlerde Jamie de bahsetmişti zaten bir haftalık yemek programı yaptığını ve onun dışına çıkmak istemediğini...Ben giderim her gün markete, dolanır dolanır dururum iki saat je bom! (aptal gibi) Kara kara düşünürüm, hatta o kadar çok düşünürüm ki; sanki azı dişlerimle bütün dükkanı bir ısırışta koparıp yutmuşum gibi kursağıma kadar ha gelir burama her şey ve sonunda açlığım da karnını doyurur bi güzel, tezgâhta elden ele gezdirmiş olduğu pestisitli sebze meyvelerle...
...
Yatak odasına gidiyorum, bi bakıyorum astronot kılıklı bir adam balkonda hortlak gibi dikilmiş, sırtındaki tüpe bağlı ince bir hortumla camı suluyor. Abuzer’e seslenip çağırıyorum "Bu kim ya?" diyorum, "napıyor orda?" Hiç istifimi bozmadan gidip jaluziyi aşağıya çekiyorum, adam da tip tip bakıyor ordan "işine bak sen!" diyorum. Kapıyı açıyorum Herr Strom merdiven başında üstteki kadınla aganigi naganigi fingirdeşiyor. Suyla dolu kovayı da ilk basamağa koymuş ben de diyorum merdivenleri silecek adam "oh be! neyse ki sıra ondaymış" diye tam ben sevinecekken öteden bana diyo ki:
-Frau Gül merdivenleri silmeyecek misin?
"Merdiven hâl olur moruk , o kolay da! Bi adam var bizim balkonda asbest mi çıkmış duvarda neyi temizliyor ben anlamadım!"
-Yok hayır, camlar su geçiriyor mu diye onu kontrol ediyor sadece...
"Haa öyle mi? Hiç haberimiz de yok insan önceden bi haber verir, hayalet gibi gelmiş orda ne yaptığı da belli değil!"
-Yok yok! Firma göndermiş korkulacak bi şey yok, tedbir amaçlı, kötü hava şartlarına dayanaklı mı değil mi onu test ediyor.
"Neyse sizin de işiniz bittiyse eğer merdivenleri silim bari!" diyorum. Hiççç! Kime söylüyorsam, utanması da yok bunların! Şeytan diyor al şu kovayı boşalt kafasından aşağı!
...
Basamakları çıkıyorum, üst komşunun kapısı açık...Kadınlar ağlayan çocukları pışpışlayıp sakinleştirmeye çalışıyorlar. Bana da imalı imalı ters ters bakarak;
"Hangi yüzle geldin buraya?" diyor içlerinden birisi, "Biliyo musun sen? bu çocuk ölümcül hasta!"
-Üzgünüm haberim yoktu ama ben bir şey yapmadım ki!
"Sen değil miydin bunları şikãyet eden?"
-Ben çocuklar çok gürültü yapıyorlar diye gelip normal bi şekilde, nazikçe uyarmıştım sadece...
"Siz değil miydiniz peki kapıları vurup çarpan, ağız dolusu saçma sapan laflar sayan?"
-Hayır! Ben değildim! Kapılar da yerinde duruyorsa eğer, en güzel onlar çarpıyor, ben medenî bi şekilde geldim konuştum o kadar! Bize de bir şey söylemediler, çocuğun bu durumunu bilseydim, şikayet etmek yerine yardımcı olurdum bilãkis...
"Yüzsüz yüzsüz gelmiş konuşuyor bi de utanmaz! Çık git burdan terbiyesiz!"
-Ya havle vela kuvvetin, ya sabır! Du blöde Kuh! Evet evet...sen tam da aptal bir ineksin!
Neyse Mero boşver! Üzüntülü olmalarına veriyorum, utanılacak bi şey yapmamışım etmemişim. çocuğun annesi Frau Baum da yine konuşmuyor benimle, yüzünden düşen de yine bin parça ama sorumlusu ben değilim. Belki kocan Ahmed’e sormak lazım, bizi ölümle tehdit eden de o değil miydi? Yanlış mı hatırlıyorum madam?
Yumrukları sayılan kapı ardına kadar açık kaldı. Kaderinin ipleri kimin elindeyse, çıkarken de örtmedim, nasıl girdiysem öyle çıktım. Bak Muzo! Bu kapı köhnemiş düşüncelerin yargı kapısı, bu kapı el altından sorgu dağıtıyor yalan yanlış. Adalet desen terazisi şaşmış, şirazesi kaymış, ara ki bulasın. Hele ki bu zamanda, hak hukuk hak getire!
...
Uyudum...Uyandım..bi daha...bi daha...Kaç tekrar bi dalış, bi uyanış...Terle üşümek arası koştum basamakları, içe çökük göçük merdivenlerden. Tozlu tarihten kalma bir kapıya gelip dayandım, tokmağına vurdum. En uzun koşusuydu ayaklarımın, en uzun geceden kalma karanlığı ellerimin. En uzun bekleyiş, kurdun kapısında köpek gibi tir tir titreyen. Biraz daha dursaydım kapıyı bile yıldıracaktım beklemekten. Yüreğimin götürdüğü yere mi geldim yoksa kurtuluşumu iki dudağının arasında tutan çıyan bi yazgıya mı? Evet damardan alıyorum çoğu şeyi...Evet filler eziyor çimenlerini kalbimin. Hızır gibi yetişen ne murad var ne de başka bi şey! ve bu tek kelimelik "naber?" faslı, il sınırını bile geçemeyen çok b.oktan bir soru, kafasında f.illeri karşı karşıya getirip çubuklu makarnaya dönen biri için...Bakma bana öyle prezınt tabıllı gözlerle Muzo, git çimenleri sula...Git ’kırık kalpler durağı’nda otostop çekip, acıklı hikayeleri topla getir bedavadan. En sivri, en buruk gözü yaşlı mermerin o donuk ifadesi akıp erimeden yüzümden...Bul getir, uçmadan o kızın kırmızı balonu elinden.
Sonra otururuz karşılıklı Hölderlin’le, bir 36 yıl daha kulemizden hiç çıkmadan, mermer bulutların altında ölümüne mi yoksa soğuk kış uykusuna mı dalarız? Allah bilir Muzo ama kul da s.ezer.
Good morning C’aneyler!..
♧m.g♧