26
Yorum
52
Beğeni
0,0
Puan
2624
Okunma


Dudaklarımda eski yayla türküsünü bilmiyorlar. Ötelerde derin hayallerinin kucağına sığınan ürkek bir kuş sabah olmasını bekliyor…
Gecenin parmaklarından hüzün damlamasına inat, ufukta şefkate bürünen nar taneleri bereketinde zeytin ağacına güneş doğuyordu. Yıldızlar kaybolmalarıyla sırra kadem basmıştı. Zihnimde uçuşan sorulara cevap niteliğinde derman olacak kimsecikler de etrafta yoktu. Yerlere çarpan sükût, saçağı olmayan hüzün kümesini yüreğime yeniden yüklemek için pusuya yatmış bana bakıyordu. İçimden dışıma zapt edemediğim bir başkaldırı, isyan bayrağı dalgalanmaya başlamıştı çoktan.
-Hayır Ümmühan adınla doldurduğun her ne varsa, şimdi bereketli meyvesini topluyorsun. Eşiğine ve göbek bağına bağlandığın gülüşlerinin peşine takıl ki, her sabah arka bahçedeki zeytin ağacı eğilip kulağına mitolojik hikâyeler fısıldasın.
Tanrı’nın insanlara verdiği en değerli armağanlardan zeytin ağacına pencereden bakmaya devam ediyor, dilime dolanan Nazım Hikmet’in sözlerini mırıldanıyordum.
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığı için. ”
Ağır basan yaşamak yanımla merdivenlerden koşar adımlarla alt kata inip, mutfaktan geçerek çiçek kokulu avludan sokağa doğru attım kendimi. Gece boyunca ulumalarıyla kendini aşikâr eyleyen köpeğin yanına doğru koştum. Karşısına dikilip bildiğim tüm güzel sözlerle sırtını ve kafasını okşarken bir yandan da küçük, şirin kasabanın eşsiz deniz manzarasının güzelliğinde çocukluğumdan aklımda kalan annemin anlattığı masalları anlatıyordum. Meraklı bakışlarını yüzümden ayırmıyor, sanki anlatılan her şeyin kendisiyle bir bağı varmış gibi pür dikkat beni dinliyordu. Öyle ya, hiçbir canlı sevildiğini bildiği yerden kaçmaz, duyduğu güven karşısında kendisine zarar verilmeyeceğini anlardı. Elimdeki hazırlamış olduğum mama ve suyunu yanına bırakıp içime çektiğim toprak kokusunun sabah yeline karıştığı yeni doğan gün ışığıyla sahile doğru yürüyordum.
Buraya gelmeden aylar önce başlayan, insanoğlunun yaşattığı güvensizlikle bile kendi acizliğime teslim olmak üzereydim. Kendi deyimimle çatısı yıkılmış bir enkazdım. Güvenle çalacağım hiçbir kapının olmadığını düşünüyordum. Hayat anlamsız ve heyecansızdı. Şefkatle elini omuzuma atan herkesi kendimden uzaklaştırıyor, dünyanın hakimiyetini eline alanların kötü insanlar olduğu inanıyordum. İnsan akıl perdesini ve hayallerini her şeye kapadığı an ruhunda karadelikler oluşur, kendi ayak izinden bile kaçar ya, ben öyleydim işte. Son zamanlarda ne kendine ne hasretine ne de tatlı diline doyamadığım, ruhumu öksüz koyarak erken vefat eden canım annemi ‘‘ayağa kalk, ayağa kalk Ümmühan diye seslendiği rüyalarımda görüyordum.
Şimdi, güneşin kavurucu sıcaklığında duvarları çiçeklerle süslenmiş sahildeki aşina olduğum şirin kafeteryada oturmuş, elimde ‘Mart menekşeleri’’ kitabını okuyor keyifle çayımı yudumluyordum. Denizde yüzen kız kardeşlerim ve arkadaşlarım bir nefes, bir nefes daha dalıp çıkarken onların coşkusunu kendimde buluyordum. Masadaki zeytin tabağına gözüm ilişince, bana ait olan bahçemdeki zeytin ağaçlarını, komşularımdan öğreneceğim bilgilerle hasat gününü hayal ediyordum.
Ümmühan YILDIZ
03.08.2023