10
Yorum
15
Beğeni
0,0
Puan
1015
Okunma


Balkanlarda Karadağ ülkesi sınırları içinde tarihi, Orta Çağ’a uzanan Kotor’da Eski Şehir bölgesindeyim. Dokuz ve on beşinci yüzyıllar arasında işgallerden korunmak amacıyla yapılan Kotor Kalesine (St. John) çıkıp muhteşem olduğu söylenen manzarayı seyretmek yerine, öncelikle kalenin içinde kalan antik Arnavut kaldırımlı sokakların keşfi için sabırsızlanarak birlikte geldiğim ekipten ayrılıyorum. Burası farklı bir dünya, adeta büyüleniyorum.
Sarp dağların eteklerine kurulu olarak öne çıkıp, Adriyatik denizinin masmavi berrak suları ile güzelliğini birleştiren Kotor, Unesco’nun hem tarihi hem de doğal miras listesinde bulunuyor. Eski Şehirde ise hepsi de tarihin izlerini taşıyan ihtişamlı taş yapılar göz dolduruyor. Batı deniz kapısı, nehir kapısı, güney kapısı ana giriş kapıları olmak üzere, bazıları burç, köşe ve kule olarak adlandırılan toplamda yirmi tane kapı var.
Sahil tarafındaki ana kapıdan giriş yapıyorum. Buraya Silahlar Meydanı diyorlar. Karşımda on yedinci yüzyıldan kalma bir saat kulesi. Tam ortasında kocaman kırmızı bir fiyonk. Altında utanç anıtı dedikleri bir yapı. Sur içinde herkes birbirini tanıdığından ufak tefek suç işleyenler bu utanç anıtının önüne getirilip yumurta ya da çürük domates yağmuruna tutularak utandırılıyormuş.
Eski Şehrin daracık sokaklarında birbirine bağlanan on tane meydan ve gezilecek çok fazla yer var. Dönemin büyüklerinin balkon konuşması yaptığı belediye binaları, kalabalık turist gruplarının istila ettiği katedraller, aziz ve azizelerin mumyalanmış vücutlarının sergilendiği kiliseler, duvarlarındaki kabartma ve taş süslemeleriyle ilgi çeken saraylar... Kültürel enstitüler, kimsesiz çocuklar yurdu, askeri hastane, karampana tulumbası, 1863lerde kurulan lisenin şimdilerde turizm ve otelcilik okuluna dönüşmüş hali, silah deposu, elektrik santrali ve tabii liman kenti olması dolayısıyla denizcilik müzesi. Binaların altlarında ise cıvıl cıvıl mağazalar, hosteller, restoranlar ve kafeler...
Restoran ve kafelerin önünden geçerken pencerelere asılan menülerin fiyat listesine göz atmayı ihmal etmiyorum. Pizzacılardan birinin önünde şekerleme yapan tatlı ama irice bir kedicik ile bakışıyoruz. Gezi sırasında sıklıkla rastladığım farelerin düşmanı, Kotorluların ise kanalizasyon alt yapısı olmadığı için kutsalı sayılan şişman kediler... Birçok evin balkonunda heykellerini dikmişler. Hatta bir kedi müzesi bile inşa etmişler.
Dolaştıkça fark ediyorum ki Kotorlular 2024 yılını karşılamak için epeyce bir özen göstermişler. Ara sokaklarda dahil burada baktığım gördüğüm her şey süslü. Sokak lambalarının başlığının hemen altından tutun da yakıncacık evlerden karşıdan karşıya gerilen çamaşır iplerine kadar kırmızı kurdele bağlayıp, minyatür şemsiyeler asmışlar. Bütün balkonlarda oyuncak ayıcıklar, peluş bebekler, rengarenk paketler... Ağaçlar ışıklandırılmış, yıldız yıldız motifler görsel şölen sunuyor. El yapımı bir tekne kurulmuş meydanlardan birine. Tülden yapılmış yelkenlisine parlak gri, mavi ve beyaz balonlarla kenar oyası işlenmiş. Az ilerde sol tarafta üzeri tel ızgarayla kapatılmış bir kuyu. Kuyunun yanında bir ağaç, etrafı yarım metre kadar taşlarla özenle çevrelenmiş. Ağacın dibinde, içinden yapay sarmaşık çiçekler fışkırıp yerlere kadar uzanan büyükçe bir testi bulunuyor.
Beş altı basamaklı merdivenden yukarı doğru çıkıyorum. Daha önce rehberimizin Türkçe bilenlerin olduğu yabancılık çekmezsiniz diyerek yönlendirdiği sokağı ararken; pırıl pırıl beyaz gömleği, tertemiz ütülenmiş siyah önlüğü, yüzünde gülümsemesiyle orta yaşlı bir garsonla karşılaşıyorum. Türkçe bilip bilmediğini soruyorum.
’’ Turk!.. Gu le gu le.’’ diyor.
Şaşırıyorum. Kovuluyor muyum acaba nedir? diye düşünürken ...
EbRuAsya//
devamı yarın..