16
Yorum
25
Beğeni
0,0
Puan
1503
Okunma

Ne kadar da birbirimizden habersizmişiz dedi biri... Aynı mahallede, aynı okulda, aynı sınıfta ve hatta aynı sırada oturmamıza rağmen dedi diğeri...
-Sana çok özenirdim o zamanlar. Bitmek bilmeyen neşene, sürekli gülünecek birşeyler bulmana. Durup durup şarkılar söylemene.
İtiraf ediyorum. Hayrandım sana.
-Bugün de öyleyim biliyor musun? Tıpkı anlattığın gibi. Saklamak istediğim ne varsa halâ yüzümdeki neşenin altında.
- Halbuki çok sevimli görünüyordun. Ödevlerini bile okulda yapardın hiçbir şeyi umursamazdın. Öğretmen kızacakmış, eksi verecekmiş diye hiç düşünmezdin. Korkusuzdun, kafana takmazdın.
-İtiraf sırası ben deee. Çalışkanlığına özenirdim, titizliğine. O kadar düzenliydi ki herşeyin.Pırıl pırıl tertemiz. Ben ise pasaklının tekiydim. Hem ciddi misin gerçekten, bu hayranlık konusunda? Senden bunları duymak, garipsiyorum affet.
-Sınıfın en çalışkanıydım bu doğru. Ancak senin kadar güzel bir el yazım yoktu. Nasıl da yapardın hızlı hızlı ödevleri o muhteşem el yazınla iki dakikada? Ben onca uğraşmama rağmen düzgün yazamazdım. Öğretmen bir gün doktor gibi yazmışsın deyince öyle sevinmiştim ki. Düşünsene koskoca doktora benzetmişti yazımı. Bunu evde anneme gururlanarak söylediğimde bir araba sopa yemiştim. Annem aşırı baskıcı ve mükemmelliyetçiydi. Meğerse okunaklı değilmiş yazdıklarım, nereden bilebilirdim? Boş yere sevinmiştim.
-Annen çok ilgili bir kadındı hatırladığım kadarıyla. Sabahları okula bırakırdı seni, andımız okunup içeriye girene kadar bahçede beklerdi. Okul çıkışı da her gün almaya gelirdi.
-Pencereden baksa beni görebilecek kadar yakındı evimiz okula. Her gün her gün okula bırakmasından ve sürekli saçlarımı, önlüğümü düzeltmesinden bıkıyordum. Ve ayrıca çantamı beslenmemi evde defalarca kontrol etmesine rağmen bir de okulun bahçesinde açıp, unuttuğumuz bir şey var mı diye bakması çok rahatsız ediciydi. Okulun ilk günlerinde alıştırma süreci boyunca normal karşılanabilirdi fakat beşinci sınıf sonuna kadar sürekli yanımda olması huzursuz ediyordu beni.
-Sana çok düşkündü annen, bak işte özendiğim bir yanında bu.
-Sen okula hep tek gelirdin ve çoğu zaman geç kalırdın değil mi?
-Evet, bu yüzden çok azar işitmişliğim var öğretmenden. Onun da kendince haklı kuralları vardı. Bir öğrenci öğretmenden sonra sınıfa giremez derdi. Geç kalanları tek ayak üstünde tahta önünde bekletir ceza verirdi.
-Bir gün bile sormazdı neden geç kaldığını. Sevmiyordum o öğretmeni.
-Sorsaydı da söyleyemezdim ki.
-Spor ayakkabıların yüzünden mi?
-Hatırlıyorsun ha!
-Okulda spor ayakkabı giymek yasaktı. İlla da siyah klasik olacak derlerdi. Spor ayakkabıyla yakalanmamak için geç geldiğini düşünürdüm hep.
-Yani, kenarı patlak beyaz ayakkabılarım da bir etkendi tabi. Herkesten farklı giyindiğim için çok çabuk dikkat çekerdi. Bu durum ayakkabımın yırtık pırtıklığından daha çok utandırırdı beni. Hele o yeşil tahta önünde bütün öğrenciler ders boyunca bana bakardı ya sinir olurdum.
-Eee.. Yine de gülümserdin oradan, hatta öğretmenin arkasından el filan sallardın bize.
- Bazı şeyler gerçekten göründüğü gibi olmuyor canım. Uyanamazdım sabahları, beni yataktan kaldıracak kahvaltımı hazırlayacak, saçlarımı tarayacak, üzerimi giyinmeme yardım edecek kimse yoktu ki.
-Anlatmasan da anlıyordum bazen, evinize gidip geldiğim zamanlarda küçücük yaşında çok büyük sorumluluk yüklendiğini. Mesela üvey annenin sen sanki evde yokmuşsun gibi davrandığını.
-Ah.. El yazısı diyorduk. Evet abarttığın kadar güzel değilse de idare eder.
-Ama şu an lafı değiştiriyorsun canım.
-Bak, dinle dinle. Zamanını tam olarak hatırlamıyorum. Çok erken yaşta aldım kalemi elime, yani daha okula başlamadan önce. Benimki öyle duvar boyamak resim yapmak için de değildi üstelik. Zaten bunun mümkünatı yoktu. Yaramazlığa girerdi bu durum ve bizim evde yaramazlık yapmak sadece öz çocuklara mahsustu. Babam yurtdışından mektuplar gönderirdi. Evin hanımı zarfın içinden parayı alır mektuba şöyle bir göz atıp sobanın önüne doğru fırlatırdı. Bilirdim, anlardım babamdan geldiğini o mektupların. Okumam yazmam yoktu, okuyamazdım. Neden bunu yapıyordum bilmiyordum ama tamamen içimden geliyordu o küçücük parmaklarıma tutuşturduğum kürdanla yazıların üzerinden geçiyordum. Sanırım bundan kaynaklı güzel yazıyor olmam. Bir nevi alıştırma yapmışım farkında olmadan.
-Gerçekten ne kadar ilginç, el kasların bizden önce gelişmiş demek ki. Peki, neden kalem değil de kürdan?
- Bilmem, dedim ya tamamen içgüdüsel. Özel bir sebebi yok. Kürdan bulamayınca işaret parmağımı kullanıyordum. Bilinçli yaptığım bir şey değildi. Sonraları kalem de buldum tabi. Sen annemden bir araba sopa yedim dedin ya az önce...
-Evet, doktor gibi karışık yazdığım için.
- Bilmem hatırlar mısın güzel yazı derslerinde hokkanın içine mürekkep koyardık, divitlerimiz vardı. Batırırdık ince uçlarını mürekkebe öyle yazardık.
-Ayy! Evet, evet. Nasıl bir işkenceydi o. Sonraları dolma kalem izni çıktı da kurtulduk.
-Ha! Yok, yok. O, dolmakalemle ilgili değildi. Sınıf atladığımız içindi.
-Çok zordu ya divitle yazmak. Hiç sevmezdim o dersi.
-İşte o, güzel yazı derslerinden birinde bir araba sopa da ben yemiştim öğretmenden.
-Yok canım. Onu hiç hatırlamıyorum. Öğretmen çok sinirli bir kadındı ama sen dayak yemiş olamazsın.
-O kadının dayağını yemeyen var mıydı ki?
- Sıra dayağından kurtuluş yoktu da güzel yazı dersinde nasıl olur?
-Eh, tabii sen kendi derdine düşmüştün beni hatırlamaman çok normal.
-Allah Allah inanılır gibi değil, anlatsana çok merak ettim
-Sen, ben ve Emral aynı sırada oturuyorduk. Öğretmen sırayla dolaşıp kontrol ediyordu defterlerimizi. Emral sayfaya mürekkep sıçratmış bir de eliyle silmeye çalışınca mahvolmuştu defteri. Emralin saçlarından tutup kafasını sıraya vurmuştu. Hepimiz nasıl korkmuştuk . Sen de elin titreye titreye yazmışsın, kayık kuyuk harfler. Yazını beğenmediği için bağıra çağıra kulağını çekmişti.
-Off!.. Ne çok canım acımıştı.
- Emralle sen kollarınızı yüzünüze büzüştürüp sıraya kapanmıştınız. Zil çalana kadar başınızı sıradan kaldıramadınız ikinizde. Bense öyle güveniyordum ki yazıma; kalıp gibi çizgiler, tertemiz bir çalışma. Göğsümü gere gere göstermiştim defterimi. Ben saçımı okşar aferin der diye beklerken öğretmen birden sinirlenip sırtıma sırtıma vurmaya başlamıştı.
-Sahi mi? İnanamıyorum. Ve sen her zamanki gibi dik kuyruk, hiç sesini çıkarmadın değil mi?
-Benim gözler defterimde; hatamı bulmaya çalışıyor, neden dayak yiyordum anlamak istiyordum. Ben sizin gibi sıraya kapanmadım diye mi nedir öğretmen vurdukça vuruyordu.
-Hay Allah!..
- Sırtıma, omuzlarıma, kafama... Artık nereme denk gelirse.
-Tabii, sınıfın çoğunluğu aynı durumdaydı.
Kimsenin kimseyi görecek, kınayacak hali yoktu.
- O gün eve gidince defterimi açtım, inceledim. Mis gibi yazmışım işte, herhangi bir hata görememiştim. Öyle zoruma gitmişti ki okulda gıkı çıkmayan hep neşeli olan ben, bilsen o gün ne de çok ağlamıştım, öğretmene de çok kızıyordum.
-Haklısın da... Birimiz mürekkep damlatmış yazılar dağılmış, diğerimiz eğri büğrü yazmış. Yani hadi bunlara bir sebep buldu diyelim peki ya sen?İnci gibi elyazınla dayak yemeyi nasıl başardın?
- Bir çocuk dayak yediği zaman en çok da bunun sebebini bilmek ister. Suçsuz yere dayak yediğimi bana haksızlık yapıldığını düşünüyordum. Ta ki bir sonraki güzel yazı dersinde öğretmen tahtaya yazdıklarını defterinize geçirirken satır başından iki parmak boşluk bırakın diyene kadar. Bir önceki sayfayı açıp ölçmüştüm hemen. Ben bir parmak boşluk bırakmışım. Bu yüzden yemişim demek ki onca dayağı.
-Hımm. Aha haha. Ne günlerdi ya. Demek ki bizim öğretmen de çok mükemmeliyetçiymiş. İnce eleyip sık dokuyan türden. Tıpkı annem gibi. Neden affedici ve anlayışlı değilmiş eskiler anlamıyorum. Halbuki bizler akıllı uslu çocuklardık. Söz dinlerdik. Anlatsalardı doğru düzgün pekala anlardık. Biz okula bir şeyler öğrenmeye geliyorduk dayak yiyip gidiyorduk. Bu yüzden okulu bırakan çok arkadaşlarımız oldu. Emral mesela ortaokuldan sonra okumadı bir daha...
Diyaloglar Albümünden Bir Kesit
EbRuAsya //