7
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
981
Okunma
Aç parantez, iki nokta üst üste koy; böylece kaç parantez bu sorudan da... Telefonunun ekran kilidine basıp, masaya koydu... Arayacağı birisi de yoktu şimdilik, zamanın bilgisinden başka...
Falsolu bir ton, aksak bir ritim. Etrafın tüm dağınıklığına inat, yüksek sesli bir müzikle süslenmeye başlıyor Abi... Süsleniyor dediysem de yine simsiyah giyinecek ve çıkacak, belki sadece biraz ütülü, ütü olmayan evinde, yatağın altına koyup da geceden yattığı kıyafetleriyle. Hoş, ütü olsa da evinde ütü yapmazdı. Soran olursa da "ben bunlar için yaratılmadım" der kestirir atardı, bazen de canı isterse "ütüyü meclistekilerin uşakları yapsın" diye eklerdi. Müziğe biraz daha ses, banyodan da duyulsun diye... On dört yıl öncesinden başka bir ses, ne Abi’nin duyabileceği, ne de müziği bastırabilecek frekanslarda;
"Ah Yağmur, bu gece de kal, sonra evrenin tüm ibişleri senin olsun..."
Griydi hava ve pusu severdi kurtlar da kurt kulaklılar da... Ritim hala aksak, ton ise falsosunu önceki şarkıda bırakmış, tersinmez, tekrarlayıcı bir hal almıştı ölümden beter, otistik kompülsivite. Her sanat biraz hasta değil mi zaten? Bazıları ağır hasta. Ama bu tekrarlamacılık ve tersinmezlik tam da bu iklime göreydi. Bir duş. Keşke su da siyah aksa. Geçici yargı körlüğü siyahta ıslah oluyor. Bir ihtimal daha olursa "siyaha sürmek" denebilir mi ona da? İçsel bir dikkat geliştirerek acıdan sıyrılmak kas geliştirmekten de, acı çekmekten de daha zordur. Öylece kabullenmek ya da pencereden her yere duman sızdırmak... Ne müstehzi bir dilemma.
Abi, ana caddeye çıkan sokağına doğru yürürken sarı sarman yine geldi. Önüne yattı. Eğilip kediyi severken çöpçü de yere dökülen yapraklarla birlikte mutsuz sonlardan dökülen tozları süpürüyordu yine. Kediden sonra çama selamını verdi, iğnelerine ufak, nazik, sevecen bir dokunuş, "tünaydın..." Çöpçüye ise "kolay gelsin Abi", çöpçü de O’na "sağ ol Abi..." Çöpçü adamdan en az on yaş büyüktü ama o da "Abi" deyivermişti işte... Başka bir "Abi" ise çöpten demir, bakır, çinko, plastik, mukavva ne bulursa topluyordu. Madde dünyası ya hani...
İpsiz bir rüzgar, önce çamın iğnelerini, oradan en masum tavırlarını takıp takıştırmış Abi’nin yüzünü okşadıktan sonra o kendini eşofmanlara, hüzünlü bir yüze, dağınık saçlara zulalamış, bir zamanlarki "galibiyetlerini" asitlerde eriten kadının yüzünü okşadı. Abi ve kadın aynı sokakta otururlardı. İkisi de birbirinin farkında hatta kılık kıyafetlerine de bazı hisleri zulaladıklarının farkındalardı. Sessizce ve mimiksiz, sadece bakışarak selamlaşırlardı hep, biri köpeğini, diğeri annesini gezdirirken, ikisi de marketlerden poşetlerle dönerlerken ya da... Ters taraftan yaşanan iki hayat. Bazen de dudaklarını kıpırdatmadan, gözleriyle konuşurlardı. Anlamış, kabullenmişi görünce zulasını kontrol edermiş... Gayet sade bir gösteri.
- Var mı sızan? Sahip olma zorunluluklarından kurtuluşunuzu düşürmeyin. Çöpçü daha oraları süpürmedi henüz. Keşke yemek takımlarıyla filan tanımlansanız, yüzünüzdeki hüznün biraz sersemliğe ihtiyacı var.
- Bayım, cadde hayatında hiç yumruk yememiş ya da atmamış adam kaynıyor yine.
Savaşmanın bir onur olduğu erkeklerin zamanından, tayt giyen erkeklerin zamanına. Siz neden terrier ya da bir pug filan almadınız ki, hanenize on beş yirmi kadın daha yazardı "sevebilir miyim" temasına dahil. Taktikal botlarınızı kendiniz boyuyor olmalısınız. Her an plazalara nazır bir opersyona hazır.
- Bolca yumruk yemiş, bolca da yumruk atmış adamların arasından geliyorum ben de, patates olsanız belki hayatta kalabileceğiniz bir yerden. Orada bile sosyopatça bir avangartlığı eksiltmedim üstelik. Görünen her tarafımı istihza ile süzebilirsiniz yine de; hadi müsaade sizin.
- Geldiği yeri unutmaz sizin gibiler...
- En büyük nefret bir zerre bile değil belki sonsuzluk kapsamında, en uzun kin ise bir an belki olabilir zamanın o böbürlü mekaniğinde...
- Yorgun görünüyorsunuz, ara sıra dinlenin biraz, görünüşten öte adam, görünüşlerin ötesinde dinlenin.
- İsterseniz size bir şeyler anlatıyor olabilirim bir akşam öyle küründen...
Acı günlükse bir ritüele dönüştürülmelidir. Rahatsızlığa daha fazla yer verilmeden yapılacak her türlü etkinlik estetik değil ancak öz biçiminden değerlendirilmelidir. Yapay hiyerarşiler, o rahatsızlığın aldığı yerin boyutları ölçüsünde silikleşirler.
- Abi, ben niye bu vasıfsıza "liderim" diye hitap ediyorum? Şu anda bu işi bırakıyorum.
- Gardiyanlara da "başkanım" diyorlar.
İtaatsizlik ateşin hala , ama sunni koşullar ve kodlamalar artık komik filan değildir merkeziyetçilik merkuziyetçilik olduğundan beri. İç yasalar mı yetersizdi, güdüsel miydi güdülmeye heves? Şok edici temalara mı yoksa ihtiyaç? Yazıklar olsun sizlere, kahve içeren "story"lerinize, 60 yaşındaki enişteyi instagramda beyaz şortla dans ettiren bu çağa yazıklar olsun! Otuz saniyelik gösterilerinize, kocişlerinize, sinekten yağ çıkaran takvimlerinize lanet olsun! On iki yıl öncesinden Abi’nin sesi;
"Söylediğimde bir şey yok Yağmur, bunlar hayatın gerçekleri, bunları böyle duymak hoşlarına gitmeyebilir ama hayatın da bazı gerçekleri ölümden soğuk, sorumlu ya da yetkili ben değilim. Farz edelim o konuşmada da bana zeval olmasın o zaman."
En acı kahvenin olduğu yere sunni kürklü iki kadının arkasından girdi. İncecik, kumral, gerçekten güzel yüzlü, gözlükleri de yüzüne bürokratik bir değeri katan en güzel hazinesi nazlobiyal kat ile çene kemiğinin ayrı ilkeler eşliğinde birlik manifestosunu vermesi olan bir kadın vardı masada...
Bir kere içe değil, dışa dönüktü üst dudağı. Üst dudağı ince ve uzun olan kadınların pasif-haset şerrinden Şeytana sığınılacak kadar ışık yılı. Hemen her adamın gençken geçtiği o nahoş, netameli hale.
- Abi, Babası vurur lan seni...
- Burada korkmam filan mı gerekiyor?
- O bipo, sen cinli, iyi olmaz sonu...
Aldırışa itaatsizlik. İtaate aldırışsızlık? Nesne bağımlılığı vız gelip tırıs gider... Ama kıvrımlar... Hem zaten ağaçlar da kıvrılır... Bu kez on bir yıl öncesinden bir ses;
"Ulan sen bile unuttuysan, senin sevgin bile bitebiliyorsa, ben kime, nasıl güveneceğim, hangi sevgiye sığınacağım? Unutmuşsun lan beni işte. Beni annem sevmedi, babam sevmeyi bıraktı, sen de bıraktıysan kim sevecek beni?"
Adeta bir kaç yıl öncesinden uçuşarak, önce evine giden yoldaki yüksek binalara çarpıp dağılmadan, geçen arabaların egzoz dumanlarında islenmeden, herhangi bir kuşa da yem olmadan uçuşarak gelen, pencerenin içinden ya da piksel piksel ekranından tebelleş olan karahindiba tüyü gibi bir şeydi bu sesler. O tüyler bulunduğu araziye renk, bu sesler ise fazla figüran kırmızısı yerlere renk katıyordu işte. Pencereden ya da ekrandan, ruha.
Eh, ne demiştik? Söz uçar yazı kalır değil, söz uçar insan uçamaz, uçsa da konamaz...
Masadaki hangi gazete? Sadece ölüm ilanları lütfen... İsimleri tara...
Sonsuzluk işareti.
Ladinin, Meşenin, Çamın, Göknarın, Karağacın, Söğütün, Servinin, Gürgenin, Kestane Ağacının, Huşun, Ihlamur Ağacının, Dişbudakın biricik kardeşleri;
Sandal Ağacı
Filizlenme: Bilinmiyor / Ölüm: 2021
Aynı yere gidiyoruz, aynı yerden gelmekle birlikte. Ayrılıklar amacı ayıramaz!
Buluşana kadar çok özleyeceğiz...
Ağaçların Ruhsal Üstbirliği
Bu gazetenin basıldığı kağıt, nasıl bir ağaçtı, en son ne zaman ağaçtı? Kaç yıl ağaçlık yaptı? Gece nasıl görünüyordu, gündüz nasıl görünüyordu? Kaç kez soldu, kaç kez yeşillendi? Gülen ağaçlardan mıydı, ağlayan ağaçlardan mıydı? Çok toz yuttu mu? Peki ya bu mürekkep? Hangi meşenin mazısından, hangi asitlerle sentezlenmişti? Bu nasıl bir dönüşüm. Bu gazete neyin altına serilecek? Şehrin çöplüğünde mi dönüşecek? Nerelerden geçip de bu ölüm haberini vermek için buluştu bu ağaçlar ve bu kümelenmiş edilgen noktalar? Yağmur nereye gidecek, neye dönüşecek? O mürekkebi o gazeteden silemezsiniz ama nemlendirir, katlar ya da yuvarlar başka şeye dönüştürürsünüz ne yaparsak yapalım aslında hiçbir şeyi yok edebilecek liyakate sahip değiliz. Cansızlık ölümsüzlük olabilir mi yoksa? Her an her saniye parçacık mı yiyoruz ya da parçacıklar mı bizi yiyor gibi görünüyor? Sayılamayacak kadar çok kemirgen gücündedir yanılsamalar.
Bir kaç sütun üstte, "Airfryer XXL" reklamı ilanı bu gazeteye verenin kim olduğunu düşündürecek nitelikte yerleştirilmiş sanki. Akıllı kombiler, zekalı süpürgeler dost değiller. Rahatlıktan kaçınmalı, biraz da rahatsızlıkların bize yol göstermesine müsaade etmeliyiz. Ağaçların Ruhsal Üstbirliği bu ilanı öyle alelade vermemişti, yol gösterici bir rahatsızlık olarak dizayn etmişti tamamen.
Bu gazetenin basıldığı kağıt mı? 2021’de kesilen bir sandal ağacı. Gökten ışık alıp, yer yüzüne oksijen verirken de kendisi için var olmayı bırakmıştı zaten. Ağaçlar, insanlardan daha tanışıktır birbirleriyle. Kim zincirin son halkasının "insan" olduğunu söyledi ki? Kendi ölüm ilanını, kendinden kesilerek yapılan kağıda bastıran sisteme "kapitalizm" denmeseydi de başka bir şey denecekti. Fail asla değişmeyecekti... Kendisi için varolmayı bırakmış hiçbir bilince de işlemez o sistem "adları" zaten. İnsani kaygıdır gazete de, ölüm ilanı da, onun hangi yüzeye basılacağı da; her an aslında görünmez bir dağılma eğiliminde olan. Ağaçlar birbirinden nefret etmez, sarıçam, karaçamdan üstün tutmaz kendini. Buradan uzakta bir yerlerde bir glif olmanın bilincine "saf akıl" dendiğini çoktan sindirmiş bilgelerdir onlar... O sandal ağacı da şimdi o glifin bir parçası, bu gazete, ilanlar, "Air"ler, "fryer"ler, ağaçtan arta kalanlar, puntolar, büyüklükler, dönüşenler ve dönüşecek olanlar psikoz içerir ya da psikoz onları içerir. İnsan bunları bilmez, insan matbaa icat eder, ağacı keser, ağacın kayıtsız bilgeliğini bilmez, sezemez çoğunlukla da; daha kötüsü bir banka ya da adliye evrakı olmak da vardı ama bu da yine insan ağaç olsa idi kasvet yüklenecek özgür kalamayan endişeli bir olasılıktı.
Yol mudur; gözlerini ruhunda açıp glife dikmek, glifin de milyon tane gözünü gözlerine dikmesini bekleyerek?
Mürekkebin özü olan meşe mazısına dair bir bilgimiz yok, eh, insanız işte nihayetinde; "limitlenik", pespaye bir algı şakasıyla üstelik.