9
Yorum
31
Beğeni
0,0
Puan
2310
Okunma

Gitme vakti geldi. Ne diye burun kıvırıyorsun. Kırık çiçeklerin baharda açtığı görülmüş müdür?
Yürü, yürüyebildiğin kadar kendinden en uzak köşeye. İster varlıklı ol ister yoksul, değer verdiğin kadar değerin yoktur.
Varabilecek misin, kendini koyduğun ama nereye koyduğunu, unuttuğun yere.
Hiç bir şey anlamaksızın geçti ve her bir şey göz önünde eskidi. Yürüdüğün ve bildiğin sokaklar aynı sokaklar değil. Bildiğin insanlar da aynı değil. Sanki canlı ama duygusu boşalmış gibi. Ya bu duvarlar, geceleri kulaklarını tıkayıp, sabahları erkenden günle kalkıp öteki canlılar gibi çalışmaya alışan duvarlar... Şimdi işsiz güçsüz, yıkık dökük, harabeye dönüp yok olup gidecekler.
Güvendiğin herkes burada mı? Sahi kimden öğrendin sevmeyi? Üstüne bakamadıklarını saklayıp belki de sandığa koymuşsundur. Hayır, hayır. Bizim evde bir devir kapanıp o tatlı, bitmez dediğim yaşam sona erdi... Çocukluğumda evimizin kapısını her açışımda anne- babamın seslerini duymak istercesine ‘‘ben geldim’’ dediğimde sesime ses vermeye kimse olmayacak... İçinde yaşayan sonrakiler beni ya da benimle büyüyenleri unutacaklar. Hayatın kanunu bu galiba.
Susabilir miyim bilmiyorum, ya da tutabilir miyim kendimi. Ah çiçeği burnunda gençliğim, hiç yaşamamışım gibi her şey yanından geldi geçiyor. Hem eskisi gibi değil gücüm, daha bir duygusalım bu aralar. Yıpranmış, yozlaşmış, bencillikten çökmüş insanlar hayatıma girdikçe, yüreğime de azar azar çizikler bırakıyorlar. Ondan mıdır bilmiyorum bu günlerde iyi sözleri duymaya ihtiyacım var.
Aylar sonra bu sabah İstanbul’a yağmur yağıyor. Ağaçlara, yollara inen damlalar sabredip yaşamam gerektiğini hatırlatıyor bana.
-Gidelim, Cevdet abim hadi gidelim Atatürk havalimanındaki toplantıya doğru…
Kalabalıklar arasında hayatımız sanki bir yabancı ve bir o kadar da yalnızdı işte.