6
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
827
Okunma

Yaz gelmiş, düğünler başlamıştı. Her iki tarafında salon tutacak maddi imkânları yoktu.
Erkek evi:
“Biliyorsunuz durumlarımız belli. Bizim ev ana cadde üstünde. Gelin düğünümüzü sizin evin önünde yapalım. Harcamaları da ortaklaşa paylaşalım. Kız evi:
“Olur “dedi. “En babayiğit düğün 5 saat sürer. Sonra herkes unutur gider.”
Anlaştılar.
Düğün günü ellerindeki en güzel kıyafetlerini giyip geldi davetliler. “Hoş geldiniz” dedi gelenlere düğün sahipleri. Kimisiyle öpüşüldü, kimisinin eli sıkıldı. Her iki tarafında davetlileri yola dizilmiş plastik sandalyelere buyur edildiler. Düğün yapılacak evin önündeki yolun giriş, çıkışı birer araçla kapatıldı yoldan geçecek hiçbir araç sahibi:
“Niye hangi hakla yolu kapatıyorsunuz?” Demedi. Korna çalmadı. Kendine en yakın sokaktan dönüp yollarına devam ettiler. Eğer bir yerde, düğün, kına gecesi varsa, hoş görülürdü. Bu şehirde adet böyleydi.
Bütün kış; yaz aylarını, düğün mevsimini bekleyen çalgıcılar(Öyle derlerdi onlara: çalgıcılar)kendilerine göre uygun zamanda düğünü oyun havalarıyla başlattılar. Önce gençler fırladı meydana. Onlar gençtiler, yürekleri yukarı doğru akan su gibiydi. Oynadılar, yeni havalar istediler yine oynadılar. Çalgıcılara yapılan bir işaretle müzik durdu. Alkışlarla gelin ve damat geldi. Davetliler alkışladı. Gelin bir sandalyeye oturtuldu. Genç kızlar ellerinde yanan mumlar, kınalar, dillerinde bir türkü. Döndüler gelinin etrafında:
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı, ben köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse, annemin yelkeni olsa açsa da gelse
Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse… Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim. Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim,
Gelin ağladı. Ya da ağlıyormuş gibi yaptı. Belki hıçkırıklarla ağlaması bekleniyordu. Öyle olmadı. Yıldır yıldır yanan, beli siyah kemerli kırmızı kadife elbisesiyle kaynana geldi gelinin başına, bir havayla duvağını kaldırıp elini tuttu gelininin. Yanındaki genç kızın tepsisinde kına vardı. Gelin elini açmadı. Kaynana göğsünden bir çeyrek altın çıkardı sallayarak davetlilere gösterip gelinin parmaklarını tek tek açtı altını avucuna koydu, üzerine kına sürüp avcunu kapattı. Bir alkış koptu misafirlerden. Geldiği gibi gururla ayrıldı. Çalgıcılar işi biliyorlardı. Hemen yeni bir türküye girdiler:
Kınayı getir aney
Parmağım batır aney
Bu gece misafirem
Koynunda yatır aney
Söğüt dalı kuşdili
Oldum yârin düşkünü
Baş açık yalın ayak
Yola düştüm kış günü
Çalgıcılar fazla uzatmadılar. “Hoopp..Hele heleee… Haydin gençler şimdi sıra sizdee…” hareketli bir oyun havasına girdiler.
Yenildi içildi, çalındı oynandı. Gecenin bir saatinde çalgı sustu, gelenler gitti. Gelin de yeni evine gidecekti. Baba çağrıldı. Elinde kırmızı bir şeritle geldi kızının yanına. Üç sefer dolandırdı şeridi belinden. Bağladı:
“ Kocanı bey, acıları bal eyle kızım. Sen bizim bahçemizin bir gülüydün, Şimdi gideceğin bahçenin de gülü olursun inşallah. Her acında bize koşma. Ama arkanda da bir ailen olduğunu da unutma. Başın pınar ayakların göl olsun kızım.”
Sarıldı kızına, ağlıyordu. Öptü… Öptü… Kızı da ağlıyordu
“Anam nerde baba anam…”
Koştu geldi anası:
“Yavrum kuzumm…”
Eller yanaklar öpüldü. Gözyaşları birbirine karıştı.
Aldılar gelini; konvoyla, kornayla götürdüler.
Gelinin annesi, babası sarıldılar birbirlerine konuşmadan bir süre daha ağladılar.
Gökyüzü ışıl ışıldı. Ay bedirdi, yıldızlar yukarıdan göz kırpıyordu insanlara. Birden bir şimşek çaktı. Karanlığa kesti gökyüzü.
Peşinden sinirli bir yağmur yağdı.
Baba:
“Bak hanım gökyüzü de ağlıyor bizim gibi ”
Anne:
“Yağsın adam, yağmur berekettir İlk torunumuz erkek olacak. Bu onun işareti.”
İkisi de ayrı divanlarda uyuyup kaldılar. Güneş gülerek doğdu üzerlerine.
Yeni bir gün, yeni bir hayat, yeni bir umuttu.