8
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1032
Okunma

Silahlı kuvvetlerde görevli isen, her yıl belirli zamanlarda birliklere gelen tayin kitabındaki adının geçtiği iki satır yazıyla hayatın değişi verir birden.
İlk satır şimdi bulunduğun birlikte ki tanımındır.
Görevini iyi yapıyor, Komutanlarınla, mesai arkadaşlarınla iyi anlaşıyorsundur.
Çocuğunuz okula gidiyor, O öğretmenini, öğretmeni de çocuğunuzu çok seviyordur.
Oturduğun evden memnunsundur. Bakkala yakındır. Komşularınızla aranız iyidir.
İkinci satırda atandığın yeni birlikteki, görevin yazılıdır.
Tayin olduğun birliğe katılmadan önce o yere önceden gidecek, boynun ağrırcasına daire camlarında KİRALIK yazısı arayacaksın.
Ev toparlanacak, eşyalar hazırlanacak, kamyon tutulup, taşınacaksın.
Çocuğunuz yeni okuluna, yeni öğretmenine, yeni arkadaşlarına alışacak.
Sen de öyle; yeni birlik, yeni Komutan, yeni mesai arkadaşları, yeni bir hayat…
Şart mıdır bu? Neden böyle bir uygulama vardır? Doğudaki kısıtlı imkânlarla görev yapan personel de batının geniş imkânlarından yararlanacak, batıdaki personel de doğuya gidecek bir süre O da o sıkıntılara katlanacak, adalet böyle sağlanacaktır.
Defalarca tayin gördüm. Ayrılıyorum diye üzüldüğüm de, gidiyorum diye sevindiğimde oldu. Ama en mutlu günlerimi MERZİFON’da görev yaptığım yıllarda yaşadım. Dostlarım, arkadaşlarım oldu. Onlardan biride, orada tanıdığım, hala da görüştüğüm, nüfus kayıtlarımız ayrı olsa da abi kardeş olduğumuz SABRİ USTA’nın oğluydu. Sabri Ustayı MERZİFON’da herkes sever, sayardı. Şimdikiler gibi bir priz, bir çeşmenin contasını değiştirmekle usta olanlardan değildi Sabri Usta, USTA söyleminin tam karşılığıydı. Belli bir ustalık branşı yoktu. O bozuk olan her şeyin ustasıydı. Neşeli, konuşkan, tanıdıklarına, sevdiklerine seviyeli şakalar yapan biri...
Arkadaşım anlatırdı:
Babam bildiklerini bize de, çalışanlarına da öğretirdi. Bozuk olan aleti söker, tam arızanın tespit edileceği zaman:
“Ben yoruldum siz devam edin, ya da “ben bir çay içeyim” diye ayrılırdı yanımızdan.
“Baba niye tam arızayı bulacağımız zaman bir bahaneyle ayrılıyorsun?” dediğimde:
“Arızayı bulunca sevinecek, mutlu olacak ve işi seveceksiniz” derdi.
Tamirhanemiz ana caddenin üzerinde dedemden kalmış, içinde bacalı büyük bir ocak bulunan bir evdi. Çok teklif gelmesine rağmen babam yıkılmasına razı olmamış, kerpiç ve merteklerden yapılmış o ev için: “ Bu ev yıkılırsa benim geçmişim de yıkılır. Ben öldükten sonra siz ne yaparsanız yapın” derdi.
Bir gün çok karmaşık bir aleti söktük. Üzerinde çalışıyor arızasını arıyoruz. Biri girdi içeri, belindeki tabancayı çıkardı: “Sabri Usta hele şuna bi bak. İyi mi bu tabanca? Babam şimdi sırası mı diye düşünmüş olacak ki başını salladı, yüzü asıldı.
“Şimdi işim var sonra bakarız ”
Adam ısrar ediyordu. “ Gir o zaman şu büyük ocağın içine, bir el ateş et. Ben sesinden anlarım”
Denileni yaptı adam. Ama ocaktan çıktığında simsiyah kuruma batmıştı. Sadece gözleri parlıyordu Babam:
“Tabancan çok iyi. İnşallah düğünlerden başka yerde kullanmak zorunda kalmazsın…”
İş olmadığı zamanlar, sandalyesini dışarı çıkarttırır, dostlarıyla sohbet eder, gelip geçenlerle selamlaşır hal hatır sorardı. Yoldan geçen arızalı aracı sesinden anlar:
“ Bu aracın şu parçası arızalı. O tamir edilmez. Yenisiyle değiştirmek lazım” der, araç tamire gelmeden bizi parça ve malzeme almak için AMASYA’ya gönderdiğinde söylediği parçayı da aldırırdı.
“Baba” derdim. “Araç daha tamire gelmedi ki ne biliyorsun?” Güler. “Gelir oğlum gelir” derdi. Dediği gibi gelirlerdi de. Aracını getireni üstün körü dinler. Daha önceden aldırdığı parçayı takar, sorunu hallederdi.
Devlet Hastanesine yeni bir -kulak, burun, boğaz doktoru- atanmıştı. Ona muayene olanlar, ne kadar neşeli şakacı biri olduğundan söz ediyorlardı. Hastalarından birisi: “Doktor bey siz ne kadar iyi, şakacı birisiniz? Bizim de bir Sabri Ustamız var. O da sizin gibi, onu bir tanısanız çok seversiniz” demiş. Doktor:
“ Ben öyle çarıklı erkân, halk adamı, zeki insanlara hayranımdır. Bir gün getirin de Sabri Ustayı tanışalım.”
“ Yeni gelen doktor seninle tanışmak istiyor” dediler babama.
“Gün ola, harman ola. Nasip olur tanışırız.”
Bir gün babam:
“Benim kulağım ağrıyor doktora gideceğim” deyip gitti. Doktor muayene ettikten sonra kulak damlası yazmış. Eczaneden aldığı damlayla tekrar gitmiş doktora:
“Doktor bey bunun üzerinde günde iki defa, ikişer damla yazıyor. Fakat yemeklerden önce mi sonra mı belirtmemişler. Ben bunu nasıl kullanacağım?”
Doktor hayretle bakmış babamın yüzüne.
“Yahu bu damla. Damlanın yemekten öncesi sonrası olur mu?”
Gülmüş babam:
“Haa… Öyle mi? Ben Sabri Usta. Hoş geldiniz doktor bey.”
Doktor da kahkahalarla gülmüş:
“Kulak damlasının kullanımını soruşundan, isminden senin Sabri Usta olduğunu tahmin etmeliydim. Akıl edemedim. Dalgınlığıma geldi. Hoş geldin Sabri Usta.”
Beraber çay içmiş, sohbet etmişler.
O yıllarda bir kurban bayramının üçüncü günü nöbetçi olduğumdan, eşimi, çocukları memlekete gönderdim.. Ben gidemedim. Bu durumumu bilen arkadaşım bayramın birinci günü beni çağırdı.
Sabri Amca kurbanlık koçu kesti, şişirdi, oklavayı eti ile derisi arasında dolaştırdıktan sonra:
“Ben yoruldum artık siz de yüzersiniz ”deyip eve girdi. Niyeti bize koyun yüzmesini öğretmekti.Arkadaşımla ben koyunu yüzmeye başladık. Ancak yüzerken, koyunun arka bacaklarından birinin asmaya yarayan bağlantı yerini yanlışlıkla kestik. Ben telaşlandım.
“Sabri amcaya ne diyeceğiz şimdi?”
"Kolayı var. Sen merak etme". İçeri bağırdı:
“Baba az gelsene.”
Gelen Sabri Amcaya:
“Baba ustalığına diyecek yok. Ama koç almasını bilmiyorsun. Seni kandırmışlar, bu koçun arka ayağının birinde asma yeri yok.
Anladı tabii Sabri Amca yanlışlıkla kestiğimizi. Güldü. Biz de güldük. Neşeyle muhabbetle geçmişti o bayramımız.
CANIM AMCAM BANA SENİN GİBİ BİRİNİ TANIMAK, ELİNİ ÖPMEK NASİP OLDU.
YATTIĞIN YER NUR OLSUN.
Eskiden dostluklar böyleydi. Şimdi gerçek dostluklar kalmadı. Dostluk binasının bir tuğlasını beğenmeyen insanlar, dinamitleyip yıkıveriyorlar binayı…