7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1786
Okunma

Günümüzde gerçek Atatürkçülerin işi çok zor ya da başka bir ifadeyle Atatürk istismarcılarıyla mücadele etmeleri öyle çok kolay değil!’’
Çocukluk yıllarından bu güne, evlerinde namaz kılınan, Kur’an, okunan, Ramazan ayında sahura kalkılan oruç tutulan, ezan-ı şerif ile iftar açılan, kısacası İslam dinin tüm değerlerini mutlulukla yaşayan, Atatürkçü ailelerin ferdi olmanın onuruyla yaşanırdı. Sahip olunan bu sosyokültürel durum üç aşağı beş yukarı hemen her Türk ailesinin, sosyokültürel konumunu ifade ediyordu. Atatürk, kadını, erkeği, köylüsü, kentlisi, muhafazakarı, sosyal demokratı vs kısacası milletin her kesiminin ortak değeri ve sevdasıydı. Böyle olması da doğaldı. Çünkü Mustafa Kemal paşa da milletinin her kesimini kucaklamış halkını Kürt, Türk, kadın, erkek köylü, kentli demeden ön koşulsuz sevmiş ve milletini eşit haklara sahip mutlu yaşayacağı kendini özgürce ifade edebileceği Cumhuriyet rejimini ile ödüllendirmiştir. Milleti de onu daha önce hiç kimseyi sevmediği kadar çok sevmişti. Böylelikle Mustafa Kemal paşa, ATATÜRK, unvanıyla milletinin gönlünde müstesna bir yere sahip olmuştu.
Atatürk’te milletinin gönlündeki ipek atlas tahta kurulmuş, hem dünyada hem de ahret hayatında bu konforun haklı keyfini sürüyordu.
İlkokuldan başlayarak tüm öğrenim hayatı boyunca bir birinden değerli Atatürk sevdalısı öğretmenlerin himayesinde ve eğitimin ışığında bu onurlu süreç tüm güzelliği ile yaşanmaya devam ediyordu.
Ne zaman kadar?!’’
Ta ki,Atatürk’ün milletinin gönlündeki bu müstesna yerinden rahatsız olan emperyalist güçlerin devreye girip, emirleri altındaki işbirlikçilerine on iki eylül bin dokuz yüz seksen askeri darbesini yaptırıncaya kadar!!!’’
Seksen darbesi içeriğinden ve amaçlarından dolayı ülkede yaşanmış diğer darbelerden çok farklıydı. Sözde kaybolan devlet düzenini sağlamak, Atatürk’ün ilkelerini yeniden tesis etmek için yapılmıştı.(!) Ancak uygulama hiçte öyle değildi. Kurunun yanında yaşta yanar mazeretiyle aslında bilinçli ve sistemli bir şekilde terörist faaliyetlerde bulunanlarla birlikte, ülkenin en ücra köşesinde yaşayan siyasi fikirlerinden başka hiçbir suçu olmayan sağcı ya da solcu ne kadar aydın ve gerçek Atatürkçü varsa hemen hepsini sudan gerekçelerle toplanıp hapishanelere atılmışlardı. Bunlardan biride son derece donanımlı, kültürlü, bütün öğrencilerinin saygı ve sevgisini kazanmış Atatürkçü oğlu Atatürkçü olan edebiyat hocamdı.
Yıllar sonra tesadüfen bir akrabamın elektronik eşya pazarlama şirketinde karşılaştığım hocamın kendisinden öğrendiğime göre! Evin de bulunan ve günümüzde tüm kitapçılarda satılan Rus yazarların romanları yüzünden istisnasız her gece ağır işkence gördüğü iki buçuk yıl süren hapis hayatı yaşamıştı! Dile kolay her gece işkenceyle geçen iki buçuk yıl. Benzer durum diğer Atatürkçü aydınlar içinde geçerliydi. Üstelik birçoğu öğretmen olan o aydınlar. Bir daha, kendileri gibi aydın Atatürkçüler yetiştirme sinler diye hapishanelerden çıktıktan sonra, sakıncalı damgasıyla fişlenip devlet memurluğundan da atılmışlardı.
Nihayet her şey cuntacıların daha doğrusu cuntacıların arkasındaki emperyalist güçlerin istediği gibi olmuştu. Kendilerine direnecek sağcı ya da solcu fikir kuruluşu temsilcisi, öğretmen, gazeteci, vs hiçbir güç kalmamıştı. Ne kadar gerçek aydın ve entelektüel varsa hepsi sindirilmiş, susturulmuş, hatta katledilmişti.
Artık rahatça radikal dincilere ve bölücü örgütlere lojistik destek sağlanıp, bu yapıların palazlanıp güçlenmelerine göz yumulabilirdi. Netekim de öylede oldu. İşte bu süreçten sonra başlarında ali kalkancı, müslüm gündüz adnan oktar gibi sapık ve sapkın sözde dini cemaatler oluşturuldu. Bu oluşumlar sadece radikal sapık tahrikâtlar ve bölücü terör örgütleri ile sınırlı kalmadı. Sağın ilkelerine ters düşen tuhaf sağcılar, solun prensiplerine uymayan enteresan solcular ve tabi ki Atatürk’ün ilkelerine uymayan çakma Atatürkçüler türedi. Daha doğrusu türetildi.! Ve nihayetinde o yıllarda sayıları ve etkinlikleri çok az olan henüz siyasi sahneye tam anlamıyla çıkmayan, doğrudan Atatürk düşmanlarının da önü açılıp, göz göre göre siyasal anlamda güçlenmelerine fırsat verilmişti. Adeta gelecek on yıllarda garip bir sarmala girilecek günlerin ön hazırlıkları yapılıyordu.
Siyasi partilere uygulanan yasakların sivil yönetime geçilmesiyle ve zaman içerisinde o yasakların kalkmasıyla çakma sağcı ve solcuların yerini nispeten yeniden gerçek sağcı ve solcular alsa da maalesef çakma Atatürkçülerin yerini gerçekleri alamadı. Gerçek Atatürkçüler hayatın her alanında pasifize edildiği için çakmaları sayılarını artırarak sapık varlıklarını rahatça sürdürebildiler. Öyle ki çakmalar içerisinde Atatürkçülük adına opera ve aryayı bu ülkenin kültürü yapamadıklarına dövünüp duranlar da oldu. Bu ülkede Avrupa’daki gibi çıplaklar kampının olmamasını Atatürkçülük adına büyük bir kayıp olarak görüp bunun utancını yaşayanlarda…!
Doksanlı yılların başında ülkemizi saran satanizm (şeytana tapma) akımlarına kapılan ve düzenledikleri sapık törenle kız arkadaşlarının kafasını kesen gençler için Müslüman olacaklarına satanist olsunlar diyen sözde Atatürkçülüğüyle öne çıkan postal yalayıcı akademisyenleri de gördü bu millet.
Kısacası nerede sapık ve sapkın düşünceye sahip hastalıklı zihniyetler varsa gerçek Atatürkçülerin esaret altında olmasından faydalanarak meydanı boş bulup Atatürkçülüğe kendi meşreplerince sahip çıkmışlardı.
Gerçek Atatürkçüler hapisten çıktıkların da hayata tutunmanın mücadelesini verirken bir taraftan Atatürk düşmanlarıyla ve en önemlisi bir taraftan da çakma Atatürkçülerle yani Atatürk istismarcılarıyla uğraşıyorlardı. Gerçek Atatürkçüler Atatürk’ün manevi şahsiyetinin siyasete alet edilmesine karşı çıkıp buna direnç gösterirken bir taraftan da çakmaların hakaretlerine uğruyorlardı. Gerçek Atatürkçüler Atatürkçülük İslama ve Müslümanlara saldırmak değildir diyerek tavır koyunca, aslında içlerinde din düşmanlığını taşıyan çakmalar, ağır bedeller ödemiş gerçek Atatürkçülere saldırıp, utanmadan ve kendi çaplarına bakmadan o insanları sahte Atatürkçü olmakla suçlayacaklardı.
Atatürkçülük faaliyetleri sadece kafaları kıyakken kadehlerini havaya kaldırıp hep bir ağızdan onuncu yıl marşını söylemekten öteye geçmeyen on iki eylül’ün ürünü çakma Atatürkçüler için bu günler son günleri son çırpınışlarıdır. Bu milleti seksen öncesinde olduğu gibi dindar olduğu için küçümsenmeyeceği, uzak ya da yakın siyasi tarihine sahip çıktığı için Cumhuriyet düşmanı olmakla suçlanamayacağı Atatürk sevgisiyle kucaklanacağı günleri doyasıya yaşayacakları zaman yakındır. Bu da eninde sonun da gerçek Atatürkçü zihniyetlerin yeniden siyaset arenasına hakim olmasıyla mümkün olacaktır. O günler geldiğinde yüce Türk milletinin sırtın da kambur olan Atatürk istismarcıları bu milletin sırtından indirilip milletin kabusu olmalarına müsaade edilmeyecektir.
O günler geldiğinde bu ülkenin insanları peygamberini de, atasını da, tarihini de tarihi şahsiyetlerini de, bir biriyle mukayese etmek zorunda kalmadan gönlünce seve bilecektir. Dindar olduğu için yobaz, Atatürk’ü sevdiği için din düşmanı olmakla itam edilmeyecektir. Dolayısıyla o günler geldiğinde yüce Türk milletinin her ferdi geçmişte olduğu gibi tarihi ve kültürü ile barışık Cumhuriyetin, özgürlüğün ve demokrasinin keyfini sürebileceği mutlu günleri doyasıya yaşayacaktır.
Serhat BİNGÖL 11.09.2020