5
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
841
Okunma

Emekli öğretmen arkadaşım anlatmıştı:
Sene1991.Isparta İslamköy de bir parkta oturan Hacı Musa, yoldan geçen Usluların Etem’e seslenmiş:
Hele gel şöyle seninle konuşacaklarım var”
“Selamünaleyküm. Hayırdır Hacı?
“Aleykümselâm. Hayır, hayır. Gel otur yanıma. Ben ne düşündüm bileyon mu? Deyom ki seninle Angara’ya gitsek. Bizim Sülümanı bulsak. Çocukluğunda Çalsa tepesinde çobanlık yaptı. O günlerini unutacak değil ya?
“Gidelim gitmesine de, niye gitçez ki Sülümanımıza?
Niye, ne zaman gideceklerini, uzun uzun konuşmuşlar. Yanlarına da hanımlarına yaptırdıkları hasgaşlı ekmeği de alıp yola çıkmışlar. Ankara’ya varınca, bir taksiye binip Güniz Sokakta Demirel’in evini bulmuşlar. O Zaman Süleyman Demirel yeni hükümet kurmuş, Başbakan olmuş. Ziyaretine gelenleri karşılamış. Buyur etmiş. İsim isim köylülerini sormuş. Daha sonra:
“ Eee den bakam gari. Bir sıkıntınız mı var?”
Yolda kararlaştırdıkları gibi Hacı Musa almış sözü:
“Sülüman efendi. Biz yaşlandık. Çocuklarımızın çok şükür İyi kötü işleri var. Çorbaları kaynıyor. Şimdi de torunlar yetişiyor. Onlarda büyüyüp, serpilecekler. Okumak isteyen okur. Okuyamayanlar nolçek? Biz deyoz ki Isparta’mıza bir fabrika açsan da okuyamayanlar ekmeklerini ora da bulsa.”
Süleyman Demirel kendine has kahkahasını attıktan sonra:
“Sizin istediğiniz fabrikanın temeli yıllar önce atıldı. Önümüzde ki yıl da çatısı çatılıp adı konulacak. Bu fabrika bacasız bir fabrika…”
Demirel uğurluyor misafirlerini. Hacı Musa, Usluların Etem’e, Usluların Etem Hacı Musa’ya bakıyor sorar gözlerle. Bacasız fabrika da olur mu? Olsa bile bu fabrikanın temeli ne zaman nerede atıldı? Uzun uzun tartışıyorlar. En sonunda karar veriyorlar:
“ Biz cahil çiftçiyiz. Aklımız ermez. O mühendiz. Hemi de mühendizler mühendizi. O Öyle diyorsa öyledir. Bir bildiği vardır.
Dönüyorlar köylerine.
Türkiye’nin sayılı Üniversitelerinden Demirel’in dediği bacasız fabrika SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ 1992 yılında resmen açılıyor. O yıldan sonra Isparta gelişmeye başlıyor.
Şimdilerde kırk binden fazla öğrenci yaşıyor Isparta’da. Üniversite de ise neredeyse her daldan fakülte var. Öğrenci demek para demek, iş demek, gelir demek.
Şehrin merkezinde Cafeler Sokağı var. (Cafe mi? Kafe mi? Kahvehane mi? Sahipsiz Türkçem ne hale
geldi.)
Emekli Öğretmen arkadaşım resim yapmaya meraklı. O sokakta bir Kafede buluşmayı kararlaştırdık. Kendisine şövale,( ressam sehpası) alacağız.
Girdim Kafe ye bazı öğrenciler ders çalışıyor. Bazıları çay kahve içip sohbet ediyorlar. Birkaç öğrenci beni gösterip “İhtiyar yolunu şaşırmış galiba. Burada ne işi var” anlamına kıs kıs güldüler. Görmemezlikten geldim. Saçı uzun, kulağı küpeli garsona bir çay söyledim. Maddi durumu iyi olmayan bazı öğrenciler dersleri olmadığı zamanlarda garsonluk ve benzeri işler yaparak harçlıklarını çıkarıyorlardı. Türkiye’nin çeşitli illerinden iş için Isparta’ya gelenler de oluyordu. Bunu biliyordum.
Randevu saati geçti. Arkadaş gelmedi. Merak ettim. Dışarı çıktım. Arkadaşımı bekliyorum.
Biraz evvel bana çay getiren garson gençte çıktı dışarı. Bir sigara yaktı. Cebinden çıkardığı telefonla doğu şivesiyle başladı konuşmaya:
“Alo baba hani sen- gelinim sarı saçlı, yeşil gözlü olsun- derdin ya. Öyle birini buldum ben. Burada tıp da okuyor. Bu sene son senesiymiş. Doktor çıkacak yani. Ne dersin? O nu alayım mı?
Yok yok. Bizim oralardan değil. İzmir’li imiş herhalde. Hayır, kendisinin haberi yok. Önemli değil baba.
Sen al de yeter ki. Ben hallederim. Nereden bilsin baba çiğ köfte yapmasını. O öğrenene kadar ben yaparım. Yok, baba tarlalara gitmesin. Köydeki hastalara baksın yeter. Tamam… Tamam. Anladım baba. Al diyorsun yani. Sağ ol baba. Çok sağ ol…”
Kapattı telefonunu. Ellerini çırptı. “Ohh bee… Bu işi de hallettik.” Dedi. Bana baktı:
“Sen içtiğin çayın parasını vermiş miydin?
“Hayır vermedim.”
“Ver o zaman on lira bir çay”
Verdiğim on lirayı alıp içeri girdi.
Öz güven buydu işte!!!
Arkadaşım geldi. Oradan ayrıldık.
Meğerse ne kadar kolaymış. Beğendiğini almak… Ha tıbta okuyan güzel bir kızı almışsın. Ha tekel bayiinden bir paket sigara…
O genç Üniversite de mi okuyordu? Yoksa iş için gelenlerden miydi? Bilmiyorum.
Ama Doğunun kalkınması için dâhiyane bir çözüm bulmuştu işte…
Haksız mıyım?