10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2030
Okunma

O yıllarda iki ya da üçe gidiyordum. Babama sormuştum:
“Baba bizim Soyadımızın anlamı ne? ”
Saçlarımı okşamıştı.
“Senin bu huyunu seviyorum oğul. Meraklısın. Merak edersen öğrenirsin. Bir gün de bana
-Biz Allahı niye göremiyoruz- diye sormuştun da, ben de, hele biraz daha büyü cevabını kendin bulursun demiştim. Buldun mu o sorunun cevabını? :
“Hayır, baba daha bulamadım.”
“Günü gelince onu da öğrenirsin.
Bu soruna gelince, aynı soruyu bir gün ben de sormuştum. Babam da anlatmıştı:
“ Yıllar önce sen daha Dünyada yoktun. Soyadı kanunu çıkmış, görevli Memurlar Soyadı yazmak için bizim köye de gelmişlerdi. Sıra olduk Memurun önünde. Her yerde olduğu gibi bizim köyde de birbirlerini seven var, sevmeyen var. Birisine Dere soyadı verilmişse, onu sevmeyen Irmak’ı seçiyor. Birisi Şahin’i seçtiyse diğeri Kartal yazdırıyor. Hiç bir seçim yapmayanların da Memur; kılığına, kıyafetine, yüzüne bakıyor kendisi bir Soyadı yazıyor. Ben de sıradayım. Sıra da olmasına sıradayım ama bir türlü soyadımı alamıyorum. İteliyorlar, benim önüme geçiyorlar. Bütün köylünün işi bitti. En sona ben kaldım. Yazıcı Memur bana yapılanları görmüş demek ki:
“ Niye hep seni itelediler ki?”
Yokluğu bilir misin yokluğu Memur Efendi? İterler de, canları sıkılır döverler de. Ben bu köyde marabayım. Üç gün toksam, iki gün açım.”
Memur yüzüme uzun uzun baktı:
“Dur sana öyle bir Soyadı vereyim ki açlıktan kurtul. Bundan sonra soyun sopun açlık yüzü görmesinler.” Dedi gülerek. Onu da yanlış yazmış. TOKOL yazacağına TOKUL yazmış. Kader işte.”
Babam:
“Anladın mı şimdi TOKUL’un ne olduğunu? Hadi şimdi git dersine çalış.”
Babamın tahsili yoktu. Hatta ilkokul Şahadetnamesi bile. Diplomaya şahadetname derlermiş o yıllarda. Ama bilge biriydi. Şimdi hayatta olsaydı da kararsız kaldığımda O na sorsaydım.
Anlattıklarına göre; TOKUL’ların kökü Halil dedemi evlendirmişler o köyden. Dedemin ilk çocuğu babammış. Dedem ölmeden önce zamanı gelince de babamı evlendirmiş. Biz beş kardeştik. Benden önce üç ağabeyim, benden sonra bir kız kardeşim vardı. Babam, dedemden kalan üç beş parça tarlaya ağabeylerimle beraber çalışıp çabalayıp tarlalar eklemişlerdi. Geçim derdimiz yoktu.
Ne zaman ki; ağabeylerimden birisi, bahçelere gelen su kesilince, kesenle kavga edip, O nun ölümüne neden oluncaya kadar…
Babam neyimiz var, neyimiz yok sattı.
“Onlar canlarına can isterler. Çekip gidelim buralardan.” Dedi.
Birkaç parça eşyamız, bulgurumuz, unumuz eski bir kamyona yüklendi. Biz de eşyaların üzerine oturduk. Şehre göçtük. Babam şehirde gece bekçiliği işi buldu. Ben sabah simitleri sattım. Geçinip gidiyorduk karınca kararınca. Önce babam, daha sonra iki ağabeyim öldü. Şimdilerde başımızın büyüğü bir ağabeyim, bir de canım, ciğerim bacım kaldı. Allah onlara uzun ömürler versin.
Ben mi?
Allah devletimize zeval vermesin. Ekmeğimi Silahlı Kuvvetlerde buldum. Evlendim. Evlendiğimi babam göremedi.
Üç çocuğum oldu.
Üçünü de evlendirdim. Üçünün de işi var. Çorbaları kaynıyor çok şükür. Üçünden de boyumu geçen torunlarım var. Bir gün bana da:
“Vakit tamam haydi.” Denilecek. Belki ben de:
“Hepsi bu kadar mıydı sanki.” Diyeceğim.
Her şeye rağmen yaşamak güzel.
Peki, TOKUL, TOKOL oldu mu hayatımda?
Hep oldu. Hep şükrettim. Ediyorum da.
Karınlar şöyle ya da böyle doyuyor.
Önemli olan gözlerin TOK olması…