10
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1685
Okunma

MÜNASEBEKSİZ MEHMET EFENDİ.
Bu deyimin öyküsünü anlatacağım. Ama bu gün başka bir münasebetsizden de bahsedeceğim.
Yani kendimden.
Önce deyimin gerçek öyküsüne dönelim. Olay II nci Mahmut döneminde geçiyor. Münasebetsiz Mehmet Efendi diye birisi ün salmış. Ünü Sultana kadar ulaşmış.
“Getirin bakalım şu Mehmet efendiyi ne menem bir adammış ben de göreyim”
Getiriyorlar.
Sultan onu almış faytonuna. Cağaloğlu yokuşunu çıkıyorlar. Mehmet Efendi yokuşun en dik yerinde bağırıyor faytoncuya:
“Durun durun…”
Araç fayton. Son model Mercedes değil ki. Önde eskortlar, yanlarda korumalar, peşinden gelen 10- 100 araç yok ki. Atların ayağı kayıyor. Zor durdurabiliyor, faytoncu faytonunu.
“Söyle.”Diyor sultan. Ne var Ne oldu?”
“Sultanım siz zurna çalmasını bilir misiniz?”
“Hayır bilmem”
“Ben de bilmem. Hatta seksen yaşında bir teyzem var. O da bilmez.”
Sultan dayanamıyor.
“İndirin şu münasebetsizi…
Sonrasın da ne mi olmuş Münasebetsize? Orası meçhul işte…
Gelelim Ben münasebetsize;
Burası bir Üniversite şehri. Birçok öğrenci; babası, annesi ihtiyaçları olan parayı gönderemeyecekleri için kendilerine iş ararlar. Üç kuruşa çalışırlar. Derslerinin olmadığı günlerde ne iş olursa yaparlar. Ben onları tedirgin acemi tavırlarından tanırım. Bir satış yapacakları zaman elleri dolaşır. Yüzleri kızarır.
Onlardan iki kız bilinen bir markanın çiğ köftesini satıyor. Takılmak geldi içimden:
“Siz çiğ köfte satıyorsunuz ama bir yanlışlık var”
Şaşırdılar. Telaşlandılar.
“ Ne gibi Amca? Bir yanlışlık mı yaptık?”
“Hayır. Siz de bir yanlışlık yok. Yanlışlık kuralda.”
Daha da telaşlandılar. Korku dolu gözlerle yüzüme bakıyorlar.
“Bu sattığınız ne?”
“Çiğ köfte.”
“Peki, tadı nasıl?
“Acı.”
“Sizin gibi iki tatlı kızın acı satması yakışıyor mu?
Güldüm. Onlar da rahatladılar. Güldüler. Yapılan iltifattan memnun oldular
Başka bir olay:
Mahallemizin muhtarı sempatik, güler yüzlü genç bir bayan.
Ne zaman muhtarlığın önünden geçsem uğrarım ona:
Muhtar benim kızımdır
Uğramadan geçemem
Kim aday olursa olsun
Başkasını seçemem
Derim. Güleriz.
Dur şu muhtar kızıma da bir takılayım dedim bir gün.
“Paris’e ne zaman yolculuk?”
“Ne Paris’i Komutanım?” (O bana hep Komutanım der. -Abi amca de- desem de, Komutanım demeye devam eder)
“Haberin yok mu”?
“Neyden?”
“Haa… Haberin olmaya bilir de. Türkiye’de en sempatik, en güler yüzlü, en güzel Muhtar seçimi yapıldı. Demek ki belediye senden habersiz, seni aday göstermiş. Sen birinci seçildin. Yakın da Türkiye’yi temsilen seni Paris’e götürecekler.”
Gülüştük.
Dostum olan bir tostçunun dükkanında oturuyorum. Öyle tatilinde erkek öğrenciler dükkana hücum ettiler.
Ama medeni çocuklar. Hemen sıraya geçtiler. Hemen hemen hepsinin arka ceplerinde akıllı telefon dediklerimizden var. Bir fıkradan esinlenerek; ünlü ve pahalı olan bir markayı söyledim:
"Bundan kim de var?"
Bir öğrenci:
"Ben de var amca"
"Peki şimdi tostunu alıp sandalyeye otururken -çat- diye bir ses duysan,inşallah kırılan belimdir der misin?"
"Her halde derim amca. Çünkü ben telefonumu çok seviyorum. Hem de bu telefonlar çok pahalı."
Bütün öğrencilerle kahkahalarla güldük.
Bunlara benzer daha birçok münasebetsizliklerim vardır benim.
Niyetim karşımdakileri masrafsız mutlu etmek…
Hani korkmuyorum değil de.
Bir gün iyi bir fırça, ya da iyi bir dayak yiyeceğim.
Olsun ona da katlanmak gerek…