19
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1042
Okunma


ALTI KAVAL ÜSTÜ ŞEŞHANE
Kaynak az insanların istekleri de sınırsız olunca, kavgalar savaşlar başlar. Pastadan daha çok pay almak için taş, sopa, ok derken sıra ateşli silahlara gelir. Köroğlulun dediği gibi –tüfenk icat olur. Mertlik de bozulur- .
Ateşli silahlar ilk icat edildiğinde namlulara kaval denilirdi. Yivsizdi. Namlu üstten doldurulur, harbi denilen doğru bir demir çubukla da sıkıştırılırdı.(Doğru insanlara –harbi adam- denmesi de buradan gelmektedir.) Daha sonra merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolaysıyla da daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bulundu. Bu yivler altı adet olup, spiral şeklinde namlunun içini dolanırdı. Buna Şeş hane denilirdi (Şeş hane: altı dilim).
“Bu tüfek bana dedemden kaldı. Namlusu kaval da olsa onu değiştirmem. Ben ona şeş hane namlu eklerim olur biter” der bir avcı.
“Olmaz “der. Duyanlar. “ Olmaz…” Yakışık almaz. Altı kaval üstü şeş hane bir birine uymaz.
Dinlemez avcı. Dediğini yapar. Yapar yapmasına da altı kaval üstü şeş hane şekilsiz uyumsuz bir şey olmuştur.
Zamanla bu deyim “Altı kaval üstü şişhane “ ye dönüşse de İstanbul’daki Şişhane ile bir ilgisi yoktur.
ÇIKAR BAKLAYI AĞZINDAN:
İnsanlar fıtratları gereği toplu yaşamak zorundadırlar. Toplum kurallarını belirleyen birçok idare şekilleri olsa da, sistem ve idareciler adil değilse kaynakların paylaşımında haksızlıkların, kayırmaların olması kaçınılmazdır. Haksızlıkları yaşayan, uygunsuzlukları gören ancak elinden de bir şey gelmeyen insanlar sinirlenir. Öfkesini yenemez. Her ne kadar küfür acizlikse de küfreder.
Bir sebze türü olan baklanın çekirdeği serttir. Ağızda erimez.
Her hangi bir memleketin, herhangi bir şehrinde adamın biri; düzene haksızlıklara, saçmalıklara tepkisini hep küfürle göstermektedir. Ancak toplum onu dışlamış, yalnızlığı dayanılmaz bir hal almıştır. Çareyi bir hocaya başvurmakta bulur:
“Aman hocam, yaman hocam. Gördüğüm haksızlıklar, kayırmalar, saçmalıklar karşısında küfür etmekten kendimi alamıyorum. Yediğim dayakların yanında, kimse benimle konuşmak istemiyor. Derdime bir çare”
“Tamam” der Hoca.
“Tamam, ben senin derdine çare bulacağım. Ancak her dediğimi yapacaksın. Yanımdan da ayrılmayacaksın.”
Hoca ona bir kuru bakla verir.
“Bunu ağzına alacaksın. Ben çıkar demeden de çıkarmayacaksın. Ne zaman küfür etme isteğin olursa bakla ağzında olduğu için konuşamaz haliyle de küfür edemezsin.”
Kabul eder. Ağzında bakla hep hocasının yanındadır küfürbaz.
Hocaya bilmediklerini öğrenmek için insanlar gelirler. Sorular sorarlar. Bazen öyle saçma sorularla karşılaşırlar ki, küfürbaz ağzını gösterir. Çıkarayım mı baklayı diye. Hoca izin vermez. İşaret parmağını dudaklarına götürür başını sağa sola sallar.
“Daha zamanı var. Bakla ağızdan çıkmayacak.”
Günlerden bir gün yine biri gelir hocaya:
“Hocam binlerce pire tutulsa, derileri yüzülse, onlardan seccade yapılsa o seccadenin üzerinde namaz kılınır mı? Kılınmaz mı?”
Hocanın sabrı taşmıştır.
“ Yeter artık. Din bu değil. Müslümanlık bu değil. Ne hale getirdiniz Müslümanlığı? Çıkar oğlum ağzından baklayı”
Küfürbaz ağzından öyle bir sevinçle çıkarır ki baklayı ve öyle bir söver ki soru sorana. Soruyu soran da, Hoca da utançlarından yüzlerini elleriyle kapatmak zorunda kalırlar.
“ Ahh Hocam ahh. İşte ben bunun gibilere sövüyordum…”