11
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1390
Okunma

Gerek iş hayatı gerekse sosyal yaşamın diğer alanlarında elde ettiğim yılların tecrübesinin bir sonucu olarak iddia ediyorum.Sayısal olarak ta,niteliksel anlamda da KADINLAR ERKEKLERDEN ÇOK DAHA FAZLA DELİKANLIDIRLAR. Bu iddialı tanımlama, Edebiyat defterinden tanıdığım sözünün eri açık yürekli ve delikanlı hanım arkadaşlarımın özelinde, dil, din, ırk fark etmeksizin ülkemizdeki ve dünyadaki, diğer kadınlar içinde geçerlidir. Bu iddia, yediğim kazıkların onlarca farlı tecrübesiyle sabittir. Eğer bir gün dünyaya gerçek manada barış gelecekse bu kadınların mertliği sayesinde olacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Bu nedenle 8 mart tarihi ve o günün adı, ‘’8 mart dünya delikanlı kadınlar günü olması gerekir!’’
Evrim teorisinin tanımında olduğu gibi insan maymundan mı türemiştir? Yoksa kutsal kitaplarda geçtiği şekliyle yaradılış hikayesine uygun bir varoluş sürecine mi sahiptir? Bu sorular insanlık var oldukça bir biçimi ile kafaları kurcalayacak ve yaşamın akışı içerisinde cevabı aranacak bir konudur. Ancak kafaları kurcalayacak ve cevabı hep aranacak bir şey daha var ki,o da insan türünün birbirinden farklı olan düşünce yapısıdır.
Karmaşık psikolojiye ve komplike yaradılış özelliğine sahip olan insanın düşünce sistemi de buna paralel olarak çok çeşitlilik gösterir. Ruhsal yönden, başta korku,kıskançlık,sevgi,öfke vs gibi duygusal etkileşimlerin temelinde cinsellik yatar. Anne karnında başlayan cinsellik insanın davranış biçimini şekillendiren en temel iç güdüdür.
Özetle, ilk çağlar da kadınlar ve erkekler birlikte avlanıp, birlikte doğaya karşı yaşam savaşı verirken, yaşam döngüsünde, ilkel el aletlerini geliştirip daha rahat avlanma ve hayat koşulları oluşturan insanoğlunun yaşamı tanımlaması ve algılaması değişime doğru evrilmiştir. Yüzlerce yıl süren bu değişim ve gelişim sonrasında, giderek sosyalleşen insan ruhsal olarak kıskançlık,aşk ve korku gibi olumlu ya da olumsuz duygusal etkileşimlerini de beraberinde geliştirmiştir.
İlerleyen çağlarda insan ırkı basit el aletlerinden, elle çalışan manüel makineleşmeye geçtiği süre içerisinde, artık yaşadığı coğrafyanın elverdiği olanaklar ölçüsünde kendi kültürünü ve değer yargılarını oluşturmaya başlamıştır. İnsan türünün değişen zaman içerisinde geliştirdiği yaşam koşullarında, ne yazık ki, erkek cinsi egemenlik noktasında daha fazla öne çıkmış ve birlikte avlandığı, birlikte doğaya karşı mücadele verdiği kadın cinsine artık eskisi kadar ihtiyaç duymamaya başlamıştır. Ya da başka bir ifadeyle basit makineleşmeye geçmesiyle değişen yaşam koşulları içerisinde kendisine daha fazla zaman ayıran insanoğlu ruhsal olarak, kıskançlık, kaybetme korkusu gibi vs duygularıyla yüz yüze kalmıştır. Bu yüzleşme neticesinde, kendi eksikliğini keşfeden erkek cinsi duygusal iç çatışmasını bastıra bilmek için koruma iç güdüsünü daha fazla öne çıkarmış ve kendince kurallar belirlemiş ya da öyle bir algı oluşturmak istemiştir.
Bu algı insanlığın din olgusuyla tanışmasıyla birlikte başka bir boyuta ulaşmıştır, artık kadının sosyal yapısı toplumdan topluma değişen din öğretilerine göre yani ‘’günah/sevap’’ ilişkilerinin niceliğine, türevine ve biçimselliğine göre şekil almıştır.
Kısacası cinsel iç güdülerin etki alanında kalan erkek cinsi kıskançlık olgusunu abartarak öne çıkarmış ve daha önce doğaya ve yaşama karşı birlikte hareket ettiği kadın cinsini tahakkümü altına alıp onları sosyal yaşamın dışında bırakmak istemiştir.
Her ne kadar dinlerin kutsal öğretilerinde kadın haklarına da yer verilmişse de zaman içerisinde yaşamın doğasına hükmetmeye alışmış erkek egemen anlayış, günah olgusu üzerinden kadını kendi hegemonyası altına alma çabalarını da sürmüştür.
Geçmişte doğaya karşı savaş veren insanoğlu artık içinde din kavramının da olduğu farklı bir çok gerekçe üzerinden,kendi coğrafyasındaki kavimlerle ya da keşfettiği başka coğrafyalarda yaşayan toplumlarla da savaşmaya başlamıştır. Ve ne yazık ki, erkek cinsi o çağlardan günümüze savaş gibi bir ilkelliği adeta bir kültür haline getirmiştir.
Bir de buna erkek egemen dünyada üretilen teknolojik silahlarla yapılan savaşların faturasını en ağır şekilde ödeyen kesimlerin kadınlar olduğu eklenildiğinde maalesef durum kadınlar için hiçte iç açıcı olmadığı görülmektedir.
Günümüze kadar gelen süre içerisinde insanlık manüel makineleşme den, otomatik ve sonrasında da elektronik makineleşmeye geçerek sanayileşme devrimini başlatmışsa da savaşlar yüzünden ülkelerin ekonomisinin çökmesi nedeniyle kadının sosyal statüsünde çok fazla bir değişim olmamıştır.
Dolayısıyla kapital düzeyde değişen yaşam şartlarında kadın,çeşitli istismarlara maruz bırakılmıştır. Ya fabrikalarda emeği ya da oluşturulan seks sektörüyle bedeni sömürülmüştür. Öyle ki, kadın bedeni her alanda cinsel obje olarak kullanılmış, müstehcenlik modernlik olarak sunulmuştur. Birde buna modernliği cinsellik seviyesinde algılayan bazı marjinal kesimlerin kadın haklarını cinsellik üzerinden tanımlaması eklenince, erkek egemen toplumlarda kadının gerçek manada kendi hakkını aramasının ya da yasal haklarının verilmesinin önünü kapatmıştır.
Dünya emekçi kadınlar günü olarak kutlanan sekiz mart tarihi bilindiği gibi 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlamasıyla ve polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesinin, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlar yüzünden kaçamaması sonucunda 120 kadın işçinin can vermesiyle sonuçlanan olayların yıl dönümü olarak anılır. Ve her yıl 8 Mart’ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür.
Amerikanın New York’ta kentinde yaşanmış trajedi dünya kamuoyunda yankı bulmuşsa da o günden bu güne dünya genelinde kötü iş koşullarında çalışan kadınların sayısı hiçte az değildir. Bu nedenle 8 mart dünya emekçi kadınlar günü marjinal kesimlerce farklı alanlara çekilmeyecek kadar önemlidir.
Neticede zorlama bir anlayışla ilk çağlardan günümüze, kadın profili modern bir görünüşe kavuşmuşsa da aslında değişen bir şey olmamıştır. Sadece kadınların yaşadığı sorunlar ve acılar biçimsel olarak boyut değiştirmiştir. Yani acıları çok daha fazla artmış ve içinden çıkılması zor bir hal almıştır. Çünkü kapitalist sistemle şekillenen bu ekonomik düzende ve günümüz dünyasında kadının hayata tutunması giderek zorlaşmıştır.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen,delikanlı ruha sahip kadınlar sayesinde eninde sonunda şartlar değişecek ve kadınlar ilk çağlarda olduğu gibi modern çağda da erkelerle aynı düzlemde hayatı paylaşacaklardır. O zaman hiç şüphe yok ki, kadınlarımızın, derin ön görüleriyle bizlerin yaşamı güzelleşecek, maharetli ellerinde geleceğimiz huzura ve barışa doğru evrilecektir.
Aksi halde kadınların aktif olmadığı bir dünyada insanlığın yaşayacağı başka bir gezegen arayışı kaçınılmaz olacaktır. Çünkü erkeğin egemen olduğu bu dünyada insanlığın akıbeti çok karanlıktır.
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜN TÜM İNSANLIK İÇİN AYDINLIK YARINLARA MİLAT OLMASINI DİLER, TÜM KADINLARIN BU ÖZEL GÜNLERİNİ SAYGIYLA VE SEVGİYLE GÖNÜLDEN KUTLARIM.
Serhat BİNGÖL. 07.03.2017
Edebiyat Defterinin Değerli Yöneticilerine,
Seçki kuruluna, naçizane yazımı okuyup değerlendiren dostlarıma çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla,