17
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1796
Okunma

Beş sıraya bir fındık.Gün de yirmibeş sıra. Beş fındık
Anamın diktiği çantaya koyardırm defterimi,kitabımı.Okul dönüşü otururdum halının başına. Her gün aynı. Her gün yirmibeş sıra beş fındık. Kolaymı halı dokumak? Çözgülerinin arasından dolayıp, kendi bıçağıyla keseceksin renk renk ipleri. Sonra atkıyı atacaksın. Kirkitle vurup sıkılaştıracaksın.
Takk…Takk..Takk…
Parmaklarımın ucu nasırlaşırdı. Şimdi bile hala hissizdir parmak uçlarım. İyi ki fabrika halıları çıktı da kurtuldu kızlar halı dokumaktan.
Dışarıda ip atlar, saklambaç oynarlardı . Seslerini duyardım. Boynumu büker ışıltılı gözlerle bakardım anamın yüzüne.
“Ne olur anam ben de dışarı çıkıp oynayayım” demekti bu.
Anlardı.
O da boynunu büker, ellerini açar halıyı gösterirdi.
“Daha yirmibeş sıra bitmedi ki. Akşam baban sormaz mı? Demekti onun kisi de.
Anlardım.
Ben evin en büyüğüydüm.
Benden sonra iki kız kardeşim daha var. Onlar ağlayınca susturmak ta benim görevimdi. Anam ya saç üstünde yufka pişirir, ya günlüğe gider ya da küçük bahçemize soğan dikerdi.
Tepedeydi derme çatma kerpiç evimiz. Yukarıdan bakınca aşağıda ki kiraz bahçeleri görünürdü. Babam:
“Fakirin evi bayır, yediği abur cubur, konuştuğu ıvır zıvır” derdi.
Yazın gelmesini, kirazların olgunlaşmasını beklerdim. Bir hay huy alır götürürdü kiraz bahçelerini. Günlüğe gidilirdi. Ben de giderdim. Ağaçların en uç dallarına kuş gibi konar toplardım kirazları, yorulmak nedir, günlüğüm kaç liradır? Bilmezdim.Beğenirlerdi benim çalışmamı. Babama verilirdi kazancım. Neşeli olurdu kiraz toplamak. Türküler, maniler söylenirdi. Onbeş yirmi gün sürerdi kiraz hasadı. Sapsız kopan kirazı ağzıma atmak ayrı bir zevkti. Bahçe sahibi görür de kızar diye, utanırdım kiraz yerken…
İlk okulu bitirdim. Öğretmenim bize geldi. Elindeki kağıtları gösterdi. Babama:
“Hemşirelik okuluna yatılı öğrenci alacaklar. Bu kız akıllı, kazanır. İmzala amca bu kâğıtları. Kendini kurtarsın.”
“Olmaz”dedi babam. “Olmaz halıyı kim dokuyacak?”
Çok dil döktü öğretmenim. Babam sertleşti:
“Öğretmen ,sen okuttun işin bitti. Bundan sonrasına karışma. Kız benim kızım”
Çaresiz çekti gitti öğretmenim.
Okul bitince, günlük dokunacak sıra sayısı artmış, fındık da kesilmişti. Babam dokunan halıyı omzuna alır pazara götürür, sırtına aldığı bir çuval halı ipiyle de geri dönerdi.
Bu halı çilem yıllarca sürdü.
Büyümüş, serpilmiştim. Kız kardeşlerim ilkokuldan sonra ortaokula da yazdırıldı. Onların okul önlüklerini yıkadım ütüledim. Yüreğim sızlayarak…
Bir gün uzak bir şehirde memur olan amcamdan mektup geldi:
“Özledim onu .Gönder yeğenimi. Gözü gönlü açılsın.”
Çok sevindim !
“Bitir halıyı öyle” dedi babam.
Gece gündüz demedim. Dokudum bitirdim. Gönderdiler beni amcamın bulunduğu şehre. İlk defa çıkıyordum bu küçük kasabadan. Kocaman caddeler, binalar. Süslü boyalı kadınlar, kızlar…
Bir gün genç bir delikanlıyla annesi geldi amcamlara. Onlara kahve, cay yaptım. Hizmet ettim. Daha sonra o gençle konuşturdular beni. Ne konuşmuştuk? Hatırlamıyorum. Sevmiş miydik birbirimizi? Sevgi nedir? Bilmiyordum. Konuşuldu. Gidildi gelindi. Davulsuz, düğünsüz, gelinliksiz duvaksız evlendik. Onlarda da para yoktu bizde de… Henüz onyedi yaşındaydım.
Gurbetler gezdik. Yokluklar gördük. Üç çocuğumuz oldu. Dördü de okudu. Dördüncüsü kim mi?
O da benim beyim. Tutturdu elimizin ekmeği olmasına rağmen “Ben Üniversite okuyacağım” diye. Bir değil iki Üniversite bitirttirdim ona da. Acım, susuzum demedim. Destek oldum. Çocuklarımız ekmek peşine düştüler. Buldular ekmeklerini. Evlendirdik onları. Boy boy torunlarımız var şimdi.
Kız kardeşlerim memur oldular. Memurlarla evlendiler. Evleri, arabaları var. Huzurları da var mı? Onu bilemem.
Annem, babam sağ. Yaşlılar. Bazen onlara bakmaya giderim. Çocuklar çocuklarına bakmam için çağırırlar beni. Onlara da giderim. Öyle zamanlar olur ki kendi evimde misafir gibi az kalırım.
Peki, mutlu muyuz?
Karnımız tok, sırtımız pek, kışın soğuklarda odamız sıcak.
Bazen kavga ederiz eşimle. Ancak fazla küs kalamayız. Arada bir kavga iyi oluyor. Sonra barışınca güzellikler yeniden başlıyor.
Ben ev işlerini severim. Beyim ya bilgisayarın başındadır, ya da elinde bir kitap... O bana karışmaz, ben de ona.
Bir gün hiç adetim olmadığı halde:
“Bütün gün ne yapıyorsun bu bilgisayarın başında?
“Okuyor, yazıyorum işte…”
“Bir gün de beni yazsana!” dedim.
“Neyini yazayım?”
“Halıyı yaz. Kirazı yaz. -ONLARI OKUTTULAR BANA DA HALI DOKUTTULAR- sitemimi de mutlaka belirt ”
Belki bir gün yazar. Zaten yazarsa sizlerin haberi olur.
Benim mi? Belki bana da okur. Fazla ilgilenmem yazdıklarıyla.
Ahh…Ahh… Okumak gibisi var mı?