11
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1779
Okunma


Takırtılarla uykum bölündüğünde saat gece yarısını geçmiş olmalıydı. Fenerin yakıtını kontrol edip yattığımda zaten saat oldukça geç olmuştu. O yüzden uyandığımda tam olarak ayılamadım. Bir müddet boş boş karanlığı izledikten sonra gürültülerin kaldığım yerin mahzeninden geldiğini farkettim. Yaklaşık bir aydır buradaydım ve ilk defa böyle bir gürültü duymuştum. Tabi hemen aklıma bir ay önce Şabla’ya gelirken Halil ağayla yaşadıklarımız geldi. Etkisinden yeni yeni kurtuluyordum.
--O gece o şey ormanda karşımıza çıktığında Halil ağa kaskatı kesilmiş, ardından bayılmıştı. Bense ne yapacağımı şaşırmış bir halde Halil ağayı tutup yerde sürüklüyor, elimden geldiğince kaçmaya çalışıyordum. Karşımdaki şey çok ağır hareket etmesine rağmen çok hızlı yaklaşıyordu. Halil ağayı tek kolundan yakalayıp arkama bakmadan kaçmaya başlamıştım. Ne zaman ki varlığını tam arkamda hissettim, dizlerimin bağı orada çözüldü. "-Seni bekliyordum" dedi, hayatımda duyduğum en tüyler ürpertici sesle. O anı ve o korkunç sesi ömrüm boyunca unutamayacağım sanırım. Kendimi kaybetmek üzereyken uzaktan gelen bir horoz sesiyle karşımdaki varlık çılgına döndü ve ağır gibi görünen hızlı hareketlerle ağaçların ardında gözden kayboldu. Durumdan aldığım cesaretle hemen Halil ağayı atına yükledim ve ben de atıma atlayarak horoz sesinin geldiği yöne hızla ilerledim.
Şabla’da köy halkı bizi perişan halde görünce hep birlikte seferber olup yardım etmeye çalıştılar. Hekime ihtiyacımız olup olmadığını sordular, sofra kurdular. Ama başımıza gelenleri anlattığımda herkes sessizleşti ve yavaşça dağıldılar. Sadece köyde yeni göreve başlayan köy imamı kalmıştı. Şaşkın bakışlarla çevresine bakındı. Çünkü buranın halkının çok canayakın çok misafirperver olduğunu söylüyordu. Olanlara bir anlam verememişti. Halil ağa kafasını sağa sola salladı. "-Garip, çok garip" dedi. "-Bu kadar kızdıracak ne yapmış olabilirim?"--
O günden beri garip bir olay yaşanmamıştı. Fener köyün dışında olduğundan köy halkıyla zaten çok içli dışlı değildim. Fenerin işleyişi hakkında çoğu şeyi de muhtardan öğrenmiştim. Ancak önceki fenercinin neden işi bıraktığını öğrenememiştim. Bahr-i siyah genelde fırtınalı olduğundan, fenerde sesler, gıcırtılar ve takırtılar eksik olmazdı. Ama şimdi beni derin uykumdan uyandıran bu takırtılar her zaman ki seslere benzemiyordu. Daha çok kapı çalınıyor gibiydi. Kalkıp gaz lambamı yaktım ve sesin geldiği mahzen kapağının önüne geldim. "Tak-tak, tak-tak, tak-tak" Evet tam olarak birisi aşağıdan kapağa vuruyordu. Muhtar "mahzen bomboş, kimse kullanmadı bugüne kadar" demişti. Ben de hiç ihtiyaç duymamıştım. Şundan bir kaç ay öncesine kadar hiç tereddüt etmeden kapağı açar, hatta gözümü kırpmadan aşağı bile inerdim. Ama şimdi ellerim titriyordu. Kendi kendime kızdım. "Ahmak!! Bir de asker olacağım diyorsun, şurada bir kapağı kaldırmaktan acizsin!!". Ne kadar kendimi cesaretlendirmeye uğraşsam da kapağı kaldıramıyordum. O esnada kapağa tekrar vurulmaya başlandı. Bir anlık heyecanla kapağı kaldırıverdim. Görünürde bir şey yoktu. Lambayı aşağıya sarkıtarak kafamı uzatıp etrafa bakındım. Dışarıya penceresi olmayan mahzen zifiri karanlıktı. Yoğun rutubet kokusu kafamı uzattığımda öksürmeme neden oldu. Aşağıya inmeyi düşünsem de, bu fikirden hemen vazgeçtim. Rüzgar yapmış olmalıydı gürültüyü. Yine de küçük yağ fıçılarından birini kapağın üzerine çektim.
Merdivenlerden en üst kata çıkıp feneri kontrol ettim. Zaten yakıtını koyalı fazla olmamıştı. Aşağıya inip dışarıya çıktım. Bir müddet kuzeyden gelen serin havayı içime çektim. Ben bu zamana kadar hiç bir şeyden korkmamıştım. Şimdi bu hastalıklı halim hiç hoşuma gitmiyordu. Ayrıca askerde kim bilir ne koşullarda kalacaktık. O yüzden buna bir son vermeliydim. Ne olursa olsun korkularımın üzerine gidecektim. Belki de Halil ağanın bana anlattıkları yüzünden ben de hayal görüyordum. İnsanın aklına vesvese girmeyegörsündü zaten. Ondan sonra delirmek işten bile değildi.
-Ah Halil ağa neydi o analar, atalar, şürele bilmem ne? Doldurdun aklımı benim de böyle. Ama o gece ormanda yaşadığımız neydi? Hayal olamaz mı? Sonuçta belli belirsiz bir şey gördüğü mü sandım. Halil ağanın bayılmasıyla daha çok vesveselendim. Belki de bir şey yoktu. Zaten köy halkı da deli demiştir bizim için. Hadi oğlum geç yat uyu Allah’ını seversen.
İçeri girip kapıyı kapattım. Yatağa yönelmişken tekrar geri dönüp kapıyı sürgüledim. Mahzenin kapağına kaydı gözüm. Fıçı hala yerli yerindeydi. Pencereler rüzgardan tıkırdıyor, dışarıya açılan tahta kapakları gıcırdıyordu. Rüzgarda böyle olurdu zaten. Her yerden ayrı bir ses gelirdi. Korkacak bir şey yoktu. Gaz lambasını başucuma koyup yatağıma uzandım. Lambayı söndürüp gözlerimi kapattım. Artık tıkırtılar, gıcırtılar ninni gibi geliyordu. Bunların beni nasıl korkutabildiğini düşünüp kendi kendime güldüm. Halil ağayla görüştüğüm ilk fırsatta da bunları gülerek anlatacak, onunla alay edecektim. Artık sesli gülmeye başlamıştım ki, birden sustum. Tüylerim diken diken oldu. Sanırım odada biri vardı. Bir süre sessizce kulak kabarttım. Nefes alıp verme sesine benzer bir ses vardı. Kendi sesim mi diye nefesimi tutup bekledim.
Sesin sahibi tam arkamda, yatağımdaydı...
==============================================>>>