15
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2065
Okunma


BİZİM AİLE
(Bener anlatıyor:)
Genellikle köylerde Ali, Ahmet, Mehmet gibi isimler konulurken, babam benim ismimi BENER koymuş.
“Nereden aklına geldi bu isim?” diyenlere:
“Pancar şefi Bener Beyi görmüyor musunuz? Bener Bey, Bener Bey diye nasıl etrafında fır dönüyorlar? Benim oğlum da Bey olacak” dermiş.
Ah benim canım babam. Beyliğin isimle değil, adamlıkla olacağını ne bilsin. Gönlü öyle istemiş işte…
Biz yedi oğlan bir kız, sekiz kardeştik. Sondan bir evvel ki bendim. En sonuncumuz da kız kardeşimiz Şenay. Babam kız kardeşimize -Yedi gümüşün bir altını-derdi. Onu bütün ağabeylerimiz severdi. Ama Şenay’la benim birbirimize olan sevgimiz daha bir başkaydı.
Ben ona abla, o da bana ağabey derdi. Babam beni askere geç gitsin diye kardeşimden küçük, kardeşimi de çabuk gelin olsun diye benden büyük yazdırmış. O zamanlar böyle düşünülüyor, böyle işlemler yapılabiliniyormuş demek ki.
Büyüdük. Anne baba çekip gitti bu Dünyadan.
Babamın arzu ettiği gibi Bey, Hanım olmasak ta devlet memuru olduk ikimiz de. Evlendik çocuklarımız oldu. Beraber ayran içmedik ama ileriki yıllarda ayrı düştük birbirimizden. Kardeşim başka yere yerleşti, Ben başka yere. Ama hep arar sorardık birbirimizi. Yaşlar ilerledikçe birbirimizin kıymetini daha iyi bilir olduk.
Büyük yeğenim Nilay aradı:
“Nasılsın Dayı?” Sesi ölgündü.
“İyiyim” dedim. Bir olağanüstülüğün olduğu sesinden belliydi.
“Hayırdır?”
ÜÇ KIZ BİR ANNE
(Nilay anlatıyor:)
-Aylardır saklıyoruz. Artık dayanamıyorum. Ara dayını gelsin-dedi annem.
“Pek hayır değil dayı. Annem çok hasta”
Hemen yola çıkmış dayım. Geldi.
İki kardeş birbirine sarıldılar. Annemin başörtüsü takma âdeti yoktu. Dayım başındaki örtüyü açtı. Saçsız başını gördü. Her şey anlaşılmıştı. Sarıldılar. Ağladılar. Gözyaşları birbirine karıştı. Dayım yüzüme baktı. Gözlerimi kaçırdım.
Annemin üç kızının en büyüğü benim. Ailemin karşı çıkmasına rağmen eşimle severek evlendim Yıllar ilerledikçe aşk azalıyor, huzursuzluklar çoğalıyordu. Eşimle ayrı yörelerin insanıydık. Örflerimiz, adetlerimiz, alışkanlıklarımız birbirine benzemiyordu. Karşılıklı çok emek versek de yürümedi evliliğimiz. Ayrıldık. Bu ayrılıkta benim de suçum var. Ben istikrarsızdım. Çok sık karar değiştirirdim. Bazen bir davranışım diğer bir davranışıma benzemezdi. Sonbaharda dalından kopan bir yaprak gibi çok sürüklendim. Ama şimdi kendimi dine adadım. Annemle beraberim. Böyle daha huzurluyum.
Benim bir küçüğüm Ahsen. Aslında iyi biridir. Ancak diktatör bir yapısı var onun. Emreder. Tenkit eder. Ben evlenmeyi tercih etmiş, okumamıştım. O okudu. Bir şirkete yönetici oldu. Şirketi çok iyi bir konuma getirdi. O da ayrıldı eşinden. Eşi fazla dayanamadı herhalde onun tahakkümüne. Arada bir uğrar yanımıza. Ama dışarıdan verdiği direktifler hiç eksik olmaz. Ne olursa olsun. O da benim canım kardeşimdir.
En küçüğümüz Ayten. Belki de en akıllımız odur bizim. Çok zeki, çok çalışkan biridir. İyi bir işi, iyi de bir geliri var. Eşiyle de çok mutlu. Gelir hal hatır sorar. İhtiyaçlarımızı karşılar. Para bırakır bize. Bunları yaparken çok dikkatlidir. Gururumuzu incitecek hiçbir davranışı olmaz.
Yıllardır hapishane de babam. O hep çok zengin olmak isterdi. Nereden nasıl tanışmışsa tanışmış, karanlık yüzlü, karanlık fikirli arkadaşlar edinmişti. Arada bir bize- bak göreceksiniz çok zengin olacağız çook- derdi. Bazen kaybolur günlerce gelmezdi. Bir gün polisler gelip götürdüler.Babamın-onlar benim arkadaşlarım- dediği insanlar şirketler kurdurup kötü işlerine alet etmişler babamı. İhtirasının ve iyi niyetinin kurbanı olmuştu babam.
Annem hem analık hem babalık yapsa da babanın yokluğu hep hissediliyor. Annem yıllarca bize siper oldu. Aldığımız yanlış kararların sonuçlarını hep göğüsledi. Hayat şartlarıyla, bizlerle uğraşırken de neşesinden de hiçbir şey kaybetmemeye dikkat etti. Çocukları çok severdi. Güzel çirkin, zengin fakir ayırt etmez hepsini- Şirin Çocuk- diye sever onlara hediyeler, paralar verirdi. Çocuklar annemin adını bilmediklerinden – Şirin diyen teyze – derlerdi. Bu daha sonra Şirin Teyzeye dönüştü.
O da yoruldu sonunda. Bu stresli yaşama fazla dayanamadı. Yataklara düştü.
Annemle dayım uzun uzun sohbetler ettiler. Bazen güldüler bazen ağladılar. Dayım vedalaşıp ayrılırken annem sıkı sıkı tembih etti dayıma:
“Sakın otobüste telefonunu kapatma”
ACI YOLCULUK
(Halit kaptan anlatıyor:)
Uzun yıllar otobüs kaptanlığı yaptım. Eskiler hatırlarlar. Bir radyo programı vardı. İstenen parçaları çalarlardı. Programa;
“Sayın sürücüler gözünüz yolda kulağınız bizde olsun” diyerek başlarlardı.
Biz kaptanların gözü hep yoldadır. Ama görünmeyen fark edilmeyen başımızın arkasında da bir gözümüz daha vardır sanki. Yolumuza devam ederken yolcularımızın durumlarını onlar fark etmeseler de biz takip ederiz.
Yola çıktık gidiyoruz. En önde oturan bir yolcumuz çok huzursuzdu. Telefonu hep elindeydi. Arada bir çalmış da duymamış gibi kulağına götürüyordu. Sonunda çaldı telefonu. Hemen açtı. Karşıdaki sesi duyunca öyle bir yürekten;
“Eyvahh” dedi ki. Ağzından çıkan bir ateşti sanki.
“Kaptan… Kaptan…”Dedi. Sonunu getiremedi.
“ Kötü bir haber mi? Kaza mı?”
“ Yanından yeni ayrıldığım kardeşim ablam canım ciğerim…”
Ağlıyordu. Anlamıştım.
“Başın sağ olsun. Sakin ol. 15-20 dakika sonra mola vereceğim. Mola yerinde seni geldiğimiz yöne giden otobüslerden biriyle geri gönderelim.
Öyle de yaptım.
Ölüm gelmiş, yine birilerinin yüreğine ateş düşürmüştü.
Çok olaylarla karşılaştım kaptanlık yıllarımda. Ama o yolcunun yanaklarındaki yaşı, yüzündeki kederi sesindeki o “eyvahhı” hiç unutamadım…