6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
800
Okunma

1960’lı yıllarda EOKA örgütünün Kıbrıs’ta yaptıkları hep anlatılır. Enosis düşüncesi doğrultusunda adanın Yunanistan’a katılması yönünde mücadele eden örgüt başlangıçta İngiltere’yi hedef alır görünsede sonraları giderek artan biçimde adadaki Türk varlığını hedef almaktadır. Öyleki, gittikçe Makarios yönetimini bile yetersiz bulacaklardır.
Beri yandan birkaç yıl önce haberlerde Ali Kırca’nın bir sunumu aklıma gelir. "Türk milleti yakın tarihte bir günü hiç unutmadı" sözleriyle paylaşılan olay 1963’te Kıbrıs’ta askeri Doktor Nihat İlhan’ın ailesinin EOKA tarafından katledilmesidir.
Yine ünlü Johnson mektubunu da biliriz. Evet, 1964’te Türkiye’ye gönderilen ultimatom gibi mektup. Özetle belirtirsek; Türkiye, Kıbrıs’a müdahale hazırlıklarına başlar. Tabi Amerika’nın tepkisi gecikmez. Üslup açısından her zaman tartışılmış ve diplomatik nezaket açısından eleştirilmiş bu mektupta Amerika, Türkiye’ye şunları demektedir: Kıbrıs’a müdahaleniz Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getirir. İki müttefik ülkenin savaşımı Nato çıkarlarına uygun düşmez. Üstelik bu yöndeki bir hareketiniz Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye harp ilan etmesine ve saldırmasına yol açar. Açıkçası uğrayacağınız böyle bir saldırıda Nato ve Amerika sizin yanınızda yer almakta isteksiz davranır. Ve tabi harekât teşebbüsümüz sona erecektir.
Hatta o sırada Başbakan olan İsmet İnönü’nün "Bir dünya kurulur ve Türkiye’de o dünyada yer alır" demesi de ilginçtir. Ancak bu söz o dönem için tatbik edilebilmiş değil açıkçası.
Şüphesiz ülkemizi yoğun bir hazırlık dönemi beklemektedir. Bu devreyi simgeleyen ilgi çekici örneklerle karşılaşırız. Sözgelimi Kıbrıs’ta Rum radyosunun bir Yesari Asım Arsoy bestesi “Beklerimde Gelmedin” adlı değerli musiki eserini yayınlamasına karşın Bayrak radyosu kanalıyla ünlü şairlerimizden Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir şiirinden bestelenen “Bir Gece Ansızın Gelebilirim” isimli kıymetli bir parçayla karşılık vermemiz o günlerden sıcacık bir hatıra olmalıdır.
Nihayet, 1974’te Türkiye garantör devlet olmaktan gelen haklarını kullanır ve adaya müdahale eder. Hiç şüphesiz garantör devlet hakkını elde etmemiz 1959’da gerçekleştirilmiş olup, merhum Adnan Menderes’in Başbakanlığı ve yine rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı dönemine aittir. Bu hususun uzantısı olarak 20 Temmuz ve 14 Ağustos tarihli iki harekâtı hatırlayabiliriz. Elbette mekanik bir duruşla çevireceğimiz takvim yaprakları değildir onlar. Mehmetçiğimizin aziz hatırası önünde eğileceğimiz günlerdir.
Dönemin Anekdotları arasında o sıra Dışişleri Bakanımız olan Turan Güneş’in kızının adından esinlenerek geliştirilen "Ayşe Tatile Çıksın" sloganı aklımıza gelebilir. Yine o dönemde Başbakanımız olan Merhum Bülent Ecevit’in söylediği "Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türkler’e değil, Rumlar’a da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Türkiye’nin Kıbrıs’ta barış, kardeşlik ve özgürlük için giriştiği harekât bu sabah erken saatlerde başlamıştır" sözü de dikkat çekmektedir. Tabi o dönemde Yunanistan’da Albaylar Cuntasının görevde olduğu, harekâtın sonunda ise bu cuntanın devrildiği ve komşumuzun demokrasiye geçtiği düşünülürse dikkat çekici bir söz olmalıdır.
Ben Kıbrıs Harekâtı olduğunda Ankara’da idim. O günlerde hükûmetin direktifi ile geceleri karartma yapılması da aklıma gelir. Yunanistan’ın hava saldırısı düzenleme ihtimaline karşı tabi. Şimdi rahmetli olmuş bir akrabamın halamların evinde lambaları koyu renk krapon kâğıdı ile kapladığını hatırlarım.
O dönemde bildiğimiz gibi ülkemizde koalisyon hükûmeti görevdedir. Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli Selamet Partisi. Şimdi hayatta olmayan iki isim Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan ile birlikte lideri oldukları partiler koalisyon ortağıdır. Yakın tarihimizde kurulan hükûmetler içerisinde kısa süreli olsa bile bana ilginç gelen bir model olmuştur hep.
Düşünsenize 1960’lı yıllarda birisi yakın bir dönemde böyle bir hükûmetin kurulacağını söylese nasıl karşılanırdı acaba? Bir yanda Kemalist bir parti diğer yanda ise Gelenekçi hüviyetli bir parti karşımızdadır.
1973-74 döneminin bu hükûmet modeli yakın tarihimizde başlıbaşına bir değerdir kanımca. Elbette o dönemde anlaşabilme zemininin kolayca sağlanamayacağı ve hatta iki partinin tabanlarındaki zıddiyet düşünüldüğünde çok zor olduğu aşikâr. Uzlaşı temelinde bir süre daha devam edebilseydi ülkemiz açısından nasıl ve ne gibi durumlar doğardı? Hiç şüphesiz bugün kestirilebilecek bir durum değil bu. Ve tabi denemenin mimarları olup da bugün hayatta olmayan iki lidere bir kez daha Allah’tan rahmet dilerim.
Sözün özü Kıbrıs; coğrafi konumu ve tarihi derinliği itibariyle taşıdığı kilit değer bağlamında dış politikamızın her dem bir mücevheri olarak karşımızdadır. Bu şuurla birlikte Kıbrıs Barış Harekâtının 42’inci yıl dönümünü en içten duygularımla kutluyorum.
L.T.