7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1196
Okunma

‘’Türklerin de astronotları varmıymış?’’ Diye sorduğunuzu hissediyorum şu anda. Olmaz mı? Hem de kendi ellerimle yetiştirdim onları. Ama siz isterseniz onlara kozmonot da diyebilirsiniz.
Durun önce size astronot ve kozmonot arasındaki farkı izah edeyim.
Herhangi bir gök cismi ile evreni çevreleyen katmanları aşarak …Biraz fazla salladım galiba. Evrenin katmanlarını aşmıyorlardı sanırım.
Ya her ne ise…Bir gök cismi ile uzaya çıkan herhangi bir uzay adamısınız diyelim ki. Eğer Rus milletinden iseniz size Kozmonot diyorlar, Amerikalı ya da bir başka ülkeden iseniz de astronot oluyorsunuz.
Biz Türk Milleti olarak Rusları fazla sevmediğimizden bizim uzay adamlarına astronot diyoruz ve işte o astronotlardan ya da uzay bilimcisi anlamına gelen astronomlardan en azından önemli bir kısmını ben yetiştirdim.
Rezzan Kiraz, Medyum Memiş, Medyum Keto gibi Astrologlarla ise uzak yakın hiç bir ilgim yoktur. Zira bilindiği üzere ben oldukça ciddi bir bilim insanıyımdır şahsen.
Evet bu gün sizlere ünlü Türk astronot ve astronomlarını nasıl yetiştirdiğimi anlatacağım.
Şimdi hemen koltuklarınıza oturun ve Türk Milli Eğitiminin içler acısı hallerine göz yaşı dökmek için mendillerinizi hazırlayın.
Yalnız hemen belirteyim ben sadece ünlü Türk astronot ve astronomlarını yetiştirmekle kalmadım aynı zamanda mesela ülkemizi yurt içinde ve yurt dışında temsil etmiş nice altın madalyalı sporcuları, ( Ki çoğu futbolcudur.) nice müzisyenleri, nice sağlık uzmanlarını, nice turizmcileri de yetiştirmiş komple bir öğretmenim.
Yıl 1978
Manavgat İmam- Hatip Lisesinin kapısından içeri adımımı attığım anda bahçede top oynayan çocukların tepiklediği top yuvarlanarak önüme kadar geldi. Hemen anında gerildim ve topa bir tepik de ben sallayacağım ki adının daha sonra Yaşar olduğunu öğrendiğim öğrenci bağırdı.
-Lan lan laaaannn. Dur. Vurma topa.
Çocuk öylesine kesin bir emir şeklinde söylemişti ki anında zınk diye durdum. Geldi topu aldı, döndü, suratıma baktı. İşte o zaman alnımda yazan ‘’ Öğretmen’’ yazısını görmüş olmalı ki döndü arkadaşlarına
- Ulaaaan. Öğretmenmiş ya.
Böylece öğretmenliğe ilk adımımı atmış oluyordum. Sırada haftalık ders programımı almak vardı.
Okul Müdürünün huzuruna çıktım ve ders programımı aldım. Haftada 30 saat dersim vardı. 4 saat tarih, 8 saat sosyal bilgiler, gerisi benimle alakalı olmayan dersler. Mesela Ahlak Bilgisi( Yok yanlış anlaşılmasın. Ahlaksız biri olduğum için benimle alakası yok demiyorum. Dersin konuları nedir onu bile bilmiyorum) Sağlık Bilgisi ( ‘’Nane limon kaynatırsanız nezle ve gribe iyi gelir’’ den başka herhangi bir sağlık bilgisine sahip olmayan bana Sağlık Bilgisi Dersi) Müzik. ( ‘’ gam ‘’ yapmayı derrt çekmek, notayı beş paralel çizgiye asılmış yumurta zanneden ama hasbel kader biraz fülüt üfleyebilen bana Müzik Dersi)
Haydi bunlar neyse…Programda iki ders var ki Aman Allahım !
Birisi Turizm. Ders programlarına o sene konmuş. Müdüre ‘’ Hocam ben bu derste ne yapacağım yahu?’’ Dedim. El cevap ‘’ Manavgat Turistik bir yerdir. Manavgat’ı tanıtırsınız.’’ Dedim ‘’ Ulan ben ne bilirim Manvagt’ı? (Ulan kısmını içimden diyorum tabii ki) Okulda bu kadar Manavgatlı varken bula bula beni mi buldunuz? ‘’ Yok arkadaş ! Ders resmen üstümde kaldı. Ona da neyse. Peki Beden Eğitimine ne dersiniz? Müdüre dedim ki ‘’ Hocam ! Benim ayağım sakat. Ben öğrenciyken bile Beden Eğitimi Dersine raporlu olduğum için girmiyordum. Şimdi nasıl bu dersin öğretmeni olurum?’’ El cevap ‘’ Ayağınızın sakatlığı öğrencilere pratik bilgileri vermenize engel değildir. Hem kardeşim ben sana başka ücretli ders nereden bulacağım?’’ Baktım adam da haklı. Eh, benim de ek ders ücretine ihtiyacım var, o halde? O halde Beden eğitimine de Turizme de, diğerlerine de seke seke gireceğim. Başka çare yok.
Efendim, Ahlak Bilgisi derslerinde çocuklara bundan böyle ‘’G.t’’ Değil popo ya da kıç demeyi öğrettim ( En zorlandığım şey bu oldu ama zaman zaman ağızları kaysa da öğrendiler sonunda. Artık ‘’ Ula senin ananı…’’ Demiyorlar ‘’ Sayın arkadaşım, sizin muhterem validenizi’’ Diyorlardı. O derece kibar çocuklar haline dönüştürdüm hepsini.
Sağlık Bilgisi Dersim belki de en faydalı olduğum ders oldu. Mesela ishal olduklarında tekrar normal bir şekilde def-i hacet eylemeleri için su içmemeleri yolundaki yanlış bilgi yerine, bolca su içerek, kaybettikleri suyu geri kazanmaları gerektiğini, daha da önemlisi şifa Allahtan olmakla birlikte bunun en önemli vesilesinin hocalar değil, doktorlar olduğunu öğrettim. Kulağı ağrıyan birinin kulağına sidik dökülmesinin hiç bir işe yaramadığı gibi aksine enfeksiyon kapabileceklerini öğrettim. Ve daha pek çok şeyi önce ben öğrendim, sonra onlara öğrettim.
Müzik Derslerinde notaları , solfeji filan öğretemedim tabii ki ama İstiklal Marşımızı adam gibi okumayı, ilahiden başka müziklerimiz olduğunu da öğrettim. Benim fülüt bayağı işe yaradı bir şeyler öğretmek konusunda.
Turizme gelince… İstanbul’dan bir kitap getirttim : Tunca Toskay’ın ‘’Turizm ‘’Adlı kitabı. Orta okul- lise seviyesindeki çocuklara resmen akademik Turizm bilgileri verdim.
Beden Eğitimi? O en kolayı oldu benim için.
Bazen ( Ki genel olarak ) Önlerine bir top atıverdim, tepikledi durdular iki ders saati boyunca. Bazen bahçeye kasa- minder çıkardım, atlayabilen atladı onlara on verdim, atlayamanlara beş… Bazen de belden yukarı soyunup öğrencilerle okulun bahçesindeki çimler üzerinde güreş tuttum. Mustafa Ali dışında hepsini yendim. Ya da mahsustan yenildiler. Ama Mustafa Ali olacak namussuz, hoca moca dinlemedi. Eşşek sıpası karakucak güreşlerine çıkardı köylerde. O bakımdan yenilgiyi kaldıramıyordu.
Derken efendim Manavgattan Batman’a tayinim çıktı. 1200 öğrencisi olan bir okulda elbette ki kendi branşım dışında derse pek giremedim. ( Bir iki kez Sağlık Bilgisi hariç)
Batman’dan İzmit’e…Orada da bir yatılı Bölge Okulundayım. Bu okulda da Müzik başladı yine. Bunun dışında bütün o okulda çalıştığım yıllarda tiyatro faaliyetleri…( Tiyatro faaliyetleri gittiğim her okulda var.)
Veee. Afyon - Sandıklı.
Sandıklı İmam Hatip Lisesine 1995-1996 Öğretim yılının sonlarında vardım. Çok ısa süre sonra da I. Dönem sona erdi. Yani Sömestr tatilindeyiz.
Okul müdürü tüm öğretmenleri topladı.
-Arkadaşlar. Bildiğiniz gibi Kredili Sistem bu sene sona eriyor. ( Bu sistem 1991-1992 Öğretim yılında başlamıştı ve ben o yıllarda bir ilköğretim okulunda çalıştığım için sistem hakkında hiç bir bilgim yok.)
-Evet Arkadaşlar ! Kredili sistem sona eriyor. Ancak kredilerini tamamlamamış öğrenciler var. Bu sömestr tatilinde hızlandırılmış eğitim yapacağız. Ancak, öğrenciler daha önce alıp da sınavlarından başarılı olamadıkları dersleri tekrar alamıyorlar. Ben baktım şimdi en uygun dersler arasında Astronomi ve T.C İnkılap Tarihi var. Bu dersleri kim almak ister? Tabii ki ek ders ücreti var. Onu peşin peşin söyleyeyim.
Bu iki dersin dışında da dersler vardı ama şimdi hangileriydi hatırlamıyorum.
T.C. İnkılap Tarihi elbette ki benim boynuma kalacaktı. Ondan emindim .
Müdür Bey sordu?
-Arkadaşlar ! İçinizde Astronomi dersi görmüş olan var mı?
Sağıma soluma baktım. Matematik ya da Fizik Öğretmenlerinin bu dersi görmüş olmaları lazımdaı ama hiç kimse ‘’ Ben gördüm’’ Demedi. Ben saf saf parmak kaldırdım.
-Müdür Bey! Ben bir Tarih Öğretmeni olmakla birlikte lisedeyken fen kolu öğrencisi olduğum için bir sene Astronomi dersi görmüştüm.
Müdür Beyin gözleri parladı.
-Tamam…T.C İnkılap Tarihi ile Astronomi Dersi sizde.
‘’Yahu ben ne anlarım astronomiden? Lisede matematikten daha fazla astronomiden anam ağladı. Merkür Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranus, Neptün, Pluton’un Zodyak takım yıldızını oluşturduğundan başka bir şey bilmem ki ondan bile emin değilim’’ Desem de bu ders bana kaldı. On beş günlük tatil boyunca öğrencileri tıkabasa astronomi ile dolduracaktım.
O zamanlar Google Amca yok ki sor, sana anlatsın kara deliği, beyaz deliği…Yav onu bırakın, dersin bir kitabı bile yok ki ondan sayfa sayfa yazdırayım öğrencilere.
Dersin müfredatını elime aldım ki Aman Allah’ım ! Kepler Yasaları, Iraksınım açısı, Kuantum filan. Bir sürü anlamadığım şey.
Tabii ki azmin elinden hiç bir şey kurtulmaz. Müfredatta ‘’Ünlü Türk ve yabancı astronomlar ve uzay adamları ’’ diye bir konu var mı? Var. Zaten on beş gün içinde ancak bu kadarına yeter zamanımız.
Başladım ansiklopedilerden araştırmaya. Uluğ Bey , Ali Kuşçu, Takiyüddin Efendi, Biruni,Harezmi, Piri Reis, Cezeri, Mustafa Behçet, Fargani, Cahit Arf, İbrahim Hakkı, Itaki artık ne bulabiliyorsam.
Sonra Yuri Gagarin, ( Uzaya ilk giden kozmonot) Neil Armstrong ( Aya ilk ayak basan astronot.) Valentina Viladimiriovna Tereşkova( Uzaya giden ilk kadın ) Layka ( Uzaya çıkan ilk hayvan. Bir köpek. Uzayda ilk ölen canlı olma şerefi de ona ait )
Velhasılı kelem bütün bu saydıklarımın hayatını yazdırdım öğrencilere tek tek. Ders defterine ise müfredattaki konu ne ise onu yazıyordum tabii ki.
Sonra?
On beş günlük bu eğitimin(!) ardından tabii ki sınavlara geldi sıra.
Sınav günü:
-Çocuklar! İşte sorularınız, basılı olarak ellerinizde. Defter kitap serbest. Haydi başlayın bakalım.
Daha daha sonra?
Daha da mı sonrası olsun? Şimdi o çocukların hepsi NASA da(!)
Umarım bu vesile ile ilk okul dördüncü sınıftan itibaren Yabancı Dil Dersi gören çocuklarımızın bırakın bir yabancı dili kendi ana dillerini bile doğru düzgün konuşup, doğru düzgün anlamada niçin dünyanın altmış ülkesi içinde kırk beşinci sırada oldukları anlaşılmıştır.
Evet…Mendilleriniz göz yaşları ile dolduysa yenisini alabilirsiniz.
Öyle anlaşılıyor ki bu göstermelik eğitim sistemi değişmedikçe daha çok ağlayacağız.
Yani ‘’ Sosyoloji, Mantık, Psikoloji, Demokrasi ve İnsan Hakları Dersleri Zorunlu Olsun’’ Demekle ve zorunlu yapmakla bitmiyor bu işler. İsterseniz Sosyoloji, Mantık, Psikoloji, Demokrasi ve İnsan Haklarını da anlatayım. Ne dersiniz?