20
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1803
Okunma


Güzel Anadolu’muzun küçük bir şehrinde gece soğuk soğuk ışıyordu. Birazdan güneş yüzünü gösterecek olsa da, su birikintilerinin buz tutmuş yüzünü yumuşatmaya gücü yetmeyecekti.
Uyumlu düdük seslerinde huzur bulduğumuz gece bekçileri karakolun bahçesinde toplanmışlar, Müdürlerinin konuşmasını dinlemiş, dağılmışlardı
Ayrıldı arkadaşlarından. Sabahçı kahvesin de sobaya yakın oturdu. Peş peşe çay, sigara içti. Müdürün;
"…Çocuk rahat eder. Kurtarır geleceğini"sözlerini uzun uzun düşündü.
Sesli sesli;
"Kızım rahat edeceksin, geleceğin kurtulacak. Seni yokluğa kurban etmeyeceğim" dedi.
Eve geldi. Her zamanki gibi çorbasını içerken dalgındı.Karısı;
"Bir şey mi oldu? Sen sıkıntılısın bu gün."
"Hele gel şöyle, otur yanıma. Sana diyeceklerim var. Bu gün Müdür bize;
-Zengin bir aile çocukları olmadığı için 5-6 yaşlarında evlatlık kız çocuğu arıyor. Çok iyiler. Verilen çocuk rahat eder, kurtarır geleceğini. Araştırın bana haber verin-dedi.
"Bize ne onlardan?"
"Şirini onlara evlatlık vereceğim."
Şaşırdı karısı, gözleri büyüdü.
"Bu da nereden çıktı? Yediği birkaç lokma ekmek gözüne mi battı? Bu yokluk şimdi de çocuklarımızı mı alacak elimizden? Sıra onlara mı geldi? Ben kuzuma kıyamam,veremem kimselere…"
"Köyde geçinemiyoruz dedin. Şehre göçtük. Burada da yoksuluz. Bir bekçi maaşıyla
çocukların ikisini de okutamam. Oğlanı okuturuz. Kız okuyacaksa da onlar okutsun? Senin aklın ermez. Çocuk rahat etsin, geleceğini kurtarsın. Hem ben kararımı verdim. Sen
karışma."
Biliyordu huyunu. Aklına koyduğunu yapardı. Kalktı yanından.Kocası yatar yatmaz komşusuna koştu. Ağladı. Gözyaşlarını ak yemenisine sildi. Olanı biteni anlattı.
"Neymiş? Rahat edecekmiş kızım. Geleceğini kurtaracakmış. Geleceğin iyisi hep zenginlikle mi olur? Ben ne edeyim? Dağlara mı çıkayım? De hele bacım de!"
Komşusu bir süre konuşmadı. Düşündü. Nice sonra;
"Çok mu zenginlermiş?"
"Hee öyleymiş."
"İyiler miymiş?"
"İyilermiş."
"Rahat ettirir, geleceğini kurtarırmış hemi?"
"Ne bileyim Müdürleri öyle demiş işte."
"Bunda üzülecek ne var? Allah bir kapı açmış işte. Söyle kocana konuşsun. Bizim Semiha’yı da alsınlar. Senin kızla aynı yaştalar. Birbirlerine destek olurlar. Bizim durumumuz çok mu iyi sanki? Benim kocam da üç kuruşa kahvede garsonluk yapıyor."
Biraz rahatlamıştı. Geldi evine. Kocası uyuyamamış oturuyordu. Komşusunun dediklerini anlattı.Aklına yattı kocasının.
"Olur konuşurum"dedi.
Konuşuldu.
"Kızların ikisini de alırız. Ama çocukları bir görelim"dediler.
Annesi;
"Şehir ekmeği gibi apak kızım"diyerek yıkadı Şirini. Saçlarını ördü. Eski ama temiz elbiseler giydirdi. Semiha da öyle. Yıkandı paklandı.Kızlar götürüldü. Gösterildi.
"Şirin pek güzelmiş. Semiha da çok sevimli. Yumuk yumuk gözleri var"dediler.
Kızların verileceği gün kararlaştırıldı.
O gün anneleri evde duramadılar. Başka yerlere gittiler.
"Kurbanlık koyun gibi kızlarımızı elimizle teslim edemeyiz" dediler.
Yürekleri yanık iki anne sarıldı birbirine. Çok ağladılar.
Gözyaşları birbirine karıştı.
Akşam olunca, Şirini evde göremeyen ağabeyi sordu;
"Ana Şirin nerede?"
Çocuklarını "At kulağı gibi bir çiftsiniz yavrularım."diye seven annesi;
"Onu evlatlık verdik oğlum. Tek kaldın." Diyemedi.
"Köye emmisinin yanına gönderdik oğlum"
Kızları geldikleri yeni evde sevdiler. Önlerine çeşit çeşit yemekler, tatlılar koydular. Ellerine bebek verdiler. Aldıkları elbiseleri ayakkabıları gösterdiler. Okutacaklarına, her dediklerini yapacaklarına dair vaatlerde bulundular. Konuştular, konuşturdular. Yatacakları yeri gösterilip odalarına çekildiler.
O gece uyku hiç birinin gözüne uğramadı.
Semiha ne kadar mutluysa, Şirin de o kadar mutsuzdu. Konuşmuyor başı ellerinin arasında düşünüyordu. Sonra kararlı bir sesle;
"Ben kaçacağım Semiha"dedi.
Şaşırdı Semiha;
"Niye ki? Burası sıcacık. Her şey var."
"İstersen sen dur. Ben kaçacağım. Anama gideceğim."
Semiha üzgün, çaresiz;
"Ben de gelirim. Burada yalnız ne yapacağım?"
Yeni pijamaları çıkartıp, eski elbiselerini giydiler.
Kendilerini dışarı attılar. Gün ışırken, el ele evlerinin yolunu tuttular.
Açılıp örtülen kapının sesini duyan evin beyi fırladı.
Eşi onu kolundan tuttu;
"Otur bey otur. Allah bize el kadar eti çok gördü. Elin yavrusu ele yâr olmazmış. Bırak gitsinler. Onlar daha ana kuzusu."
O gün güneş daha sıcak doğdu. Buzlar erimeye yüz tuttu…