13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2047
Okunma

İçinde yaşadığımız zaman ‘ahir zaman’ dedikleri zamandan daha zor bir zaman olsa gerek.
Bilimsel çalışmaların insan yaşamına giren şaşırtıcı yararlarına ve teknolojinin sağladığı onca akıl almaz kolaylıklarına karşın yaşanılan zorluklar daha baskın görünüyor.
Bir insanın örneğin; ne olup olmadığını beden dilinden tutun da gözlemlediğiniz her bir şeyden anlamak olası. Gözünüz tutarsa ‘gel beri’ tutmasa ‘git geri’ demek kaderin değil sizin elinizde gibi görünüyor artık. Eskiden çocuklar en az bir yaşına kadar kundaklanırken zamane bebekleri birer allame-i cihan olarak doğuyorlar cihana. Son allame-i cihanın Ortaçağ sıralarında yaşadığı tahmin ediliyormuş. Şimdi hemen herkes allamey-i cihan olup çıktı vesselam.
Bilinenin bilinmeyenin sonsuzluğu içinde neyi ne kadar öğrenip bilebiliriz ki şu kısacık ömrümüzde öyle değil mi..
Ayrıca istediğin kadar allame-i cihan ol. Beyninde depoladığın onca bilgiyi birikimi yeteneği ve beceriyi sıfırlaman an meselesi yine de. Zamanın korkulu rüyası Alzheimer geldi mi her şey gidiyor bir bir. Oysa asıl korkulması ve sakınılması gereken şey bir insanın ahlaki ve insani değerlerin yitimine uğramasıdır.
Geçenlerde yazdığım bir yazıya gelen yorumları yanıtlamak için girdiğim ana sayfada deftere bir ‘veda yazısı’ ilişti gözüme. Sayfaya girip okudum. Dondum. Gelen yorumlara göz attım. Baygınlık geçirdim. Defterde neler oluyormuş ne tehlikeli üyeler kol geziyormuş ortalıkta meğer! Biraz daha gezineyim dedim. Okuduklarımla en az beş yıl sürecek bir televizyon dizisi çekilir ve beş ciltlik kitap oluşabilirdi.
Yeni gelen üyelerin kalitesizliğinden yakınmalar ön plandaydı. Eskiden ‘biz bir aileyiz’ deyip herkes kucaklanıp yöneticiler kutsanırken şimdilerde ise önce aile bireyleri birbirlerine düşmüş ardından yönetime ver yansın edilmiş: Yöneticilerimiz uyuyor mu? diye.
Kırılanlar, gücenenler, gidenler, gidip de geri dönenler, gitmek isteyip de bir türlü gidemeyenler. Hatta kurdele-böcek kaosu bile yaratmışlar ciddi ciddi bösböyük adamlar! Gözaltına alındığım günlerde bile bu denli şaşkınlığa düşmemiştim emin olun.
Bir konuda ben de hak verdim itirazlara. Gerçekten deftere ilticalar almış başını gidiyor. Ee bana iktidarını söyle sana defterini söyleyeyim.
Eski demirbaş üyelerden yalnızca üç beşinin sıkça güne gelmesinden bıkıp usananlar mı ararsın. Tüm becerilere kendinin sahip olmasını isteyenlere mi rastlamazsın.
Doğrusu ben bu kadar çok okuyan bir topluluğa hiçbir yerde rastlamadım. Onca kitap vs. oku. Gel defterdeki çalışmaları irdele ve yorumlar yaz. Geç bilgisayarın başına hemen her gün kendin yaz. Bu durumda bellek kirlenmesine maruz kalınması çok doğal değil mi. Bu nedenle kimsenin kimseye öğretmenlik yapmaya pek hakkı olmasa gerek. İnanın ben hala köy İlkokullarında öğrendiklerimi ve sokaklarda yaşadıklarımı kullanıyorum daha çok. Ara sıra göz attığım defterde yorumları okumayı seviyorum. Ama asıl ilgi alanım insan psikolojisini tanımak ve her rengiyle tuvalime resmetmek.
Bu önce kendim için geçerli. Sanmıyorum ki bir başka kişi benim kadar her yanıyla her anıyla ve gerçek duruşuyla bu denli açık seçik ortalarda görünebilsin. Ve kendini yazabilme cesaretini kendinde bulabilsin.
Kızımın bana sürpriz yapıp beni deftere üye yapmasının üstünden dört beş yıl geçmiştir sanırım.
Tembel aylak ve oldukça asi bir öğrenci olduğumu biliyorum. Ne okul idarecilerinin kimler olduğundan haberim oldu ne üyeleri yakından tanırım. Böcek ve kurdele yarışmasını zerrece önemseyip ciddiye almadığım gibi “Ben yazıma takılan kurdeleyi kendime hakaret sayarım!” demişliğim bile çok olmuştur. Buna karşın takılan birkaç kurdele ve bir iki böceği anı diye saklıyorum zulamda. Neyse ki kurdele fabrikatörü ustamız sağ olsunlar gönlünün kurdelesini bol keseden dağıtıyor da herkes nasipleniyor az çok. Ancak sevgili eşi çok hırslı gibi görünüyor. Siteye gireli dün bir bu gün iki. Buna rağmen hem kurdele hem olumlu yorumlar aldı. Ama yine de okunmamaktan beğenilmemekten taltif edilmemekten yakınıyor. Bu sitede saçlarını ağartıp da sizin tabirinizle bir ‘örümcek’ yüzü görmeyenler var a benim öğretmenim!
Hiç kimsenin her çalışmayı okumak yorumlamak hele ki beğenmek zorunluluğu olmasa gerek.
Zoraki yapılanlar site arkadaşlığını dostluğunu (gerçekten varsa tabi) ve karşılıklı al gülüm ver gülüm sunumunu aşar ve işte böyle zedelenmelere yol açar.
Ben ‘bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum’ sözünü sahiplenenlerdenim hala. Ancak yapılan uyarı öneri ve eleştiriler gerçekten iyi niyetle yapılmışsa. Doğruları ve gerçek bilgiyi içeriyorsa ve talkım verirken salkımlar yutulmuyorsa. işte böyle Hocaların ellerini öpmek düşer bilgilenenlere de kuşkusuz.
Beni her zaman derinden yaralayan insanların nasıl böylesine riyakar çok yüzlü ve dürüstlükten yoksun olmaları halidir. Bu nedenle aynı cümle içinde farklı söylemlerle fır fır dönenlere rastladıkça ne düşüneceğimi bilmiyorum. Kızıma bırakacağım yegane miras olan altı kitap ve yıllardır birtakım yerlerde yazıp çizdiklerim ve de oyun senaryolarım satır satır irdelense birbiriyle çelişkili tek bir cümleye bile rastlanmayacağından eminim. Ne diyor Mevlana: Bütün cihanı araştırdım güzel ahlaktan daha üstün bir liyakat bulamadım.
YORUMLAR:
Yorumun ve yorum yazmanın ne denli önemli ciddi ve ustalık isteyen bir değer olduğunu yazılarından önce yorumlarından tanıdığım ve kendilerine ’yorum sihirbazı’ yakıştırmasını yaptığım çok sevgili ve bir o kadar da değerli ve önemli bir Yazar olan Sayın DAVİDOFF sayesinde öğrenmiştim daha çok. Onun yorumlarını okumak demek gerçek edebiyatı ve yazara saygıyı bilmek demektir. Seni oturttuğum gök yüzü salıncağından yap yorumlarını bundan böyle ey sihirbazım!
Bakıyorsunuz çalışmanın iki katı yorum yazılmış. Bu yorumlar yazıya fazladan yararlı bir katkı sağlamışsa Eyvallah! Bilginin öğrenmenin sonu yok bilindiği gibi.
Bakıyorsunuz bir çalışmayı başından ortasından sonundan okumuş sonra da yorum yazmaya kalkışmış. Tabi fiyasko!
Bakıyorsunuz matbu baskılı yorumları eleştirirken kendisi de aynı şeyi yapmaya başlamış. Sonra da kalkmış emeğe saygı! demiş. Git işine. Sen önce emeğin ne anlama geldiğini öğren demek geliyor içimden.
Defterin çok kıymetli şair ve yazın ustası benim de can dostum dediğim editörüm ve övgü meleğim. Bana yazım kurallarının noktalama işaretlerinin hesabını soracak kadar Defteri ve Edebiyatı ciddiye aldığını söylerken öte yandan mealen; Edebiyat Defterinde amacın şiir ve yazı yazma keyfini yaşamak bunları paylaşmak olduğunu ve bu çalışmaların amatörce yapıldığını söylüyor.
Bir şeyi ya gerçekten ciddiye alırsınız ya da almazsınız. Ama anlık duygu ve şekillendirmelerle hareket edemezsiniz. Etmemelisiniz de.
Geçen zaman içinde her sanat dalı radikal şekilde değişime uğrarken Edebiyat suskun mu kalmalıydı..
Yazım kuralları noktalama işaretleri de bu değişimden payına düşeni aldı. İşaretler özellikle ‘şapka’dediğimiz işaret tedavülden kalkalı çok oldu. Öyle ki hayli uzun cümlelerde virgül bile sıkça kullanılmıyor artık. Usta bunu nasıl bilmez acep diyorum kendi kendime.
“Ne ideolojiden olursanız olun, dürüst ve iyi bir insan olduğunuzu düşünüyorum. Bu da sizi çok sevmeme neden. Gündeme dair değerlendirmeler yaparken birini, bir grubu bir ırkı dini ya da her hangi bir fikri edep dışı cümlelerle eleştirdiğinize hiç şahit olmadım. Eleştirilerinizi gördüğüm kadarıyla hep üsluplu bir şekilde ve hakaret içermeden yapıyorsunuz. Kimseyi ötelemiyorsunuz. Benim için bu çok önemli. Yoksa taraftar yazılara sokak ağzıyla yazılan hakaret ya da methiye dolu yazılara karşıyım. İlle de siyaset konuşacağım, ülke gündemini yazacağım diyenler sizden örnek almalı. Çok sevgilerimle. “ Aynur ENGİNDENİZ.
Bu yazı biçiminin ustası da; vakur duruşu saygınlığı içtenliği olgun tavrı iyi niyeti ve açık sözlülüğü ile yüreğimde yer eden Çok Değerli ve Sevgili Aynur ENGİNDENİZ’dir.
Onun bu türden yazıları bana yeniden okuma heyecanı verdi. Uzun bir cümle nasıl böyle güzel akabiliyor o işaretler olmadan dedirtti. Sarıp sarmaladı beni göz zevkimi bozmadan gözümü yormadan okuma şevkimi kırmadan. Böyle de yazılabiliniyormuş diye beni düşündürdü üstelik.Ömrünüze bereket. (Ayrıca ben zaten varla yok arası gibi bir şeydim defterde. Defteri bütünüyle kapatmayı düşünüyorken Sayın ENGİNDENİZ’in yoğun ısrarları karşısında buradayım şimdilik.)
İsmini yazıma başlık yaptığım TUTUNAMAYANLAR adlı kitabı okumadan eleştiriye girişmiş yine benim eleştirmenim. Oysa o kitabı okuyan değerli Yazar ve Ustamız Sayın DAVİDOFF bakın ne demiş.
“Devrim Yazarım, senin bu kadar büyük bir eseri, böylesine güzel bir şekilde kaleme almandan ötürü gurur duydum.
Ne mutlu bizlere.
Söylenecek fazla söz bulamıyorum.
Tebriklerimle.”
Ve maalesef kendisini kısa bir süre önce tanıdığım. Birikiminden nezaketinden mütevazı ve egosuz duruşundan etkilendiğim bir başka DEĞER’in Sayın Serhat BİNGÖL’ün yazıya katkı sağladığına inandığım yorumunu da yayınlamadan geçemeyeceğim.
“Yazınızın her paragrafı ve dahi her satırı derin anlam yüklü. Hani insan bazen düşünür yaşama tutuna bilmek mi? Daha iyidir ve kolaydır. Yoksa yaşama çelme takmak mı? doğrusu bir zaman sonra yaşama tutunamayınca yaşama çelme takmak daha bir akılıca ya da kolaycı geliyor insana en azından her seferinde yaşamı ıskalayan insan bir tür tatmin duygusu yaşıyor bu şekilde . tabi buda ihaneti, riyakarlığı,suç işlemeyi kolaylaştırmayı getiriyor beraberinde . Oysa tutuna bilmek çok kolaydır sizinde dediğiniz gibi ‘’Sevginize aşkınıza tutunmayı becerebilmişseniz eğer;’’ yani sevebiliyorsanız zaten o insan yaşama tutunmuş demektir. Yaşama çelme takmanın yerine sevmeyi denemek gerek yoksa her seferinde yaşamın çelmesini yer ve boylu boyunca uzanır insan yere sonrada tutunacak dal arar kendine. Yazınızı ve kaleminizi kutlarım. Saygı selamlar.”
Bir de siyaseti sevmediklerini ve ilgilenmediklerini söyleyen allame-i cihanlar var ki benim de onlara iki lafım var:
Siz ne diyorsun yahu! Dünyayı siyaset ve dolayısıyla ekonominin döndürdüğünü bilmeyecek kadar mı dünya dışında yaşıyorsunuz. Yediğiniz her lokmayı içtiğiniz suyu yürüdüğünüz yolu cebinize giren ya da girmeyen parayı çocuklarınızın geleceğini hatta ölüm-kalım meselenizi bile hep SİYASETLER belirlerken başınızı kuma gömerek yaşamak daha mı insanca geliyor sizlere. Yok efendim neymiş ne sağcıymış ne solcu! En sıradan bir kimsenin bile bu konuda bir duruşu bir sözü vardır söyleyecek. Sen kimsin ve nesin peki? Yarın bir gün sevdiklerinin başına bir felaket geldiğinde: Ben siyasetle ilgilenmiyordum. Bu da beni ilgilendirmez! mi diyeceksin. İki satır kalem oynatmakla olan bitene oturup ah vah etmekle kendini var sayamazsın. Elini taşın altına koyabildiğin kadar insansın. Şu akan kanlar bitmeyen acılar şu çorak topraklar şu adalet-eğitim-sağlık ve çöken toplum ahlakı sizleri hiç mi rahatsız etmiyor! Kendinizi düşünmüyorsanız geride bırakacağınız masum kuşağı düşünün. Ama yook “Benim rahatım huzurum yerinde. Müslüman’nım üstelik. Bunlar bana yeter!” Diyorsan ben sözlerimi geri aldım!
Ha şimdi hatırladım. Değerli bir bayan üye oyunu bundan böyle iktidardaki partiye vereceğini ve bunun nedenlerini yazmış bir yazısında. Yorumlar tavan yapmış eller etekler öpülmüş hatta benim devrimci düşünceme hayran gibi görünen o kişi onun bu görüşünü baş tacı yapmış!
Defalarca yazdım ama nafile. Sırası gelmişken bir kez daha dokunayım. Belki bu son yazım olur. Şu toplum hiçbir şeyden korkmadı Sosyalizmden korktuğu kadar. Neymiş din elden gidermiş. Neymiş yokluk yoksulluk başlarmış. Ne denir bilmem ki. Şu ülkenin şu dünyanın halini göremeyecek kadar mı akıl yitimi yaşıyorsunuz. Korkunç şeyler yaşanıyor. Şeytan meleklik mertebesine erişti yerini Müslümanlara bıraktı. Bu ülkelerin kaçı Komünizmle idare ediliyor söyleyin! Ama sonunda beni söylettiniz.
Benim kimliğimde dini İslam mezhebi Hanefi yazıyordu bildim bileli. Anneannem Çağdaş saygın şerefli bir Türk Kadını olarak Eyüp Sultan Camisinde rahmetli oldu. Sülalemi tanımadım. Çoğunu bu aziz topraklara şehit vermişiz.
Bana gelince. Yarım asra yakındır yanımda bana Allah’ın emaneti olan kızımla tek başımıma onurum şerefim ve yere göğe sığdıramadığım güzel ahlakımla toplu sırtımda taşıdım ve taşıyorum hala. Beni anlayabilmek için benim aştığım dağları aşmak yürüdüğüm yolların sivri taşlarını çıplak ayakla yürümek lazım. Farklı ideoloji diye tanımladığınız ideoloji benim için: Çıplak doğduk çıplak öleceğiz görüşünde olduğum ve başta güzel ahlakı adaleti hak hukuk ve İnsanı kapsar başlı başına.
Neyse dönelim bu dünyadaki defterimize yine. Ha bir de şiir aşırma yani ‘Hırsızlık’ modasının salgın hale geldiğini gördüm. Yoo bakın bu unvanın en görkemlisine ben sahibim hem de hanidir. Ben öyle defterde yok şurada burada hatta ülkede yapmadım bu hırsızlığı. Ben kendi şanıma yaraşır bir şekilde yaptım bu işi. Dünyaya mal olmuş dünyaca ünlü birinin ŞEKSPİR’in o bayıldığım 60. Sonesini çaldım! Ama işte bu idareciler bunun bile farkında olmadılar ve bana ait şiirimi bile hırsızlık malı ilan ettiler yanı sıra. Haaaa..
(Şanım yayılınca kucaklar dolusu yorum bırakan eski dostlar kapıma uğramaz oldular. Benden selam olsun yine de.)
Anacığım derdiniz bu olsun. Ya kalpsizin biri kalkıp kalbinizi çalsaydı! Şiirinizi yeniden yazabilirsiniz ama giden kalbin geri geldiği nerede görülmüş değil mi ya. Gelse bile bir bütün haline gelmez artık. Yama da tutmaz gayrı. Ama öbür aleme bonservis olarak götürmeyi düşünüyorsanız ona karışamam!
Bir de şu ‘engelleme’ işine çelme takayım azıcık. Nerede olursam olayım tıpkı gönlüm gibi tıpkı kapım gibi iletişim yollarını da herkese açık tuttum. Hiç kimseyi engellemedim dışlamadım. Bu tür bir ayıbım nefretim ve saygısızlığım olmadı. Konuşma dili diye bir dil var. Onu kullandım ki insana yakışan da budur. Şiirde seslendirmeden yana değilim. Sevgili Şairimiz Gülşah GAYRET’ in bir şiirine yorum yazarken şiiri sesini kısarak dinlediğimi yazmıştım. Canım benim. Öyle zarif bir cevap gelmişti ki şiirden çok onu sevdim bu kez. Başkası olsaydı beni hemen engellerdi belki de..
Bir de Esma KAHRAMAN var ki bayılıyorum o kısacık ama kocaman anlamlar yüklediği şiirlerine..Kız neredesin bakayım sen..
Yok efendim bu ödüller neye göre ve kimler tarafından veriliyormuş da. Yok bu kadar kötü çalışma nasıl güne gelirmiş de. Bu sorgulamaları ben Sevgili Defter adlı yazımda dillendirmiştim ta en başından.
Aman canım sen de! Şöyle baktım da benim gün yüzü görmemiş nice şiir ve yazılarım on binin üstünde okuma sayısına ulaşmış. Önemli olan bilinçli çoğunluğun sesi. Gerisi gerçeğin tersi..
Ters dedim de..
Son zamanlarda tanıdığım ve kendime kardeş edindiğim CanMaybul’um vardı bir de. Resmini ters koyardı kendi düzgünlüğüne inat! Nerelerde şimdi kim bilir..Ne kadar yüce bir ruha sahipti. Evrensel boyutlardan inen gizemli bir şövalyeydi sanki. Ne emekler verdi insanları birbirlerine yakınlaştırmak güzellikleri hep birlikte paylaşmak adına. Ne kadar saygılı anlayışlı adil ve kibardı. Bir çoğunuzu onurlandırmıştı hakkınızda yazdıklarıyla. Bir geldi göründü olanca görkemiyle sonra da kayboldu ansızın..Ayak sesini bile duymadım. Ben o kadar dedim oysa: bu iyi niyetin nafile senin. Bunca sinsi kötülükler kol gezerken yüreklerde’ inanmadı belki..Yoksa inandı da mı gitti.. Kulakların çınlansın canikom.
“Nizama çekilmiş kullar, kimin bu günahlar
Her gün şapka altından kader yazanlar
Ana sütüne dahi haram katanlar
O.................... evladı iste o adamlar...” MAYBUL.
*
HADİ CANIM SEN DE adlı yazımdan iki yorum.
Ne güzel bir durum.
Hayat görüşleri, düşünceleri, siyasete bakış açısı, ideolojileri, belki de yaşama biçimleri tamamen zıt insanlarız.
Ama,
ben sizi okumayı, sizi dinlemeyi (Benimsemesem de) seviyorum.
Hayatı resmetmenizi seviyorum ben.
İnsanları anlatmanızı,
sevgiyi tarif etmenizi...
Dürüstlüğünüzü seviyorum. ( Bir Tutam Hayat.)
Ben de sizi. SEVGİ böyle bir şeydir aslında. Karşılıksız koşulsuz ve zıt kutuplarda savrulan. Aileye ve daha çok küçük prense
SEVGİLER..(devrim denizeri)
Bir solukta yaşadım ve tükettim tümünü
Bir solukta gördüm elli üç yılda gördüğümü...
Sonunda yorgun yürek ’duy..’ dedi işte,
Sessiz sedasız gidilecek günü...
İNSAN ŞÜKRAN KURDAKUL GİBİ YAŞAMALI YAŞAYACAKSA, DEĞİL Mİ?... O NASIL YAŞAMIŞ Kİ, DİYENLER BİLSİNLER Kİ; O BİZİM GİBİ YAŞAMAMIŞ... DEVRİMCİ YÜREKLER BİZİM GİBİ SIRADAN YAŞAMLARLA VAROLAMAZLAR, ETLİYE SÜTLÜYE KARIŞIRLAR İLLA Kİ... SAYGILAR
(NOT: Bu arada Şükran Kurdakul sevgisinde buluştuğumuzu görmek beni mutlu etti.) KEMNUR.
BEN SENİ TANIYORUM VE HALA GÜLÜYORUM yazımdan iki zıt yorum:
Bugün yorumuma, yazım hatalarınızı tenkit ederek başlayacağım; bakalım, size kendimi azarlatabilecek miyim! Nazım usta o şiirinde "kadar" sözcüğünün ardına virgül koyduktan sonra "sevdiğine" sözcüğüne büyük harfle başlamamıştı, adamcağızı imla katili yaparak kemiklerini sızlatmasaydınız keşke!
Sevdiğin müddetçe
ve sevebildiğin kadar,
sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin.
Aman Allah’ım, yazının daha ilk cümlesindeki imla katliamına bakar mısınız! Sokaklar benden sorulur! Aslında yalnızca sokaklar değil, bu ülke benden sorulur! cümlesiyle Başlıyorum sözlerime... şeklinde yazılmış bir cümleyi yayın evlerinin tüm editörleri, nasıl da güzel çizerlerdi kırmızı kalemle! Ah, ne büyük bir sadistliktir o! Keşke "editör" olabilseydim... Cümlesiyle başlıyorum, tabiri öncesinde başladığınızı belirttiğiniz cümle neden tırnak işaretiyle belirlenmedi de, bir karmaşa yaratıldı ve neden başlıyorum sözcüğü büyük harfle başladı. Yok, ben tırnaklardan hoşlanmam diyorsanız, neden ünlem işareti yer aldı orada, virgül kullanmak yerine, derim ben de...
Şuraya bakın! Daha ilk iki cümlede yarım kitap sayfası yorum çıktı. Bunu sonuna kadar sürdürürsem yazıdan daha uzun bir yorum çıkacak ortaya; o nedenle kesiyorum. Sevgili Tülin kızmazdı bu tip ukelalıklarıma, inşallah sevgili Devrim de kızmaz temennisiyle saygılar sunuyorum. KEMNUR.
İşte böyle. Benim bu can dostum bir Brütüs imiş meğer! Gerçek dostum ve YOLDAŞIM olan NAZIM’la bile aramızı açmaya kalkışmış! O Şiiri NAZIM’ın sayfasından kopyalamıştım oysa. Oturup kendim yeniden yazacak değildim ya!
(Ne söylersen söyle. Unutma Sen benim can dostumsun hala ve hep öyle kalacaksın. Şu kurdele dağıtım işine biraz ara ver. Yoksa senin iktidarın Eskişehir ayağı olduğunu düşüneceğim. Aslında bütün bir yaz tatil yapanların ağızlarını açmaya bile hakları yok.)
Bu yoruma cevabı benim yerime defterin sevilen güvenilen Kıymetli Yazarımız ve DERİN- KESKİN ANALİZ USTASI Bir Tutam Hayat yapmış yine.
“yazım hataları çok gözüme batmadı da,
şu gelen yorumlara takılmadım değil hani.
Ne bileyim?
Biraz da kıskandım sanki yav!...
Bu kadar takipçim, yorumcum, sevenim olsa,
günümün büyük bir bölümünü bilgisayara,
onun içinden çıkıp gelen güzellikleri yaşamaya ayırırdım herhalde.
Hem yazı, hem de yorumlar nefisti.”
( Yazı sahibinin notu: Aboo! Çok uzun oldu be Balalarım. Yine her telden çalıp söyledim. Okunacağını sanmıyorum. Varsın olsun be canlarım. Her zaman yaptığım gibi kendim okur kendim güler kendim üzülür ve kendim düşünürüm. Sonra da oturur kendim hayran olurum kendime yine…)