14
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1365
Okunma

Kimdir Dıgıl?
Dıgıl, yani nüfüs kayıtlarındaki ismiyle Tuğrul, benim üç oğlumun ikincisi olup 2 Eylül 1985 de Batman’da görev yaparken dünyaya gelmiştir. Yani dünyaya gelmiştir derken öyle çok da kolay olmamıştır dünyaya gelmesi. Eve çağırdığımız Sevim adlı bir ebe- hemşire onun yeryüzüne teşrifi için akla karayı seçmiş hatta ’ İnat etme ulan eşşeğin sıpası. Iğ da desen çıkaracağım, vığ da desen çıkaracağım seni’ diyerekten bu doğum esnasında benim de kulaklarımı çınlatmıştır.
Kendisinin bir yaş büyük ağabeyisi tarafından Tuğrul ismi zor olsa gerek ona ’Dıgıl’ dendiği için biz de anne ve babası olarak ona Dıgıl dedik ve zamanın meşhur mizah dergisi Gırgır’ın en önemli karakterlerinden olup önce Avanak Avni, daha sonra ise Dıgıl olarak ünlelen o şahsiyet ile oğlum Tuğrul yaklaşık 30 senedir aynı adı kullandılar. Öyle ki oğlum Tuğrul benim cep telefonumda bile Dıgıl olarak kayıtlıdır. Dolayısıyla da yazımın kalan bölümünde ondan Dıgıl olarak bahsedeceğim.
Dıgıl ters bir çocuktur. ( Çocuk dediğime bakmayın. Şu anda tam bir yetişkin Kangaldır kendileri ) Mesela diğer bebekler doğduklarında ’Ingaaa’ diye ağlarken bizim Dığıl’ın ’Gaınnn’ diye ağladığı rivayet edilir. Hatta doğumu akabinde ağladı mı yoksa güldü mü konusu hâla tartışmalı bir konudur.
Hani bir türkü vardır. ’Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu’. Bendeniz de malum öğretmen olduğum için diyar diyar gezdim Anadolu’yu. Ben Anadolu’yu diyar diyar dolaşırken hangi ile gittiysek bizim Dıgıl Efendi o ilin şivesi ile konuştu.
Mesela Batman’da:
-Ulan oğlum okuduğum yazılı kağıtlarını niçin yırttın?
-Allahıma gur’anıma ben yırtmamışem Babo.
-Yalan söyleme. Bak döverim seni.
-Başım gözüm üstüne Babo.
Yaz tatilinde Annesinin memleketindeyiz. Yani Fethiye’de. Diyelim ki annesi , anneannesi ile salça yapıyor. Bizim meraklı Dıgıl da soruyor onlara:
-Ne’dyosunuz voyn?
-Görmeyeon mu salça yapveriyoz.
Anneannesine:
-Gocaarı ( Kocakarı ) Endeeği senin yapceen iş değil. Bırak anam yapversin.
Batman’dan Kocaeli’ye tayinimiz çıktı. Köy bir Maacır köyü ( Yani Bulgaristan ve Yunanistan muhacirleri yaşıyor o köyde.)
Bizimki başladı bu sefer de Maacırcaya.
-Len Asan Aga, Avalar amma da soğudu be yaa.
-Te be aklısın be Tuğrul kızanım.
-Bu avada güleş de ulmaz di mi?
-Ulmaz be kızanım.
Kocaeli’den geldik Afyon’a. Bu sefer de bizimkisi başladı Afyon’lular gibi konuşmaya.
- Hele höte git. Len olum az gıyneş. ( Az öteye git. Kıpırda biraz )
Ya da.
- Bubaaaa..Haşheşle gafen gibi gafen gibi olmuş. ( Haşhaşlar kocaman kocaman, aynen kafan gibi olmuş.)
Dıgıl’ın en önemli özelliklerinden birisi de oldukça inatçı ve iddiacı olmasıdır.
Bizim sülale komple Beşiktaşlıdır. Aşağı yukarı tüm aile fertleri daha doğdukları gün ’ Kara Kartal’ diye bağırmışlardır. O sebeple ben de Dıgıl’ıma doğduğu andan itibaren Beşiktaşlılık ruhunu aşılamaya çalıştım doğal olarak.
-Haydi oğlum söyle bakayım benimle birlikte: ’ Be Je Ka’
-Cim bom bom.
- Cim bom bom değil benim güzel oğlum. Be je ka.
-Cim bom bom.
-Ulan bak seni çingenelere veririrm. Tepemin tasını attırma benim. Bağır bakalım. Siyaaaah. Beyaaazzz.
-Sarıııı. Kırmızııııı.
Yok aga. İnadı tuttu eşşek sıpasının. Kafasını kessen ’Siyaaah.. Beyaaazzz.’ demiyor. Yani sırf muhalefet olsun diye gitti Galatasaraylı oldu. Eh Galatasaraylı filan ama evlat ne de olsa. Bir cami avlusuna bırakmayı çok düşündüysem de annesinin ’ Kıyma evladıma ’ diye yalvarmaları neticesinde ’ Güzelce besleyip ileride kıyma yaparım bu danayı’ düşüncesiyle dokunmadım. ( Şu sıralar 92 kilo oldu. Tam zamanı diyebilir miyiz yoksa biraz daha beslensin mi?)
Neyse efendim. Şimdi gelelim ana mevzuya. Yani Dıgıl’ı nasıl kaybettiğimize. Ancak ona gelmeden önce size bir soru sorayım: Siz hiç ’Secret’ ya da ’Sır’ veyahut ’Çekim Yasası’ diye bir şey duydunuz mu?
Ben hem kitap olarak okudum, hem de de cd sini seyrettim.
Olayın özü şu kısaca: Bu dünyada başımıza ne geliyorsa meraktan gelmiyormuş meğerse. Peki neden geliyormuş?
Efendim başımıza gelen her şey biz öyle olmasını istediğimiz için, yani her türlü bela ve musibet, biz onu çağırdığımız için geliyormuş başımıza.
Mesela bir iş kuracağız. ’ Ulan anasını satayım, dünyanın parasını yatırdık ya bir de tutmazsa hapı yuttuğumun resmidir.’ Diye bir düşünce aklımızın köşesinden bile geçse mutlaka o iş terso gidiyor ve batıyormuşuz.’ Bu sebeple hep olumlu düşünmemiz gerekiyormuş.
Eğer olumlu düşünürsek olmayacak şey yokmuş. Mesela olumlu düşünerek. ’ Ben bu Adriana Lima’yı tavlarım arkadaş ’ dersek Adriana Lima bizim aşkımızdan helak olmuş bir vaziyette ayaklarımıza kapanıyormuş ’ Al beni, kapına kul olmaya geldim’ diye.
Mesela o videoya göre( Yanlış hatırlamıyorsam ) ABD de bir adam arabasıyla yolda giderken bir villa görür. ’ Bu villa benim olacak’ der. Oysa cebinde beş kuruşu yoktur. Arabadan iner ve villanın fiyatını sorar. Villanın sahibi ’ Daha yeni ben aldım ve satmayı düşünmüyorum’ diye cevap verir. Gel gör ki adam o villaya sahip olma düşüncesinden vazgeçmez.
Adam yoluna devam eder ve ulaşağı yere ulaşır. Bir kitapçı dükkanının önünden geçerken bir yayınevine bıraktığı kitabını dükkanın vitrininde ’ Best Seller ’ olarak görür. Yazdığı kitap peynir ekmek gibi satılmaktadır. ( Hep bu olumlu düşünme sayesinde tabii ki.)
Adam köşe olur kısa sürede ve kafasına koyduğu villaya döner tekrar. Bakar camında bir ilan: ’Satılık’ Hemen satın alır elbette ve mutlu ve dahi huzurlu bir hayat yaşar.
Adam mutlu ve huzurlu bir hayat yaşarken bize de gökten üç elma düşer diye beklemekteyim kendi adıma.
Şİmdi diyeceksiniz ki bu olayın ’Dıgıl’ı Kaybettik ile ne ilgisi var?’
Efendim. Geçen Pazar günü bizim Dıgıl, saat bir gibi yataktan kalktı. O kadar da yatılır mı demeyin. Vatandaş bir gün önce 24 saat nöbet tutmuş. İşin o kısmı normal.
Hava oldukça sıcak. Bizimki ’Baba gel denize gidelim’ dedi. Ben de ’Olur ama sen yolları bilmezsin. Abini de uyandırayım, o yolları bilir. Hep beraber gidelim’ dedim.
Derken efendim Bir no lu Kangalım olan Cihangir’i uyandırdım.
Cihangir’i tatlı uykusundan uyandırmak, bir futbolcunun ceza sahasında yapacağı dokuz kusurlu hareketten daha da kusurlu bir harekettir lakin ben babalık torpilinden istifade ediyorum.
Cihangir bütün azı ve köpek dişlerini göstererek hırladı.
-Ne var yahu. Bi bırakmadınız uyuyalım.
Ben en müşfik ve babacan tavırlarımı takınaraktan...
-Oğlum kalk. Deniz’e gidiyoruz.
Cihangir öfkeyle bağırdı.
-Baba...Ben Deniz’den ayrıldım. Unuttun mu? Şimdi başka bir kızla takılıyorum. Onunla da akşam buluşacağız.
-Oğlum o deniz değil. Hani böyle tuzlu tuzlu suyu olan, üzerinde martıların çığlık çığlığa uçtuğu, içinde balıklar olan sudan bahsediyorum. İşte oraya gidececeğiz.
-Yav baba..Yaşlandıkça bir acayip oluyorsun. Sudan’da ne işimiz var?
-Hay senin ananı....Ulan oğlum Marmara Denizinden bahsediyorum. Kalk haydi. Bak kardeşin hazırlandı.
Cihangir, kardeşine şöyle bir baktıktan sonra tekrar döndü arkasını.
-Bu angutla mı gideceğiz.
Dıgıl da abisine sevgi ve hürmette kusur etmedi tabii ki.
-Beğenemedin mi deve...
Hemen ikisine de kırmızı kartı gösterdim.
-Oğlum...Kardeşin yolları bilmiyor. Haydi sen de kalk da beraber gidelim.
Derken efendim 1 No lu Kangalı zar zor ikna ettim ve bizim oğlanlarım motosikletlerine binerek ( Arabayı paylaşamadıkları için satıp ikisi de ayrı ayrı motosiklet aldılar ) yola çıktık. Hedef Bostancı Plajı.
Cihangir yolda söylenip duruyor: ’ Baba, bu kesin kaybolur ’ diye. Be de ’Oğlum, niçin kaybolsun. Bizi takip ederek gelir. Sen yavaş git’ diyorum. ( Ben Cihangir’in arkasındayım. Ne de olsa arkayı sağlama almak lazım. )
Sık sık soruyorum Cihangir’e ’ Dıgıl geliyor mu?) diye. Cihangir ’Arkamızda’ dedikçe de ’Oh Ya Rabbi şükür’ çekiyorum.
Bu minval üzerine Bostancı Limanına yani feribotların kalktığı yere kadar ulaştık lakin denize girmek için Kadıköy İstikametine doğru ilerlememiz gerekiyor. O yolda ilerlememiz mümkün değil çünkü yol sadece gidiş ( Maltepe istikametine gidiş var, dönüş yok. Sorduk soruşturduk, Bağdat Caddesi üzerinden gidececeğimizi öğrendik ve Bağdat Caddesine girdik.
Bağdat Caddesinde Dıgıl yine arkamızda.
Caddebostan’a vardık. Dıgıl yok.
Birden buhar oldu bizim oğlan. Durduk başladık beklemeye. Koyun geldi, kuzu geldi, Hacı Osman’ın kızı geldi, Okucudan yazı geldi, lakin Dıgıl yok.
Durduk bekliyoruz. Ne geldiği var ne gittiği.
Cep telefonu ile arıyoruz. Telefonu çalıyor ama cevap veren yok. Altı kez abisi, dört kez ben aradım. Cevap yok. Aksi gibi o da aramıyor ’Siz neredesiniz?’diye.
Cihangir öfkeyle soluyor. ’ Ben sana demedim mi? Bu kesin kaybolur.’ diye. Üstüne üstlük bir de ’Garanti motoru bir yere tosladı. Korkusundan ya da durumu ağır olduğundan cevap veremiyor’ diyerek benim zaten durmak üzere olan kalbime çok zarif ve nahif teselliler veriyor.
Çaresiz ’Oğlum sen burada motorun yanında dur. Ben yola bir bakayım’ Diyerek geri dönüp yürümeye başladım. Bağdat Caddesine döndüğümüz noktaya kadar yürüdüm. Ortalıkta ne Dıgıl var ne de herhangi bir kaza izi.
Moral sıfır. Öyle ya. Bu çocuk haydi diyelim ki başına bir şey geldi, bizi niçin aramıyor?
Tekrar Cihangir’in yanına döndüm. Dıgıl yok. Telefonlara cevap yok. Yapılabilecek bir şey de yok.
Çaresiz eve dönüp evde bekleyeceğiz.
Gerisin geri eve doğru yol almaya başladık. Yaklaşık 20 dakika yol alıp Yenisahra’ya varmıştık ki telefonum çaldı. Hemen Cihangir’i durdurup telefona baktım. Tanımadığım bir numaraydı beni arayan. ’Eyvahlar olsun. Ya karakol, ya hastaneden arıyorlar’ diye düşündüm o bir saniye içinde.
Telefondaki ses ’Sami amca ’ deyince heyecanla korku arası duygular yaşadım yine bir saniye içinde. Ses devam etti ’ Ben Efdal ( Çocukların bir arkadaşı. Aynı zamanda Dıgıl’ın iş arkadaşı ) Tuğrul şu anda burada. İş yerinde. Sizi kaybetmiş yolda.
Nasıl rahatladığımı kelimelerle anlatmam mümkün değil. Hani derler ya ’Allah sevindireceği kulunun önce eşşeğini kaybetttirir üzer, sonra buldurur sevindirirmiş ’ diye. Bize de aynısını yapmıştı.
Velhasılı sanırım ’Çekim yasası ’ denen şey doğru. Cihangir’in ’ Kesin kaybolur’ ları mıydı Dıgılı’ın dümdüz Bağdat Caddesinde bizi kaybetmesi, orası tartışılır ama neticede kaybetmişti işte.
Çalıştığı iş yerine vardık. Arkadaşıyla oturmuş çay içiyorlardı. Ne kendisinde, ne motorda en ufak bir kaza ya da çizik izi yoktu. Yani baya baya kaybetmişti bizi. Dümdüz caddede kaybetmişti. Bunu nasıl başardığını sorduğumuzda.
-Ben ışıklara takıldım. Siz gazlayıp gittiniz. Sonra sizi göremeyince başka bir yola saptım. Taa Göztepe’ye kadar gittim. Baktım yoktunuz. Ben de çıkıp buraya geldim.
-Oğlum tamam. Dünyada hiç kimsenin başaramayacağı bir şeyi başararak dümdüz caddede bizi kaybettin onu anladık da niçin telefonlara cevap vermedin?
-Telefonu evde bıraktım ki.
-Neden?
-Ya baba. O telefon motordan pahalı. Öyle plaja milaja götürülecek şey mi?
Of be oğullarım. Ömrümü yediniz ömrümüüüüüü.