10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
807
Okunma

-2013-
Ölüm var canımızı yakar. Vefat eden etimizin eti, kemiğimizin kemiğidir. Ölüm var Allah rahmet eylesin der geçeriz. Ölümde var insanı bazı konular üzerinde düşünmeye sevk eder. Ölen, özellikle de belirli bir alanda ün yapmış biriyse eğer.
Son günlerde vefat eden gazeteci, televizyoncu Savaş Ay’ın hayata veda etmesi misali. Yıllardır gırtlak kanseriyle mücadele ediyordu değil mi? Hırıltılı ve boğuk bir ses şimdi kulaklarımı dolduruyor. Bu sesi değerlendirerek güzel şiir okusa da geride kalan hüzündür. Yoksa eskilere uzanmak dahası kanserin giderek yaygın bir ölüm nedeni halini alması üzerinde durmak içinde vesile midir?
An itibariyle 1986 yılında meydana gelen Çernobil faciası aklıma geliyor. Neydi o; nükleer sızıntının tüm dünya da uyandırdığı kaygılar. Hiç şüphesiz bizde de tartışmalara yol açacaktır.
Üniversite yıllarımdır. Birinci sınıfta iki dönem Çevre Sorunları dersi de görürüz. Açıkçası en ilgi duyduğum dersler arasındadır. Biri, Ruşen Keleş ve Fehmi Yavuz hocaların hazırladığı diğeri ise Çevre Sorunları Vakfı yayını çevre sorunları başlığını taşıyan iki eserden de derslerimizde yararlandığım aklıma geliyor şimdi. Çernobil öncesinde bana belirli bir bilinç de vermiş midir acep?
Nükleer sızıntının en çokta çay sektörüne zarar verip vermeyeceği tartışılır o dem. Çaylar radyasyondan etkilenecek midir? Radyoaktivite birimi Bekerel’le tanışırız. O günlerde bekerel aşağı, bekerel yukarıdır. Bir müddet çay yerine oralet içtiğimi hatırlıyorum. Birçok insanda böyle mi davranmıştı bilinmez.
Çernobil’in popüler kültürde bazı yansımaları da aklıma gelmiyor değil. Örneğin; bir sonraki sezon Fenerbahçeyi çalıştıran Pal Csernai haftalar ilerleyipte takım kötü gittikçe homurdanmalara sebep olur. Anlaşılır ki, Çernobil’le bu iş yürümeyecektir. Diğer yandan mizah sütunlarında can alıcı melek Azrail’den hareketle, radyail bugünlerde çok can alır değerlendirmesi yapılması kendi başına alındığında negatif bir yüklemedir. Ancak diğer yandan; yüce Allah’ın yarattığı insan, yaşam, doğa, yeryüzü dengesine kasteden ya da bi şekilde tahrip eden ögeler dinsel, geleneksel inanç ve değerlerin özüne ve ruhuna asıl ters düşen değil midir?
Yine Hıfzı Topuz’un “Siyasal Reklâmcılık” başlıklı incelemesinden bir bölümü hatırlıyorum. 1964 Amerikan başkanlık seçimlerinden bir anekdot. Cumhuriyetçi Partinin adayı Barry Goldwater’dir. Vietnam savaşı tüm şiddetiyle sürmektedir. Goldwater iktidarda bulunan demokratlerin ağırcanlılığından yakınır. Hatta dehşetli bir açık sözlülükle gerekirse Vietnam’da atom bombasının kullanılabileceğini söyler. Anlaşılan, sıkı serseridir başkan adayımız. Terör estirmeye hazırlanmaktadır. Ve tabi erör vermektedir. Bunun üzerine Demokratler “Daisy” adlı bir reklâm filmi hazırlarlar. Ekranda bir kız çocuğu elindeki papatyanın yapraklarını saymakta iken, birden fonda bir geri sayım sesi yankılanır. Ardından atom bombası patladığında meydana gelen bulutumsu şekillenme ekranı kaplar. Johnson’un, rakibi Goldwater’i alt etmesinde bu tarz reklam filmlerininde etkili olduğu söylenir.
Nükleer enerjinin çağımızın önemli bir enerji alanı ve kaynağı olduğu da söylenebilir. Ancak, 2’inci dünya savaşının son deminden başlayan iki atom silahının kullanımı da dâhil çeşitli nükleer denemeler doğanın ve yaşamın dengesini bozmuş bulunmaktadır. Günün birinde ünlü fizikçi Einstein’e sorarlar; üstat, üçüncü bir dünya savaşında silah teknolojisi hangi düzeye ulaşır? Üçüncüsünü bilmem de dördüncüsü taşlarla sopalarla yapılır demesi manidar değil midir? İnsanlığın, bir anda yontarken ya da cilalarken kendisini bulması kapıda olabilir mi gerçekten? Bomba teknolojisinin yanı sıra reaktör sızıntılarıda ciddi bir endişe kaynağıdır. Açıktır ki, kontrol alanındaki teknolojik gelişimde gün geliyor kâr etmiyor. Bu da kontrolsüz güç güç değildir sözünü hatırlatmaz mı?
Sözün özü, bir vefat ve bir hassas konu karşımızdadır. Hani derim ki; usta gazeteci ve sunucu, ekranların sevilen yüzü, sıcak sesi Savaş Ay’ın vefatı bir yerde hüzne sevk ederken insanı, diğer yanda tefekkür ve düşünme imkânı sunmaz mı?
L.T.