17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1423
Okunma

Geçen sene bu zamanlarda doğum günüm ile ilgili bir yazı yayınlamıştım. Aslında o yazı bir önceki sene yayınladığım yazının aynısıydı. Öyle olunca da bu sene artık temcit pilavı gibi eski bir yazıyı ısıtıp sizlere sunmayayım, olaya daha farklı bir yerden gireyim dedim.
Ha bu arada unutmadan… Pek çok arkadaş bilmez temcit pilavının nasıl bir şey olduğunu. Tarifini de hiçbir yerde bulamazlar. İnanmayan araştırsın. Yok böyle bir tarif. Yok çünkü temcit diye ayrı bir pilav yok. Peki nereden çıkmış bu tabir?
Efendim Ramazan aylarında sahura kalkarız ya. Sahurda da en çok pilav yenir ve komposto içilir değil mi? İşte bazı tembel ev hanımları Ramazan’ın başında koca bir kazan pilav yaparlar ve her sahurda bu pilavdan bir kaç kepçe ısıtıp ısıtıp hane halkının önüne koyarlar. İşte bu pilava temcit, yani sahur pilavı denir. Yani o tabirdeki temcit kelimesinin anlamı sahurdur. Temcit diye özel bir pilav yoktur.
Benim rahmetli valide benden önce üç tane daha evlat dünyaya getirmiş. Bunlardan ilkine dedemin adı koyulmuş: Eyüp ama Eyüp birkaç aylık bebekken ölmüş. Sonra şu andaki hayatta mevcut olan abim Hacı Kani Efendi dünyaya gelmiş. Tabii ki o zamanlar hacı filan değil hatta öyle hacı olacak göz de yok. Sonradan hacı oldu.
Rahmetli babam bir doğulu ( Karslı ) olmasına rağmen ve doğulular da genelde erkek evlat diye çıldırırlarken o tam tersine kız evlat diye çıldıran biriydi. O sebeple de Eyüp ve Kani’den hemen sonra alt yapı ve fizibilite çalışmalarına devam etmiş ve bu sefer bir kız çocuğu dünyaya getirmiş annem. Adını Zehra koymuşlar. Lakin Zehra da yirmi dokuz günlük bir bebekken ölmüş. Yani 1949-1953 yılları arasındaki o dört senede annem üç doğum yapmış, bunlardan sadece Hacı Kani Efendi hayatta kalmış.
1953 yılının ikinci yarısında rahmetli annem yine hamile…Yeni bir bebek daha bekliyorlar ve babam ille de kız olsun istiyor. Tabii ki o zamanlarda öyle ultrason vs olmadığı için ve dahi olsa bile babam kesinlikle götürmeyeceğinden dolayı doğacak çocuğun cinsiyeti ne olacak konularında eski yöntemler devrede. Kimi karnına bakıyor ‘’ Sen bu karınla yine erkek doğurursun’’ diyor,kimi ‘’Yahu bu hiç kımıldamıyor. Mutlaka ya Kızılderili Reisi Oturan Boğa ya da kıçını kırıp evinde oturan bir hatun kişi olur ’’ diyorlar.
Sonunda o meşhur minder testi uygulanıyor. Yani kanepenin minderi altına bir bıçak ve bir makas koyuluyor hangisinin üzerine oturacak diye. Bıçağın üzerine oturursa erkek, makasın üzerine oturursa kız olacak…Bu metod asla yanılmaz (!) Lakin nereden bilsinler onlar bu düzenekleri hazırlarken abim olacak muzurun da aynı kanepenin minderi altına testere koyacağını? Annem testerenin üzerine oturunca ‘’Eyvah eyvahhh’’ diyorlar. ( Bunun sebebini hâla anlayabilmiş değilim )
Annemin testerenin üzerine oturması uğursuzluk olarak kabul ediliyor. Yani doğacak olan bu çocuk o eve uğursuzluk getirecek. O sebepten dolayı da karar veriliyor: Eğer erkek olursa Adı ‘’Neuzubillah’’ ya da ‘’ Hafazanallah’’ , Kız olursa ‘’ Musibet’’ ya da ‘’Gudubet’’ olacak… O zamanlar ufak bir kız çocuğu olan şimdiki komşum Nurhayat Ablam bile ‘’ Makbule Teyze kız olursa My Moon( Okunduğu gibi tabii ki) , Erkek olursa Tosbik koyun ismini ’’ diye fikir beyan ediyor.
Derken efendim 25 Şubat 1954 de annem dördüncü doğumunu yapıyor. Kim doğuyor dersiniz? Elbette ben.İşin aslı annem hastaneye saat 24.00 e doğru geliyor ve 00.15 gibi de ben doğuyorum. Yani esasen doğum günüm 26 Şubat.
Efendim benim rahmetli pederin bir huyu var: Sanki çok acilmiş gibi biz doğar doğmaz hemen nüfus cüzdanımızı çıkartır. Sanırım rahmetli dedem onu doğduktan on yıl sonra nüfusa yazdırdığı, bu sebeple de otuz yaşında askere gittiği için olsa gerek.
Neyse…Rahmetli peder hemen fırlıyor 26 Şubat 1954 günü sabahı Ankara Nüfus Müdürlüğüne. Elindeki doğum belgesini ilgili memura uzatıyor. Memur çözmekte olduğu gazetenin bulmacasından başını kaldırıp babamın uzattığı belgeye bakıyor ve ‘’ Kardeşim buraya niçin geldin ki? Doğru Hacettepe Üniversitesi Zooloji Bölümüne git’’ Diyor. Babam tabii ki bir şey anlamıyor ama koskoca devletin koskoca memuru ‘’ Hacettepe Zoolojiye git dediğine göre vardır bir hikmeti’’ diyerekten soluğu denilen yerde alıyor.
Hacettepe’de bir profesör babamın elindeki kağıdı alıp bakıyor ve bir sevinç çığlığı çıkıyor dudaklarının arasından. Babama soruyor ve aralarında şöyle bir konuşma başlıyor:
-Bebeğimiz nerede doğdu?
- Cebeci Doğum evinde
- O la la…Ne güzel..Artık bizim hastaneler de bu konuya el attılar demek ki?
-Bey amca ! daha yeni mi öğreniyorsun? Artık kimse evde doğurmuyor. Hep hastanelerde oluyor doğumlar.
-Enteresan… Türü nedir peki?’’
-Hocam ne türü ya…Bunun türü de mi var?
-Olmaz mı azizim. Bakın sayayım : Pagai, Siberut, Sulawesi, Tonkea, Heck,Gorontalo, daha en az yirmi tür sayabilirim.
-Allah Allah yahu beni ademin türü olduğunu da ilk kez senden duydum.
-Vaoooov. Demek beni adem denilen bir tür. Daha önce hiç duymamıştım.
Babam artık dayanamıyor
-Hocam bak karımı hastanede bıraktım. Daha onu hastaneden alacağım. Beni uğraştırma da artık adını nüfusa geçirelim şu çocuğun.
Uzatmayalım efendim olayın aslı astarı şu: O dönemlerde hastanede doğan çocuklar için verilen doğum belgelerine çocukların adı ‘’ Bebek/ ….’’ Diye yazardı.Yani isim yazmazdı. Benim doğum raporumda ise ufak bir hata yaparak ‘’ Şebek Biberoğulları ‘’ yazmışlar ’’ Bebek Biberoğulları’’ yerine. Bütün bu karışıklık oradan kaynaklanıyormuş. Hocanın saydığı o türler de şebek türleriymiş meğerse.
Babam tekrar nüfus müdürlüğüne koşuyor. Belgenin yanlış düzenlendiğini, her ne kadar evladının, yani benim bir şebeke benzesem de şebek olmadığımı beyan ettikten sonra sıra isim meselesine geliyor.
Memur soruyor: ‘’ bebeğe ne isim verdiniz?’’ Babam mahcubiyetle ‘’ Neuzubillah’’ Diyor. Memur ‘’ Olmaz…O isim özel bebekler için. Senin bebeğin ileride devletin yönetim kadrosunda olabilir mi?’’ diye soruyor. Babam da ‘’ Kakasına yaptırdığımız tahliller neticesinde 657 ye tabi bir memur olacağı kesinleşti’’ deyince Memur ‘’ Gördün mü bak…Memur olacak çocuklara bu ismi koyamıyoruz’’ diyor.
Babam ikinci bir hamle yapıyor: ‘’ Peki Hafazanallah koysak? ‘’ Memur esefle başını sallıyor. ‘’ O isim de aynı kapsamda..Maalesef..Üzgünüm’’
Babam artık üçüncü alternatifi deniyor ‘’ Peki tosbik?’’
Memur kızıyor babama ‘’ Yahu Ahmet’in Mehmet’in suyu mu çıktı be adam?’’
Babamın da tepesinin tası atıyor. Hemen hastaneye koşuyor daha annemden emdiğim süt miktarını tamamlamadan kaptığı gibi beni o nüfus memurunun masasının üzerine bırakıyor ‘’ Di haydi buyur buna sen bir isim bul ‘’ diye.
Memur o sırada yine dalmış bulmaca çözmeye. Ne babamı ne de masasının üzerinde viyaklayan beni görüyor. O kadar dalmış ki bulmacaya sesli bir şekilde düşünüyor: ‘’ Kağnıları çeken öküzlerin boyunlarına vurulan övendirelerin demirleri- Dört harfli’’ Babam da bulmaca hastası aslında. O da beni unutup hemen patlatıyor cevabı: ‘’ Kağnıları çeken öküzlerin boyunlarına vurulan övendirelerin demirlerine sami denir’’ ( Gerçekten de öyledir. Özellikle Erzurumlular iyi bilir bunu )
Memur bulmacaya ‘’ sami ‘’ yazdıktan dönüp benim nüfus cüzdanımı doldurmaya başlıyor:
Adı: SAMİ
Soyadı: BİBEROĞULLARI
Baba Adı: KAMİL
Ana adı: FATMA ( Halk arasında Makbule dense de asıl adı Fatmadır)
Doğum Yeri ve Tarihi: ANKARA 25.02.1954
İli: KARS
İlçesi KAĞIZMAN
Mahalle ya da Köyü: BAĞLAR ALTI.
Babam benim nüfus cüzdanımı alırken İstanbul’un Kasımpaşa semtinde de bir çocuk dünyaya geliyor benden bir kaç saat sonra. Adını Recep Tayyip koyuyorlar. İşin ilginci Ben Ankara’da doğduğum halde yıllar sonra İstanbul’da gelirken İstanbul-Kasımpaşa’da doğan Recep Tayyip de Ankara’ya gidiyor. Ama hepsi bu kadar değil. Bizden tamı tamına beş sene sonra yani 26 Şubat 1959 da Konya’da da bir bebek dünyaya geliyor ve onun adını da Ahmet koyuyorlar.
Aradan yıllar geçti tabii ki. Ben ve Recep’in doğumunun üzerinden altmış bir, Ahmet’in doğumu üzerinden elli altı sene. Bu süre içinde ben genelde enine büyüdüm. Recep boyuna büyüdü. Ahmet ise ne enine ne boyuna fazla gelişme kaydedemedi.
Bu gün Recep Tayyip Cumhurbaşkanı, Ahmet Başbakan lakin ne de olsa ağabeyleri olduğum için asla saygıda kusur etmez nerede görse öperler beni sağ olsunlar var olsunlar.
Geçenlerde mektup yazdım sordum ‘’ Biraderler…Hani o bana verilmeyen ‘’Neuzubillah’’ ve ‘’Hafazanallah’’ isimleri kime verilmiş, bir araştırın bakalım ‘’ diye. Araştırıyorlarmış.
Peki ‘’Tosbik? Onu merak etmedim mi? ‘’ Etmedim. Resmi adım olmasa da kullanan var sağ olsun.)))))))))
Haaa bir de. Pasta söz konusu olunca böyle acayip bir yaratığa dönüşüyorum ama idare edin artık. Senede bir gün olur o kadar değil mi ?( Acaba sadece bir gün mü?)