24
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
2160
Okunma


Efendim ben onlara dostlar meclisinde ’Kangallarım ’ Diyorum.
Allah eksikliklerini ve acılarını göstermesin iki oğlumdan bahsediyorum. Aslında üç oğlum bir kızım var ama ben birlikte yaşadığım iki oğlum için ’Kangallarım ’ Tabirini kullanıyorum eş dost arasında. Kendilerinin bundan heberleri yok sanırım. Bu yazıyı okurlarsa öğrenmiş olacaklar.
Her ne kadar iki oğlum için de Kangal ifadesini kullansam da 2 No lu Kangalın ayrıca bir de ’Dıgıl ’ Diye taa doğumundan bu güne taşıdığı bir unvanı olduğu için sadece Kangal dediğimde genelde 1 Nolu oğlum akla gelir.
Efendim Sivas Kangalları bildiğim kadarıyla tehlikeli değillerdir Benim Kangallar da tehlikeli değillerdir ama 1 Nolu Kangal, nam-ı diğer oğlum Cihangir eğer aşık ise o zaman hapı yuttunuz. Yok yok, öyle ısırması , saldırması ya da huysuzluğu filan yoktur. Tehlike başka türlü.
Sabah yedide işte olması lazım ama saat altıbuçuk olmuş bizim Kangal hâla uyuyor. Kapısını tıklatıyorum ve sesleniyorum.
-Oğlum sen bu gün işe gitmiyor musun?
-Seni çok seviyorum aşkım...
-Aşkım????
-Bir tanem benim. Hayırlı sabahlar olsun sana da.
-Ya oğlum kalkacaksan kalk, yorma beni?
-Seni hiç yorar mıyım meleğim benim? Bir evlenelim sana kahvaltıyı ellerimle hazırlayıp yatağına getirecem.
-Cihangirrr...Korkutuyorsun beni.
-Korkma gülüm..Korkma aşkım...Aşkımız her türlü güçlüğü yenecek inşallah
-Lan oğlum saçmalama. Ne diyorsun sen öyle bakayım?
-Aşkım bir dakika..Babam dikildi yine odanın kapısına. İnsanı bir rahat konuşturmaz ki.
-Ulan oğlum sen iki saattir kimle konuşuyorsun öyle? Ben de baya korktuydum oğlan sapıttı diye.
-Aşkım..Ben şimdi kapatıyorum. Babam işte..Yaşlı başlı adam..Gönlünü hoş tutmak lazım. Ben seni sonra ararım.
Eşşek sıpası aşık olduğu kızla konuşuyormuş meğer. İki saattir kapının ağzında başçavuşun beygiri gibi zortladığıma mı yanayım yoksa senelerdir bir tek defa benim için kahvaltı sofrası hazırlamamış olan bu namussuz Kangalın sevdiği kıza ’ Hayatım sen merak etme senin kahvaltını ellerimle hazırlayıp yatağına getireceğim ’ Demesine mi yanayım?
Aşık olduğu zamanlarda bizim Kangal işe gitmekten hiç hoşlanmaz ama çaresizdir.O işe gidilecek. Kalkar yataktan banyoya girer. Diş macununu suratına sürüp ’ Bu niye köpürmüyor ’ diye bağıraraktan traşını olur. Sonra traş köpüğü ile dişlerini bir güzel parlatır. Malum Kangalların en önemli uzuvlarının başında dişleri gelir. Daha sonra tüm vucudunu tamamen parfüm banyosundan geçirir. Sonra mutfağa geçer. Kendisine sucuklu yumurta yapacaktır. Gelin seyredelim:
-Oğlum sen ne yapmaya çalışıyorsun öyle?
-Sucuklu yumurta yapacağım.
-İyi de evladım doğraman gereken şey sucuk değil mi? Sen yumurtayı doğramaya çalışıyorsun.
-Aaaa sahi ya. Sucuğu doğrayacaktım değil mi?
-Neyse sen otur ben yapayım.
Neyse..Oturur sofraya. Aşkından her an bir mesaj gelebilir diye cep telefonu hep yanındadır tabii ki. Gözü kulağı da cep telefonunda doğal olarak.
-Baba yaa..Bu nasıl çay böyle. Hem buz gibi, hem de o kadar şeker attım tadı yok.
-Hay Allahım ya Rabbim. Benim midem için hazırladığım karbonatlı suyu mu içtin sen yine?
-Yahu ben de diyorum bu çay niçin bu kadar soğuk. Tadı da hiç hoşuma gitmemişti zaten.
Mis gibi demli çayı bardağa doldurup uzatırım muhtereme. Bu sefer de ekmeğe bahane bulur.
-Baba ya..Bu ekmek kaç günlük böyle? Taş gibi olmuş.
-Çocuğum o cep telefonunu ısırmayı bırak da ekmek ye artık ha? Bak hemen solunda. Mis gibi, sıcacık, fırından yeni çıkmış.
Bizimki alelacele atıştırmaya başlar ama hep itiraz hep itiraz.
-Baba ya bu nasıl bir sucuklu yumurta böyle. Midem bulandı.
-Yahu oğlum..Sucuklu yumurtayı ekmeğin üzerine koyar onun da üzerine reçel sürüp yemeye kalkarsan elbette miden bulanır.
Bizim böyle baba oğul tatlı tatlı muhabbet ettiğimize bakmayın. Benim Kangalın ağzı aşkı ile de muhabbet halinde olduğu için zeytin, peynir gibi kahvaltılıkları burun yoluyla midesine götürür. Tabii ki bunu tek eliyle yapmaktadır zira aşkı ile telefon konuşması yapmadığı zamanlarda elinin birini mutlaka mesaj gönderme işine tahsis eder.
Kahvaltı kısmını bu kadar uzun anlattığıma bakmayın. Aslında bir kaç saniyede olup biten bir eylemdir.Sonra iş elbiselerini giyinme faslı başlar. Bu fasılda giydiği her kıyafetten sonra ’ Nasıl, yakışmış mı?’ Sorusuna muhatap olurum. Yahu her zamanki kıyafetler işte...Hani yakışmasına yakışıyor da ne zamandır giyilen kıyafet için de yakışmış mı diye sorulmaz ki. ’ Çok yakışmış, güzele ne yakışmaz ki’ filan deyip geçiştiriyorum bu soruları.
Nihayet kendince tüm kıyafetlerini giydikten sonra bir kez daha sorar:
-Nasıl oldum?
-İşe pantolonsuz gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?
-Aaaa..Pantolonu giymeyi unutmuşum.
O arada iki no lu kangal da uyanmıştır. Ama dediğim gibi o çok zararsızdır. Onun tek zararı şudur:
-Baba yaa şu kravatı bağlasana.
Ayakta olduğum zaman neyse de uykunun en tatlı yerinde, rüyaların en güzellerinden birinin içindeyken beni dürtüp de ’ Babaa şu kravatı bağlasana ’ Demesi yok mu, ifrit olurum ama çaresiz bağlarım o kravatı. Eşek sıpası ütü yapmayı bile öğrendi ama kravat bağlamayı hâla öğrenemedi.
Onun ’ Baba şu kravatı bağlasana ’ Demesi büyük Kangalı da sinir eder. Kardeşi olacak Kangala ’ Angut’ ya da ’ Mal ’ diye hitap eder. Bunun üzerine Kangallar arası ufak bir arbede yaşanırsa da pek önemli değildir. Vaka-i adiyedendir bizim hanede.
Sonunda evden çıkmak üzeredirler artık. Ben her zaman olduğu gibi arkalarından seslenirim.
-Oğlum o çöpü atmayı unutmayın
Küçük Kangal çöp atmayı pek sevmez. Büyük Kangal atar genelde ama büyük Kangal aşık ya, onun gözleri artık aşkından başka bir şey görmemektedir. Tabii ki bu durumda çok büyük bir tehlike daha yaşanır. Seyredin şimdi:
-Evladım naapıyorsun sen?
-Yahu çöpü at demedin mi? Çöp torbasını aldım atacağım.
-Yavrucuğum sana çöpü at dedim. Kardeşini değil.
Bizim aşık Kangal çöp diye kardeşinin ensesinden yapışmış onu atmaya çalışıyor. Tabii ki ufak bir arbede daha olursa da benim müdahelemle bu arbede de kazasız belasız atlatılır.
Neyse efendim. Sağ salim uğurlarım Kangalları işlerine. Sonra her zamanki gibi bilgisayar başına konuşlanırım ve tabii ki face booku açarım.
Face booku açmamla birlikte de bizim Kangalın uçuşa geçtiğini görmem bir olur.
------İlişkisi başladı------
Hemen peşinden:
’yine bir aşkın sarhoşu geziyor şehrin sokaklarında
sevdiğinden ayrı gecenin yorgunluğu var ayaklarında
elinde şişesi bağırıp durur nerdesin artık gel sevdiğim
belki de ne dertler ne acılar saklı haykırışlarınsa
yeterki gel sevdiğim
çünkü sensin tek gerçek
çünkü sensin tek bildiğim’
’GEL ARTIK GEL DE BITSIN BU ACI . BIRAZ DA GOZLERINLE SEV BENI, ELIN DOKUNSUN ELIME, TENIN TENIME... BEN HAYAL DEGILIM GERCEGIM. ETIMLE CANIMLA... DE GELDE BU CAN SENIN ARTIK DE GELDE NEFES ALAYIM. YASADIGIMI HISSEDEYIM BEN DE’
’Bana öyIe bir mektup yaz ki sevgilim acar açmaz duyayım kokunu. Sevda essin başak saçlarında, sesin yüzümü rüzgarla buIsun… Bana öyIe bir mektup yaz ki sevgilim, gelsin beni en koyu zulamda bulsun ve öyIe bir mektup yaz ki sevgilim varsın ölümüm olsun.’
Of ülen offff...Bizim zamanımızda böyle miydi bu işler? Biz ne güzel mektuplar yazardık.
Sabit kalem denilen kalemler vardı o zamanlar. Mektupları onunla yazar, bir de elimizin kalıbını çizerdik. Üzerine de iki damla su dökerdik ki yazarken gözyaşı döktüğümüz anlaşılsın diye. Tabii ki su damlası o sabit kalemle yazılmış mektubun bir iki harfi üzerinde mor bir iz bırakırdı. En önemlisi de o mektubu gizlice sevdiğimize ulaştıracak afacan ve hergele bir velet bulmamız gerekirdi. Bazen bir 25 Kuruşa, bazen bir horoz şekerine tav ederdik bir veleti. Şimdikilerin işi kolay. Cep telefonuyla bile dünyanın mesajını gönderebiliyorlar. Yaz babam yaz, gönder babam gönder...Hava sahası açık...Uçuş serbest. Uç babam uç.
Akşama doğru telefon ediyorum benim Kangala.
-Oğlum eve gelirken iki tane ekmek getir.
-Tamam aşkım. Başka bir şey lazım mı hayatım?
-Ulan hay senin aşına e mi eşek sıpası.
-Pardon Baba.
NOT: Resimdeki Kangal değil biliyorum ama ancak bunu bulabildim bizim Kangalın şu anda ne halde olduğunu gösterebilmek için.