3
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
2256
Okunma


Muhalif sanat 2 yazımı bu hafta için tamamlayıp erkenden yollamıştım. Geçen hafta ki yazımın devamında belirttiğim üzere hikâyenin devamı niteliğinde ki bu yazıya aslında olağan gibi görünse de benim için olağan üstü bir sebeple küçük bir ara verdim. Bunun için bana kızan olursa şimdiden affını rica ederim…
Birçoğunuzun haberdar olduğundan hiç kuşkum yok, bu hafta büyük usta Nejat Uygur’ kaybettik…
Üstat, bırakıp kahkahaları topladı hüzünleri ve söylediği gibi ayrıldı aramızdan. Nejat Uygur gibi bir ustayı tanıdığım, sahnede onu kanlı canlı izlediğim ve hepsinden önemlisi, çocukluğumda hayran olduğum bu adama büyüdüğümde de aynı duyguları beslemeye devam ettiğim için şanslıyım. Hakkında cümle kurarken ikilem yaşadığım bu durum aslında onu bir seyirci olarak koltuğumdan bir oyuncu olarak da sahneden tanıdığım içindir.
Hakkında binlerce cümle kurulmuş ve kurulmaya devam eden bu komik adamın BKM duvarlarına asılı koca bir tablosunu gördüğümde bir kat daha artmıştı ona olan hayranlığım. Bir oyuncunun böyle bir resim yeteneğinin olması ve bunun sergilenmesi değil elbet yahut o tiyatro binası için yaptıkları… Kendisini koca bir palyaço olarak resmetmesiydi asıl ilgimi çeken. Gözlerinde koşuşturan bir çocuk ve kederli bir insan yüzü… O tabloyu gördüğümde henüz tanışma fırsatım olmamıştı kendisiyle fakat o küçük çocukla çabucak tanışıp kaynaşmıştık. Ben oyuncuydum, her hafta oyun oynamak için geldiğim tiyatro da o gün benden önce gelen tablodaki kederli yüzlü küçük çocuk haddimi bildiriyordu bana… Bilenler bilir uzun koridor gibi bir fuayesi vardır o tiyatronun, yürür ve sonunda kulise ulaşırsınız. İşte o kulise ben Nejat babanın palyaço yüzünü gördükten sonra yürüyüşüm değişerek ilerlemeye başladım. Koskoca Nejat Uygur yüzündeki o kederli yüzlü küçük çocuk ifadesiyle koca egomun içime kaçmasına neden oluyordu!
Aradan yıllar geçti, bende hayli olgunlaşmaya başlamıştım ki kendisiyle yakından tanışma fırsatımız oldu, çok detaya girip anılara boğmak istemediğimden yazımı asıl konuya, oyunculuğa gelebilmek için kestirmeden tanışmamızı anlatacağım. Bu arada Nejat baba komik adamdı vesselam, oyuncu olmasa da komik olurmuş hiç kuşkusuz, biz de işte böyle komik anlardan biri ile tanıştık kendisiyle. O vakitler benim kız arkadaşım Uygur tiyatrosunda çalışıyor ben de farklı bir tiyatroda. Onlar sıkça turneye çıktıkları için bende sık sık uzun telefon konuşmaları yapıyorum kız arkadaşımla. Bir gün yine gayet romantik telefon konuşmalarından birini yapar, kız arkadaşıma uzun ve etkileyici sözler sarf ederken birden telefonun ucundaki ses “çok mu seviyorsun sen bu kızı” dedi. Donup kalmışım, telefonun ucundaki adam koskoca Nejat Uygur, telefonu elinden kapıp beni dinlemeye başlamış. Tabi haliyle romantizmden Nejat Uygur’a geçiş biraz şok edici oldu. Ben kem küm ederken tekrar kız arkadaşımın eline geçti telefon, ne oldu anlamadım derken telefon yine Nejat babanın elinde. Bana hiç beklemediğim, orta oyunlarından birinden bir replikle espri yaptı ve refleks olarak bende o repliğin karşılığı olan repliği söyledim. Telefondan bir kahkaha sesi duyuluyor, bu hoşuna gitmiş olmalı ki telefonu tekrar tekrar kapmaya devam etti. Bir kız arkadaşımı duyuyorum bir Nejat babayı, bu arada telefondan biz koca bir muhavereyi bitirmek üzereyiz, neredeyse koca sahneyi ezber geçtik! Sonra kahkahalarla başlayan tanışmamıza istinaden rövanşı yapılmak üzereyle konuyu sonlandırıp ustayla vedalaştık. Ben kız arkadaşıma telefonu neden bir alıp bir bırakıyor diye sordum, madem hoşuna gitti konuşmasına izin verseydin ya dedim… Meğer kalbine pil takılıymış, telefonla konuşması yasakmış, o nedenle telefonu kapıp kapıp bırakıyormuş.
İşte o tabloda gördüğüm koşuşturan çocuk gözler beni yanıltmamış, içindeki yaşama coşkusunu yaşı onca ilerlemiş olmasına rağmen büyük bir ustalıkla saklamıştı. Aslında bu adam bence hiç yaşlanmamıştı…
“Geleneksel tiyatro” geleneğinden gelen büyük usta bu oyunculuk biçiminin de bence yaşayan en iyi temsilcisiydi. Hiç unutmam bir oyuncu arkadaşımın kendisiyle ilk çalışmaya başladığı zamanda bana yahu Nejat Uygur işte, taşra seyircisine orta oyunu gibi oyunlar oynuyor, buradan ne öğrenebilirim ki ben dediğini. Gülümseyerek “oyunculuğu” demiştim kendisine, yaklaşık bir yıl sonra bu cevabı unutmuş olacak ki bana Nejat Uygur’u övüyordu. Onunla aynı sahneyi paylaşan tüm meslektaşlarım kuşkusuz bu söylediklerime katılacaktır. Nejat baba Türk tiyatrosunun başına gelmiş en iyi şeylerden biridir…
Elbette Bahri abiyide anmadan geçemeyeceğim, gözlerinden zekâ fışkıran büyük usta, büyük Pişekâr Bahri Beyat… Kavuştunuz yine birbirinize, Nejat baba yine işleri karıştıracak, Bahri abi kabak sana patlayacak… Ve, perde….