13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1513
Okunma
Bundan çok uzun yıllar önce tam 45 yıl öncesi mevsimlerden yaz aylardan Ağustos ayıydı. Şimdi olduğu gibi yine çok sıcak bir Ağustos du. Olay böyle sıcak bir günde küçük Erdek’in küçük bir köyünde başladı. Köyün adı ise eski adı Şeytan köy yeni adı ise Ormanlı köyüydü. Her iki adına bakıp da sizi yanıltmasın, köy şeytanın uğramayacağı güzellikte şirin bir köydü aslında. Yeni adına bakıp da orman köyü olarak da düşünmeyin deniz kenarında 36 hanelik küçük bir sahil köyüydü. Ormanla ilgisi de yok sanmayın hemen arkasında kocaman kapı gibi dikilen Kapıdağ vardı. Suları dağlardan inen buz gibi ve tatlıydı. Havası deniz tuzunu ve yosunun o güzel kokusu sarmıştı. İnsanları tıpkı sıcak havası ve sahildeki kumları gibi sıcacıktı. Muacir köyüydü ve muacirler iyi insanlardır. Sıcak kanlı sevimli neşeli insanlardır. Tıpkı benim gibi. Köyde zaten çok sevdiğim güzel köyüm.
İşte bu küçük ve sevimli köyün sıcak insanları, sıcak bir Ağustos ayında ne yapıyorlarsa aynı işleri yapmaya devam ediyorlarmış. Ağustos ayı kırmızı soğan örme ayıdır. Balık soğanı olarak da bilinen yumuşak, tatlı kırmızı soğanın saplarından örülüp dize haline getiriliyordu. Tabi ki bu iş kadınların işiydi. Erkekler ovadan topladıkları soğanları getirir ve evin bahçesine yığarlardı. Kadınlarda örer ve elleri kızılımsı mora boyanırdı. Rabiha adındaki gelin de evde bekar olan üç görümcesi ve bir kayınvalidesi ile soğan örüyordu. İşte böyle soğanların örüldüğü sıcak bir Ağustos günüydü.
Rabiha gelin sıcaktan ve hamileliğin son günlerinin verdiği sıkıntıdan bunalmıştı. Bu ikinci hamileydi, iki yaşında bir oğlu vardı. Buna herkes kız diyordu çünkü karnı kalçalarına doğru genişlemişti. Bütün gün oturduğu yerden kalkamamış ve gün boyu elleri mosmor olana kadar ve soğan kokusu genzini yakarak soğan örmüştü. Kaderi buydu babasının evinde, köyünde de soğan örüyordu kendini bildi bileli. Koca evine gelmişti kaderi de peşinden gelmiş ve yine soğan örüyordu. Köy değişse de kader değişmiyordu çünkü o köylerde kader hep aynıydı.
Günlerden 15 Ağustos ve Perşembeydi. Öyle özel bir gün değildi. Güneş yine doğudan doğmuş akşam oluncada batıdan batmıştı. Yerini aya ve yıldızlara bırakmıştı. Her gece olduğu gibi o gece de yıldızlar yine gökte asılıydı. Göktaşı yağmurları yağmadı. Yıldızlar tıpkı birer maytap gibi parlayıp kaymadı. Gezegenler tespih gibi dizilmedi. Balıklar denizden kendilerini sahile vurmadılar. Güneş tutulması ay tutulması da olmadı. Hatta küçücük bir meltem bir esinti bile olmadı. Normal sıradan bir yaz akşamıydı, nemli rutubetli yapış yapış sıcak bir yaz gecesiydi. Ağustos sıcağını ve terlemeleri daha da çok olan bir kişi vardı o da doğum yapmaya çalışan Rabiha gelindi. Hemen kayınvalidesini çağırdı gelin, kayınvalide geldi, doğum başlamıştı.
Siz okurlarımın Elif ile Ömer hikayem den hatırlayacağınız Halime’yi çağırdı, Ayşe anne. Halime ebe değildi ama doğum yaptırabiliyordu. Kayınvalide ve diğer görümceler ne gerekiyorsa hazırlıkları yapmışlardı. Sıcak su, havlu, temiz çarşaf her şey hazırdı.Halime gelir gelmez hemen Rabiha gelini muayene etti. Doğum başlamıştı, hatta bebeğin başını görüyordu ama bebek bir türlü gelmiyordu. Bir sorun olduğunu anladı, daha önce böyle bir doğumla karşılaşmamıştı. Saatlerdir uğraşıyor ama bir türlü bebek doğmuyordu. Rabiha ise acı çekmekten yorgun düşmüştü.
Öte yanda evin altında hanayda doğumu bekleyen Vehbi sigara üzerine sigara yakıyordu. İlk doğum böyle olmamıştı, Erdek’e hastaneye gider gitmez doğurmuştu karısı. Bu doğumda Erdek’e hastaneye götürmemişti. Sancı birden başlamıştı, köyden kasabaya tek vesait at arabasıyla veya atla gidilen dağ yolu vardı. Birde Pazartesi günleri Erdek’in pazarına gitmek için olan deniz motoruydu diğer vesait ise. Saatler gece yarısını geçmişti, hiçbir şekilde kasabaya gitmenin imkanı yoktu. ‘’Allah yardımcısı olsun, bebek de karıda inşallah sağ sağlim kurtulur’’, diye içinden geçirdi. Cebinden çıkardığı birinci marka sigara paketinden bir tane daha sigara daha yaktı.
Halime doğumun git gide daha zora gittiğinin farkındaydı. Bebek bir türlü doğmuyordu. Halime elini Rabiha’nın içine soktu ve bebeğin boynunda elini dolandırdı. O anda anlamıştı sorunu, bebeğin boynuna bebeğin kordonu dolanmıştı. Kordonu kavradı ve hızla çekip bebeğin boynundan çıkardı ve bebeğin boynunu sıkan ve doğmasına engel olan kordonu kurtarmıştı. Kordon bebeğin boynundan kurtarır kurtarmaz bebek yaydan fırlamış ok misali Halime’nin kollarına düştü.
Bebek doğmuştu ama kendisini doğuran annenin soğanın boyadığı elleri gibi mosmordu. Bebek nefes almıyor, ağlamıyordu. Halime bebeğin ağzını açtı, hareket ettirdi ama bebek de yaşadığına dair bir belirti yoktu. Rabiha’nın acıları bebek doğar doğmaz bir anda bitmişti, terden ıslanmış yastığından başını kaldırdı. Bebek ölü gibi mosmor Halime’nin ellerinde cansız ayaklarından tutulmuş baş aşağı sallanıyordu. Halime bebeğin poposuna vurdu ama yine nefes almıyordu. Daha hızlı şekilde yine vurdu bacaklarından sarstı bebeği yine tepki yoktu. Uzun bir uğraşıdan sonra bebekden kedi miyavlamasına benzeyen bir ses çıktı. Bebek son anda dünyaya hayata istemese de geri gelmişti. Oysa hayata başlamadan gitmeye niyetliydi ama olmadı. Halime her zaman ki gibi yine bu dünyaya kötülük mü etmişti. Yoksa hayatında ilk kez güzel bir şey mi yapmıştı kim bilir.
Baba Vehbi, anne Rabiha ve bütün ev halkı rahat bir nefes almıştı. Çok şükür bebek yaşıyordu eve bu kötü dünyaya bir kız bebek gelmişti. Vehbi ilk çocuğu oğluna kendisim koymuştu. Erol Taş o zamanlar sinemalarda çok meşhurdu ve Vehbi oğluna Erol ismini vermişti. Allaha şükürler olsun Erol Taş’ın filmlerindeki kötü krakterde bir insan olmamıştı oğlu . Vehbi yeni doğan kızın adını koymayı babasına bırakmıştı.
İsmail Aga isim düşünmeye başladı, değişik ve güzel bir isim olmasını istiyordu aklına ise birisim gelmiyordu. Ertesi gün köyde yazlığı olan Ankaralı öğretmen arkadaşına isim danışmaya gitti. Arkadaşının kendi gibi birde öğretmen kızı vardı. Aralarında ki bebek ismi muhabbetine dahil olmuştu. İsmail Aga, ilk çocuk olan Erol’a uygun bir isim arıyorlardı. Genç öğretmen bayanın aklına bir isim gelmişti, o da ilk kez bir öğrencisinde duymuştu bu ismi ve birden çok önemli bir şey bulmuş gibi haykırdı. ‘’Buldum’’ dedi. ‘’Buldum adı ERAY olsun,çok akıllı ve çok sevimli bir öğrencimin adı. Üstelik Erol ismine de uyuyor. Erol, Eray uyumlular’’. İsmail Aga ismi beğenmişti. Vehbi, Pazartesi günü, kasabaya deniz motoruyla gitti. Nufus müdürlüğüne gidip kızına kimlik çıkardı. İsim hanesine de ERAY yazdırdı.
Aradan biraz vakit geçmişti. İsim annesi genç öğretmen pazardan aldığı pijama takımını alıp bebeği görmeye ve hayırlı olsun demeye gitmişti. Aldığı pijama takımı mavi renkteydi. Bebeği kucağına aldı ve üzerine aldığı pijama takımını koydu. ‘’Maşallah, erkek çocuğuna erkek renk de pijama takımı olur2’ dedi. O anda herkes şaşırmıştı çünkü bebek kızdı. Öğretmen isim annesi bebeğin kız olduğunu öğrenince, gülmeye başladı. Herkes merakla ve şaşkın bir halde bakıyordu. Öğretmen,’’Ben erkek zannediyordum, cinsiyetini kimse söylemedi bende sormadım ve ben erkek sanıp erkek ismi söyledim’’, dedi. İsim konmuş kimliği bile çıkmıştı bebeğin yapılacak bir şey yoktu. Dünyaya istemiyerek zorla getirilen küçük sarı saçlı kız bebeğin birde erkek ismi olmuştu. İsminle yaşa ERAY bebek dediler ve 45 yıldır ismiyle yaşıyor.
Ben çok bahtsız biriyimdir aslında inanın öyle Hani derler ya ‘Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı koşturur’’, diye o bedevi benim işte. Babam bir zeytinlik vedi bana yani bahçe. Zeytinliğim olmadan önce Erdek halkı zeytinden çok para kazandı. Benim bahçem oldu bende para kazanacağım veya satar bir ev alırım diye düşünüyordum. Ben bahçe sahibi oldum, zeytin fiyatları düştü. Zeytin ağaçlarında verimsizlik başladı, kuraklık baş gösterdi. Zeytin bahçelerinin fiyatları düştü, bırakın ev almayı kümes bile zor alınır hale geldi. Bakın bu gün benim doğum günüm yazımı yazdım şiirimi yazdım ve edebiyat defteri açılmıyor ve ben yayınlayamıyorum. Bakım varmış sitede bu günü buldu. Emin olun gökten bazen kafama meteor düşecek diye bile korkarım. Başıma öyle şeyler geldi ki bir yıldırım düşmedi derim
Ben bir şey almaya kalksam, alacağım şey genelde bitmiş olur. Bana gelince her şey tükenir kısmetsizliğim hep kendimedir. Bir dükkana mağazaya girsem peşimde o dükkan müşteri dolar ve sahibi benimle ilgilenmez. Başkalarına ettiğim dualar olur ama kendime ettiğim dualar olmaz. Bunda da vardır Allahın bir planı. Onun için dostlar ben sizin için güzellikler dileyim sizde bana dileyin ne olur.
Her şey gönlünüzce olsun, Rabbim gönlünüzdeki güzellikleri katsın hayatınıza.
Mutluluklarım da oldu sevinç çığlıkları attığım
Acılarım da oldu hıçkıra hıçkıra ağladığım
Aşık da oldum kimsenin olmadığı kadar deli divane
Hesapsız kitapsız sevdim içimden geldiği gibi
Kavuşmalarda yaşadım utanmadan boynuna atladığım
Ayrılıklarım da oldu gözlerimi yollara akıttığım
Yarım yamalak yaşamadım hiç bir şeyi
Duygusuz da olmadım sıradan insanlar gibi
Duygularımı uçlarda yaşadım onun için adım çıktı deliye
Ama yaşadım işte öyle ya da böyle
Genç kız oldum mu bilemedim hatırlamıyorum
Çok çabuk büyüdüm belki de elimde bez bebeğimle
Gerçek bebek aldım elime bu nedir diye anlamadan
Anne oldum ve hayatım oldu onlar ben hayatımı yaşamadan
Böyle işte dostlar yaşadım bunca yıldır
Çok yalanlar söyledim başkaları mutlu olsun diye
Ama iki yüzlü olmadım hiçbir zaman
İhanet etmedim ve satmadım üç kuruşa
Riyakarlara ne kendimi ne de sevdiklerimi