- 2643 Okunma
- 39 Yorum
- 0 Beğeni
MADEM ÖYLE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
... Bu inceden bir meydan okumadır, hayata ve hayatsızlığa...
Bekledim.
Gelmedi Şahin Bey.
Soğuk bir yandan, üşümüş beddualarım bir yandan doğradı dudaklarımı. Kediler alaycı kırıtışlarla salınıp geçti önümden. Can sıkıntısından kardaki ayak izlerini saydım. Onlar da biliyor boşa beklediğimi. Kim bilir kim ne dedi onlara…Yoksa bakarlar mıydı gözüme öyle münafık halam gibi? O da sevmez ya beni. Durur durur “Boşa yaşıyorsun” der bana. Hiçbir işe yaramazmışım ben. İyi bir halt olsaymışım, bir işte sebat edermişim. Hay ben bu sebatı çıkaranın…Nenem sebat der, annem sebat der. Babam demez Allah’tan. O da benim gibidir zira. Hiçbir işte bir ay tutunamadı da, annem en sonunda kendini yazdırdı Bağ-Kura. Çeyiz dokudu gece, voltajı düşük isli lambaların altında. Ellerinde toprak yarıkları. Ağrılı bacaklarını bir uzata bir toplaya…Bir de çabuktu ki eli. Ah ne ses çıkardı parmaklarından, dantel ipliğini parmağından tığa devşirdiği vakit! Oturur dinlerdim onu. Elimde kokulu Arabistan kalemi, önümde defterim, yanı başımızda çıtırdayan sobamız. Hiç büyümeyeceğimi sandığım anlar. Sanki hep o delice dönen tığa bakıp duracakmışım gibi. Sırtımı okşayıp duran sıcağın mevsimi geçmeyecek, kokulu kalemim hiç bitmeyecekmiş gibi. Nenem divanın üzerinde sayıklayacak, babam Zaman gazetesinin üzerine gizlediği Tan gazetesini okurken, arada annemi yoklayacak. Önümde bekleyen problem havuz, bir türlü dolmayacak. Bir fotoğraf gibi durağan ve fakat ömür kadar capcanlı kalacağız.
Nereden geldim ben buraya? Sebat. Ah ben bu sebatı icat edenin…Zorla mı? Olmuyor işte. Kısmetsizim ben. Yıldızların altında doğurdu beni annem. Odalara sığamamış, sofada yatamamış. Almış çıkarmış ebem annemi kerpiç dama. Efil efil deniz rüzgarına karşı yatırmış. Nenem bağırıp durmuş mütemadiyen “Uğursuzluktur gökdam altında bacak açmak. Bari kıbleye çevirin başını.” Etten et yırtılıyor, kıble mi kalır hatırda. Horozlar ötüyorken, duvara karşı doğurmuş beni annem. Galiba bu yüzden kapı duvar dört yanım.
Gelmeyecek bu adam. Refika’yı götürdü yine besbelli. Kesin temiz iştir bu seferki. Refikaya kıyamaz o. Gel de çalış şimdi. Ah bir de sebat demiyorlar mı? Geçenlerde belediyeyi yaktılar. Daha geceden aradı patron Şahin Bey. Otuz beşe günlüğü, diz boyu kurum yıkanacak. Camı var, merdiveni var. Erinmedim gittim. Boyalı kadınlar geçti paspasımın önünden. Döndüm döndüm sildim bunalımlı ayak izlerini. Sildikçe gölgesinden dirildi mübarekler. Geceye dar düştüm eve. Cebimdeki otuz beş lirayı sıka sıka avcumda, karanlık sokakları geçtim. Hem yürüdüm, hem beni otuz beşe çalıştırıp, kendisi doksan alan patrona sövdüm. Bereket versin ki; otuz beş lira şehrin merkezinden gerilere doğru yol aldıkça ağırlaşır, büyür ve değer kazanır. Bizim eve varıncaya kadar muazzam bir servet oluverir cebimde.
En çok bu yanını severim bu deterjan kokulu mahallenin. Hiçbir şey pahalı değildir burada. Çocuk bezinin en adisi, pirincin ve bulgurun en bir tuhafı bizim bakkalda satılır. Mandalı bile yerli malıdır, naif ve naziktir. Biraz gergin, biraz inatçı, biraz hastalıklı. Deterjan denen şeyi ise, daha birinci el poşetinde gören olmamıştır. Menşei belirsiz mallar tüketsek de, çok şükür; kimse ölmedi ucuzluktan daha.
Annem bilmez temizliğe gittiğimi. Bilse ölesi gelir. Açılır da derinleşir parmaklarının nasırları. Gölgesi düşer kınalı ayaklarına. Gözünüzü seveyim, söylemeyin siz de…
Muhittin Abinin kahvesine daldı gözlerim. Taş sesi ta buradan duyuluyor. Ortada yedieminden düşme bir soba, etrafındaki yeşil örtülü masalarda kırmızı gürbüz yanaklı beyler, babalar. Çoğunun evine kırağı yağıyor şu an. Hele şu Balıkçı Mehmet ‘in. Karısı battaniye altında kadın kuşağı izliyordur şimdi. Oğlunun üzerinde, kolları şerit şerit sümük lekesi bir hırka, hırkanın altında yakası iyice bolarmış bir kazak vardır. Her zaman yaptığı gibi, camı nefesiyle buğulandırıp, Ferrari resmi çiziyordur muhtemelen. Kesin okuyup adam olacak o. Çil çil arabalar doğurtacak memlekete. Ya da en kötü ihtimalle, atölyeci Ali Kemal’in yanına çırak girecek, en azılı araba hırsızlarından olacak memleketin. Hangisi tutar kehanetlerimin bilmem. Ama biliyorum, her ne yaparsa yapsın, içinde mutlaka araba olacak.
Başını duvara dayamış, elindeki gazeteye bakan Yakup Efendidir. Kendisi lisede hademelik yapar. Pek sevmez onu mahalleli. Sürgün gelmiş Denizli’den. Kadınlar konuşurken duydum; evvelden çalıştığı okulun bodrumunda bir kızı mı sıkıştırmış ne? Günahı söyleyenlerin başına. Baksan nur yüzlü, toparlak bir adam. Ellisine geldi gelecek. Tekaüt istemiş bu yaz sonuna. Güya okul müdürü olur vermemiş. “Sen bize lazımsın efendi” demiş de, yırtıp atmış arzuhalini. Karısı söyledi anneme. Öyle diyecek tabi. Ne yapsın gariban?
Bir adam, Gavur Dağındaki domuz avını anlatıyor. Tanımıyorum onu. Kelli felli kır başlı bir adam. Etrafındakilerin kimi nüktedan, kimi hayret dolu bakışlarla dinliyor onu. Adam her cümlesinde bir ton daha gürbüzleştiriyor sesini. “Efendiciğime söyleyeyim, bir domuz ovanın kuzeybatısından, bir domuz güney yandan atladı üzerime. Kar boğazıma kadar. Elimde tekli kırma. Üşümüşüm, o biçim. Bir mermi kuzeybatıdan gelene, bir mermi güney yandakine nakşettim. Dört ayakları havaya dikildi mundarların. Yedi adam zor taşıdık onları yol kenarına. ”
“Mersin İdman Yurdu handikap aga!”
Bu Salih. İşi gücü totodur. Daha bir şey tutturduğu görülmüş şey değildir fakat; o umudun en yıkılmaz kalesidir bizim mahallede. Sürekli “bir gün mutlaka” diye başlayan cümleler kurar. İşin garibi, karısı da inanır ona. “Bir evim olacak, alt katı boydan boya havuz. Kıvrıla kıvrıla çıkacak merdiveni üst kata. Tavanından bizim camidekinden daha büyük avizeler asılacak. Her bir taşı portakal büyüklüğünde. Sabahları, avluyu şarıl şarıl yıkayan gündelikçinin şen türküleriyle uyanacağım” der durur fukara. Ne yapsın; öyle kandırıp da alıyor gün parasını kocası besbelli.
Buharı tütüyor yorgun semaverin. Çırak Necip, bardakları haşlayıp haşlayıp diziyor tezgahın bir kıyısına. Tezgahın kırık fayansından sızan su Necip’in ayakları dibinde göl olmuş. Radyoda cızırtılı bir türkü…Drama köprüsünü Hasan…Necip ayağıyla tempo tutuyor türküye. Her basışında az daha ötelere akıyor yerdeki küçük gölet. Semaverden süzülen buhara baktıkça, iğneler sokuluyor parmak uçlarıma.
Dışarısı…
Bulutlar kapkara. Kar bütün pislikleri örtmüş . Mahalle fosforlu bir tabloya dönmüş. İnsanı sarhoş ediyor bu aydınlık, kara bulutlara rağmen. Unutasım geliyor bildiğim ne varsa. Uyuyasım. Ah annem olmasaydı. Açıverseydim şu meydandaki karı, uzanıp yatıverseydim ve tekrar örtseydim üzerimi. Koca bir tümsek olsaydım heykelin altında. Şaha kalkmış atın ayakları dibinde. İnce kuşlar gelip konsaydı üzerime. Gıdıklansaydım. Sıcak ayaklarında eriyen kar suyu, dudaklarımdan sızsaydı. Can suyumu da içip, hiç değilse bahara kadar uyusaydım. Belki bu şekilde unutmak mümkün olurdu tırnak dibime dalmış kıymık sızılarını.
Ama biliyorum, burası Mutlu Sokak. İnadına eskimişlik, inadına gerçeklik sarmış, sarmaşıktan evvel duvarları. Binaların birinci katına kadar inen, akar borularından boşalan sular, devşirilmekten bir hal olmuş kaldırımlara çarpıp, korkunç bir gürültüyle, bıçak gibi kesmeseydi dimağımı, daha uzar giderdi karda uyuma hayalim.
Ne zaman yorulsam ve gözlerimi kapatsam, nenemin çalar saati düşüyor hatırıma. Saatin göbeğinde sarı bir tavuk. Etrafında bit kadar civcivleri. Tık tık tık…Her tıkta yerdeki taneye bir gaga vuruyor. Çok takardım kafaya bu tavuğu. Derste bile aklıma düşerdi mübarek. Gün yorulur, güneş uyur, ay kestirir, nenem horuldar, o hiç yorulmaz. Boynu bir aşağı bir yukarı. Aylarca, yıllarca…Tık da tık. Yer durur bitmez taneyi. Civcivlere zırnık koklatmaz. En son siniri tuttu da halamın, kaldırdı attı onu balkondan armutluğa doğru. Takıldı kaldı ağacın yüksek gövdesinde. Yine de tıkladı durdu usanmadan, gocunmadan…Sonbaharı atlattı da, kışa dayanamadı. Sustu kaldı. Sonra kaybolup gitti daldan. Belki hala taneleniyordur sarı tavuk bir yerlerde. O benim, dirayet simgem. Yorgun anlarımın eşref-i mahlukatı.
Bu mahallede aynı yerden iki defa geçilmez. Bir yerde beş dakikadan fazla beklenmez. Birine iki kere bakılmaz. Bütün bu sınırları aşanda illaki bir bozukluk aranır. İşte o yüzden kahvedekiler beni süzmeye başladı bile. Allah’ın ayazında, karın içinde ve yol kenarında tepinip duran bir kız. Hiç olacak iş mi? Şimdi gireceksin şu kapıdan içeri. Çekeceksin boş bir sandalye, uzatacaksın ayaklarını sobaya doğru. Bir de çay söyleyeceksin Necip’e. Ne olacak, parasıyla değil mi? Kadınlar giremez mi yazıyor kahvenin çıngıraklı kapısına? Vallahi de yapmazsam…
Bereket versin ki sobaya en yakın masa boş. Sıcak diye kimse tenezzül etmemiş zahir. Ben içeri girince, az önce Gavur Dağı hikayelerini anlatan adamın bir eli havada kaldı. Yakup efendinin çevirmekte olduğu gazete sayfası, yarıda kesildi durdu. Adamcağız düşmesine ramak kalmış gözlüğünü, burnunun tepesiyle yukarı doğru ittirip duruyor. Gördüğünden emin olmak istiyor besbelli. Necip’in ayak ucu yukarıda kaldı. Süzek kaydı düştü elinden. Muhsin Abi hepsinden şaşkın. Ellerini sokacak yer bulamıyor. Gah Rus malı yeleğinin cebine sokuyor onları, gah arkasında kavuşturuyor.
“Necip, çay! Paşa çayı olsun! Süzekli…Yalnız, süzeği yıkamayı unutma.”
Bunları ben mi söylüyorum? Bu sahiden ben miyim? Annem görse ölesi gelir. Akı artar başının. Kızarır da, kan damlar yanağından göğsüne. Büsbütün kapatır aralık perdelerini. Ziyası söner kör kandilinin. Utancından erir de divanın altından çıkar cismi…Sonra sızar aralık döşemeden içeri.
Aman duymasın, gözünüzü seveyim.
Muhittin Abi, Necip’e bir işmar çakıyor, söyleneni yap kabilinden. Bir toplu işmar da bakakalanlara…Sonra seke seke gelip eğiliyor kulağıma. “Kurban olduğum, Muharrem Usta duyarsa vallahi postumu soyar. Aklın başında mı senin?” O arada çayım geliyor. İnce belli yılgın bardak. Ah kahvehanenin elden ele düşen biçare yosması! Bağrına bayrak direği gibi saplanmış, ay yıldızlı çay kaşığı. Radyoda Ruhi Su. “Al hançeri vur kadınım, vur ben öleyim.”
“Üşüdüm Muhittin Abi. Az daha dursam donacaktım. Hem babam köye gitti, muhtarın anası ölmüş, mezar yeri eşecek. Haberciği olmaz korkma. Dönünce de sıtma tutar onu, bir hafta dışarı çıkamaz artık. ”
Muhittin Abi, çaresiz, köşesine çekilirken, iki elini yana açıp esteüzü çekiyor. Kahvenin kuytularında tüneyen ihtiyarlar tövbe istiğfar getiriyor. Ne günlere kaldık ya tebareke Allah! Üçler yediler kırklar aşkına! Salih toto kağıdını düdük etmiş elinde döndürüyor. Geçmez o kağıt daha. Kırış kırış oldu. Vah, yine yattı karısının havuzlu ev hayali! Az daha bekleyecek avlusunu yıkamak için gündelikçi kadın.
İçimde aykırı bir iş yapmanın dayanılmaz hazzı var. Bu duyguyu en son lise korosundayken yaşamıştım. Bir gururlu bayram gecesi devlet erkânına konser veriyorduk. Münire Hoca elindeki değneği bir yukarı bir aşağı sallarken ruhum daraldı. Elimdeki nota defterini tırnaklarımla tiftik ettim de geçmedi sıkıntım. Şarkının en tiz yerindeyiz. Varla yok arası, kadifemsi, akışkan ve sarhoş edici bir sesle söylüyoruz. Salondakiler uyudu uyuyacak. Sinirlendim. Üç ay çalışmışız Münire’nin elinde. Adamlar ikinci şarkıdan sonra ayaklarını uzatıp, ellerini ceplerine koydu ve uyumaya başladı. Bir el boğazımı sıktı, sıktı…Sonra çekildi yavaş yavaş. Derin bir nefes alıp avazım çıktığı kadar bağırdım. “Hayde bre!” Kaymakam Recai Bey’i görmeliydiniz o an. Hani o bayramlarda bir saat, milletimizin sarsılmaz cesaretinden dem vuran adam…Bir hamlede mum gibi dikildi ve tabancasına sarıldı. Korodaki kızlar tabancayı görünce sağa sola kaçıştılar. Münire Hoca Kaymakamı sakinleştirmeye çalışırken, şifon gömleğinin etekleri tir tir titriyordu. “Efendim bir şey yok. Mizansen, mizansen…Renk olsun diye şey ettiydik…”
Kaymakam tabancasını çarçabuk beline soktu ve şoförünü de alarak salondan çıktı. Bu vaka okul hayatımın sonunu getirse de, bugün bile o anı hatırladıkça kendimi öpesim gelir. İşte şimdi yine aynı durumdayım. Ben; çeyizci Nazire’nin orta halli kızı. Bin yıllık bir tabuyu, ayaklarımın altına almışım. Paşalar gibi kurulmuşum mahalle kahvesinin portatif sandalyesine, ince belli bardaktan çay yudumluyor, radyodan türkü dinliyorum. “Su bulsam da kadınım, çevremi yuğsam.”
Sobanın kenarcığında bir çift potin. Karı erimiş de suyu yere akmış. Küçücük su birikintisi cızırdayıp duruyor. Baktım Salih’in ayağında Muhittin Abinin abdest takunyaları. Çorapları sandalyenin arkalığından asılıyor. Burası nedir böyle? Erkek ahalinin gizli yaralarını temizleyip ilaçladıkları, yıkık burçlarını el birliğiyle kaldırdıkları bir yer mi? Bir sığınak mı? Bu yüzden mi bu kadar heybetliler? Bu yüzden mi yaslı çıkıp, şen dönerler viranelerine? Gözlerim Muhittin Abinin başında bir hale arıyor. Hani şu ecnebilerin meleklerin başına geçirdiklerinden. Yok. Necip’te de yok. Belki var da ben göremiyorum.
Çizmelerimi çıkartıp, Salih’in potinlerinin yanına koyunca, kahve ahalisinden düzensiz bir homurtu yükseliyor. Çoraplarımı da çıkarmaya başlayınca, arkadaki ihtiyarlar bastonlarına dayana dayana ayağa kalkıyorlar ve Muhittin Abinin yüzüne tükürür gibi bakıp çıkıyorlar. Sümme haşa! Taş yağacak başımıza. Ayaklarım sudan buruşmuş. Uzatıyorum sobaya doğru. Yakup Efendi gazeteyle yelliyor yüzünü. Salih dişlerini sıkmış. Toto kağıdı ortalarda yok. Yemiş bile olabilir. Gavur Dağı mücahidi kaşlarını bitiştirmiş bana bakıyor. Tekmil yüzlerde tarifsiz bir sıkıntı. Çaylar dondu da kaldı bardaklarda. İçlerinden biri hepsinden dehşetli nazarlarla süzüyor beni. Bu yirmi yıllık kapı bir komşumuz Selahattin Abi. Sever beni. Babamın kadim dostu. Fakat şu an hiç tanıdık ve dostane değil bakışları.
Selahattin Abi, yaralı adamdır. Karısı Nezahat öldüğünden beri gülmez yüzü. Nezahat o sabah bulaşıkları yıkayıp pencereye çıkmış her vakit olduğu gibi. Bakmış her yan karınca gibi asker. Hemen fırlamış inmiş aşağı. İçlerinden birini çevirip “Kardeş sefere mi çıktınız” diye sormuş. Asker “ Esnafın biri kendini asmış, oraya gidiyoruz” deyince geri çekilip avluda avazı çıktığı kadar bağırmış. “Özal, teneşirlere gelesin! Hani bir koyup üç alacağdık! Körfezine de, üçüne de…” Karşı apartmandan Zekiye ne kadar seslendiyse Nezahat’a sesini duyuramamış. “Kız bağırıp durma, babam can çekişiy. Senin yüzünden iki kere bölündü cani, sus da!”
Adam bir kere ölmeye dayanamaz. İki, üç…Çekilir mi? Azrail boğazdan diken topağını çeker alır. Boncuk terler dökersin, çene atar, bacak vurursun. Tam öldüm de kurtuldum derken birisi haykırır, yutuverirsin diken topağını geri. Şimdi bir daha çıkar çıkarabilirsen. Zekiye bakmış olacak gibi değil, balkonun kenarındaki çömlek saksıyı kaptığı gibi fırlatmış Nezahat’in başına. “Yandım anam” diye bir çığlık atmış fukara, oracıkta yığılıp kalmış. Zekiye ne kadar “başına değil, önüne atacaktım” diye yemin ettiyse de kimseyi inandıramamış. O gün üç cenaze çıkmış mahalleden; Zekiye’nin babası, Nezahat, bir de tüpçü Sadık. Sonradan unutulmuş her bir şey. Afla salıverilince Zekiye, kan diyeti niyetine Selahattin Abiye verilmiş. Ama karısını hiç unutmamış adamcağız. Zekiye’den beş çocuk yapmış da gene unutamamış.
“Kızım, hadi evine.”
Kısa ve net bir emir. Gürz gibi. Gürültülü, yırtıcı. Selahattin Abi, konuşurken iki gözü birden seyirdi. Kabarıp karardı alnının ortasındaki ar damarı. Bu fena bir şey. Ufak ufak toplamalı düş denizinden ağları. Çizmeleri giymeli, topuklamalı sonra. Erkek özerk cumhuriyeti burası. Sınır ihlaline tahammül yok. Her erkek asker doğar. Her kadın bunu bilmeli, sınırı asla ihlal etmemeli.
Çıngıraklı kapıdan çıkarken huzurluyum yine de. Madem öyle, bu da size çentik olsun beyler dercesine, hınzır bir gülümseme yüzümde. Namahreminize kadın topuğu değdi. Artık iflah olmaz bu kahve. Ben çıkar çıkmaz köşe bucak ilaçlayacak, örtülerin altında, rafların arkasında, semaverin içinde ve dahi bütün bardaklarda, fakat en çok da kendi yüzlerinde kadın kulağı arayacaklar. Ola ki aşikar olur yerle yeksan vaziyetleri. Uysal demleri sızar mahalleye. Beş paralık olur naraları.
Dışarısı…
Hava buza kesmiş. Köşedeki çöp tenekesinde serçeler eşeliyor. Beklediğim yerde yapayalnız donmuş ayak izlerim. Gelen giden olmamış belli. Annem ıhlamur kaynatıyordur şimdi. Her yan hastalıklı bir kokuya bulanmıştır. Nenem eteğindeki sökükle oynuyordur. Gözleri kendinden uzaklarda. Naftalin kokulu yazmasından ölüm sızıyordur. Annem beni Sevgi’ye gittim biliyor. Güya bir örnek çıkmış modaya. Bende de olmazsa olmazmış. Ben mütemadiyen örnek için giderim Sevgi’ye. Bunu bilir, sözüme iman eder annem. Eder de hiç sormaz, kilo kilo kan portakalları, muz ve üzümler nereden geliyor diye…
Şimdi düş denizine saldığım ağdan, bahtıma çıkanı hasat etme zamanı.
Kar.
Şahin Bey gelmez artık.
...ENGİNDENİZ...
*** *** ***
MİNNET BORCU: Kalemimin kişisel bunalım denemelerinin marazlı, ağlak ve afaki koridorlarından çıkıp, ÖYKÜ gibi uçsuz bir deryaya açılmasına, hayatı daha sosyal açıdan irdeleyen yazılar yazmama -farkında olmadan- vesile olan sayın Lütfiye SEVİNÇ’e ; tek bir yorumuyla bu öyküyü kelimelere dökmeme vesile olan sevgili Filiz KÜÇÜK ’e ; beni hiç yalnız bırakmayan edebiyat defteri sakinlerine, arkadaşlarıma, dostlarıma; (Bunu ilk ve son kez söyleyeceğim -ki bu konudaki minnetim daima kalbimde saklı kalmalı-) çalışmalaımı geçmişten bugüne seçkiye uygun bulan kişi ya da kişilere // SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMLE...
İçimdekileri söyleyeyim istedim; görüyorsunuz, çalkalanıyor dünya...
YORUMLAR
beynimi oyan bir sürü yüzlerin hikayesinde ayaklarım kar suyu
mutlu bir sokağın mutsuz insanları
- ben gördüm ama onlar kendi hallerinde görmediler biriken kar sularını
sevgiler
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim toprak kokulum...
Sevgiler.
lacivertiğnedenlik
cansın.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
reyya
Aynur Engindeniz
Herkes öyle güzel şeyler söylemiş ki bana yazacak birşey kalmamış. Bu sefer uzun bir ara oldu, nerelerdesiniz diye merak etmiştim. Anlıyorum ki, yine sözleri iğne oyası gibi ince ince işlemekle meşguldünüz.Öyküde çıtayı yükselltikçe yükseltiyorsunuz, kurtuldum sandığım kıskançlık huyum geri mi gelecek ne? Maaşallah diyeyim de nazarım değmesin.
Sevgiler, selamlar.
Aynur Engindeniz
Hemen hemen bir ay gibi yazı eklemedim. Gündemle alakalı biraz da...Bu öyküyü de geçen gün kahvehanenin önünde otobüs beklerken düşündüm:)) Yani acaba içeri girsem ne olur diye...Baktım ben giremeyeceğim, karakter kıtlığımız yok ya, kahramanlarımdan birini sokayım kahveye dedim:))
Ben de size maşallah diyorum. Bütün site olarak hepimize maşallah.Profesyonel yazarlarda olamayacak iyi niyete ve heyecana sahip olduğumuz, emeği taktir edebildiğimiz için.
Teşekkür ederim değerli yazarım. Saygılar.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum güzel hitap ve sözlerin için.
Sevgiler sana...
Ülviye Yaldızlıı
Dikkati çeken, üzerine tartışma isteği duyuran bir öykü olmuş (Kesinlikle olumsuz anlama almayın, aksine iştah kabartan sohbetlerden birisinin konusu olarak düşünün). Ne yazık ki buna zamanım olmayacak. Güne gelmesini tebrik ederim. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum. Saygılar.
Sokağının ismiyle müsemma olsun hayat felsefen Aynur...
Pek yakışmışsın seçkiye... ;)
Sevgimle... ;)
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim sevgili Seçil. Sevgiler.
Soluksuz okudum Aynur Hanımcım, şu an odanın kalabalıklığına bakmadan , onları duymadan pür dikkat mutlu sokağındaydım.Hatta karşında ben de vardım o sobanın yanında ama görmedin beni.İçten bir selam çaktım.
Uyy naranı seveyim seni demek süzekli ve yıkansın süzek :)) Yaa gözümün önünde bir mahalle kabadayısı genç kız canlandı hani Türkan Şoray' ın şoförlük yaptığı dizilerde canlandırdığı karakter vardır ya dingilli mingilli konuşur :))
Harikasın dedim .Senin gibi yürekler gerek bazı sınırları zorlayıp böylesi açmaz sanılan kapıları açmak için dedim ama duymadın .
Ne diyebilirim ki su gibi akan bir kalem.Ne yazdığını bilen kalem.Duru, dupduru anlatımıyla olay örgüsü içine muazzam şekliyle ana temi oturtan bir kalem.
Harikasınız harika.Tüm kalbimle kutluyorum haklı başarınızı.
Selam, sevgi ve her dem sonsuz saygılarımla.
Aynur Engindeniz
:) Demek o en ücrada görür gibi olduğum kadın sizdiniz. Gördüm ama "Yok artık" dedim kendi kednime:))
Güzel sözleriniz için minnettarım.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Ülviye Yaldızlıı
Aynur Engindeniz
:))
Bu oktar bizi öldürür Sultan...
Ülviye Yaldızlıı
Maşallah beratüllah :)
Eee sevilecek hocayım canım .)
Oktar hocam benim sefiyom nen seni:) maşallah banada .)
kurdele ne de yakışırmış nesir kraliçemin dalga dalga bereketine :)
sana az bile !
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim hilal cenneti:))
Sevgiler.
Ülkem ile yanarken bağrım, beklenmedik bu acılara; yadsımadığım bir hayatın, yadsımadığım bir söylemin, dilin, öykünün; cesur, samimi, farkındalıklı, doğal, mütevazi, varsıl, mahcup, doygun, sevecen, gerçekçi, gözlemci, irdeleyici, toparlayıcı, paylaşımcı, üretken ve bir o kadar zarif kalemine saygıyla; öpüyorum kalemi tutan o mertlik ve merhametlikle çiçeklenen eli!
Nice başarı öyküleriyle, dostça...
Aynur Engindeniz
Bunları sizden duymak güzel. Çok teşekkür ediyorum. Ben de gözlerinizden öperim. Sevgiler çoçka...
Aynur Engindeniz
Eksik olmayın. Sevgiler.
Bu öyküyü sabah işe giderken serviste okudum daha doğrusu okumaya çalıştım ama yarısında yol bitti:)
İş çıkışı evde rahatça okurum diye düşündüm ama o acı haberi izledim Van depremi, Allah hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara acil şifâ, evini barkını kaybedenlere de dayanma gücü versin.
Bu sebeple ancak güne düştükten sonra okuyabildim.
Bu sayfayı okumayı çok seviyorum ama okuduklarım karşısında bir şeyler yazmakda aciz kalıyorum hep.
Çünkü kayboluyorum öykünün içinde, dönemiyorum kendime.
Yine müthişti, yürekten kutlarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Ölenlere rahmet diliyorum. Bu depremi de neredeyse kopma noktasına gelmiş dostluk kardeşlik artık ne derseniz bağlarının yeniden sımsıkı bağlanması için bir işaret olarak görüyorum naçizane...Bakın iki gün evvel galeyana gelmesine ramak kalan millet bugün Van için seferber oldu. Bu bizim bizden başka dostumuzun olmadığını gösterir...
Demek yollar biter benim öykü bit mez imiş. Slogan gibi oldu sayın şairim. Çok sevdim bu durumu...
Okuyan değerlendiren gözlerinize sağlık.
Teşekkür ediyorum.
Saygılar.
(Mustafa Çetiner)
Allah Kocaeli'yi ve Ülkemin her köşesini böylesi âfetlerden korusun, bir daha böyle acılar yaşatmasın.
Aynur'cuğum başarını kutluyorum. Daha nice güzel yazında buluşmak üzere. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
en büyük zenginliktir."
Sen ne yaptın...Sus pus oldum...
Dert görmesin yüreğin güzel insan...
Tekrar ve binlerce kere teşekkürler meselci...
Pes vallahi, soluksuz getirdim sonunu.
Ne döktürmüşsün yine. Bir değil bin tebriklerimle :)))
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim. Bir değil bin teşekkürlerimle...
Sevgiler.
Yazılarınızın çoğunda olduğu gibi bir perde aralıyor yazı...
Bir perde; bir perde daha!
İsyanın en temiz ve de kansız hali yaşama:'yazarak...'
Özellikle sıcak ve hayattan betimlemeleri ömer seyfettin üslubuyla satırlara yansıtmanız, kimine göre uzun ve de boğuk gelen yazılarınız için aslında teneffüs yeri oluyor...BU yüzden tebrikler her daim özgünlüğünüzee ablacım.....
Hürmetle...ve Duayla..
Aynur Engindeniz
Bazıları çok uzun ve boğucu bulabilir. Bunu hiç yadırgamıyorum. Belki de ben ben değil de başka biri olsaydım bu tarzı, bu konuları sevmezdim. Eleştirebilirdim. Gel günümüze kardeşim, biraz daha elit şeyler yaz diyebilirdim. O yüzden sevmeyenim de çok olsun inşallah...(Edebiyatta)
Özgün bulduğuna çok sevindim. Sen çok iyi bir müellif olmanın yanı sıra, çok da iyi bir düşünür ve okursun...Okur yanına güveniyorum o yüzden.
Saygılar benden.
Aynur Engindeniz
Sevgiler bi daha...
Aynur kardeşim tebrikler, bu güzel yazının okurken güne geleceğini tahmin etmiştim.
Selam ve sevgiler, hayırlı geceler canım.
Aynur Engindeniz
İyi geceler Aynur Hanım,
Bugün, daha çok yarenliğe -sohbet yerine bu sözcüğü kullanıyorum-yönelik bir yorumda bulunacaktım. Acılar henüz küllenmeden yeni bir acı insanın kimyasını bozuyor. Düşündüğüm yorumu sonraki öykülerinize bıraktım.Bu öykünüzün şu paragrafı müthiş bir ince zeka ürünü.
“Efendiciğime söyleyeyim, bir domuz ovanın kuzeybatısından, bir domuz güney yandan atladı üzerime. Kar boğazıma kadar. Elimde tekli kırma. Üşümüşüm, o biçim. Bir mermi kuzeybatıdan gelene, bir mermi güney yandakine nakşettim. Dört ayakları havaya dikildi mundarların. Yedi adam zor taşıdık onları yol kenarına. ”
İşte buraya daha çok bayıldım.
Daha sonraki yorumda belki unutabilirim. Devrik cümle kullanımınız yine artış göstermiş. Bir de, yedi emin ayrı yazılışı gözden kaçmış ise dilimi bağladım. Bu o kadar önemli mi? Kimilerine göre değildir. Sizin için önemlidir diye düşünüyorum.
Ah şu yarenlik yorumunu bir yapmış olsaydım var ya?..
Başarı dileklerimle saygılar.
Aynur Engindeniz
Yedi emin konusunda utanarak söylemeliyim ki, ayrı mı bitişik mi diye bir fikrim yoktu. Şimdi baktım:( Teşekkürler. Elbette çok önemli benim için. Bu dil Türkçe ise ve biz onunla edebiyat yapıyorsak hiç değilse yazım kurallarına uymak zorundayız. Çok teknik donanımımın olduğunu söyleyemem ama, elimden geldiğince sadık kalmışımdır doğruya.
Devrik cümlelerim...Biliyorsunuz, bu konuda söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok. Bu benim tarzım. Düz de yazıyorum elbette. Anlatıma göre değişiyor. Mesela Sevgili Hayaletim öyküme bakın. Tastamam sizin istediğiniz gibi :)
Gerçekten yorumunuzu merak ettim. Neden ertelediniz ki?
Teşekkür ediyorum. Uyarılarınız ve beğeniniz için.
Saygılar.
“Erkek özerk cumhuriyeti burası.” Sınır ihlaline tahammül yok.
Bilmem nasıl söylesem, hani derler ya “günün mana ve önemine binaen” diye. Şimdi bir şeyler yazsam yorum diye; korkum, günden ziyade gündem(in) mana ve önemine halel gelmesi. Malum, üslubumuzun kıvamı mayi ağırlıklı ya. Onun için uzatmayacağım, zira methiye kısmını dostlar üstlenmişler sağ olsunlar.
Köhne bir köy kahvesinde bir bardak çay içtin diye erkek özerk cumhuriyetinin sınırlarını ihlal ettiğini zannedip de hava atma. Bir anlatmaya başlarsam, valide hanımın (çooook)küçükken beni kadınlar hamamına götürdüğü zamanki aklımda kalanları, sınır ihlali (kadın özerk cumhuriyeti) neymiş görürüsün o zaman :- )
Her ne kadar zamanı değilse de şaka, şaka
İçten tebrikler, selamlar, saygılar
Aynur Engindeniz
Yazılarımın pek azı köyde geçtiği halde genel olarak herkes köyden bahsettiğimi sanıyor. Bunun nedenini tez bulmam lazım:)
Ben senden hangi kısma eleştiri bekliyordum biliyor musun: Kırma ile domuz vurma işine:)) Cevabım bile hazırdı.
Teşekkür ederim İsmet abi. Hoştu gelişin her vakitki gibi.
Saygılar.
Çok güzel bir yazı , değişik dünyaları ziyaret ettim.
Etkileyici, kutluyorum , sevgilrimle...
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Va ol daima.
Selamlar...
meselci
ve adım gibi emindim güne düşeceğini.
ancak kimse yanlış anlamasın diye, dilime hakim oldum.
ve mutlu oldum adına Aynur.
Nicelerine.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim güzel kardeşim.Ne zaman ağzımı açacak olsam, bir daha düşünmem için sebep olan değerli kardeşim.
meselci
Hakkını veriyorsun emeğinin.
Görmemek elde olmaz.
yolun daim açık ve mutlu olsun dostum.
Ne çok hayat vardı...
Hepsi bizden...
Canımın klasiklerinden biri daha.Bin sayfada olsa su gibi dokutuyor kendini.
Ve ben aldım yine bohçama bir ipekli basmayı..
:)
Sevgilerimle cancazım
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim cancağızım. Işık...Işık var ya şu okurdan aldığın ışık...Adama destan yazdırır...Teşekkür ederim ışığını eksik etmeyenlerden olduğun için güzel kardeşim.
Sevgiler.
Bende biliyorum...
"Annen seni hep Sevgi’ye gittin biliyordu."
Peki nasıl diyecektin ki,
"- Anne; ben hep sevgilere gitmiştim. Bütün Sevgilerin etrafında uzun duvarlar örülüydü, demir kapılarında asma kilitler vardı. Sonra düşlerimin engin/denizinden bir anahtar buldum... Kendime, gizlice girdim demir kapılardan içeriye.
Tek başına duvara yaslanmış öylece duruyordu Sevgi... Gizlice girmeseydim ona şunu demek isterdim anne.
" Sevgisiz sevgi olur mu hiç ?
SEVGİMLE her daim.
Aynur Engindeniz
Neden bilmem, hiç sevmem Sevgi adını...Ama hiç:( Arızalı mıyım sence?
Hayat kabahatli olabilir mi?
Sevgiler, teşekkürler...
Aynur Engindeniz
Sevgili Engindeniz...
Gerçekten soyisminizle müsamma bir kaleminiz var. Daim bir okuyucunuz olarak her yazınızda engin bir denizin içinde yüzüyor addediyorum kendimi.Sanki hiç bilmediğimiz ya da varlığını görmezden geldiğimiz hayatların orta yerine atıyorsunuz bizleri.
Her satırınızda, kelimenizde, cümlenizde o hayatların içinden geçiyor belki bilmeden öykündüğümüz o kahramanların yerlerine kendimizi koyuyoruz.
Bizlere bu güzellikleri yaşattığınız için çok teşekkür ediyorum kendi adıma.İzin verirseniz bir kez daha kaleminize, kelamınıza duyduğum hayranlığı belirtmek istiyorum.
Daim olsun o engin deryadan hissemize düşen muhteşem yakamozlar...
Kalbi sevgimle...
Aynur Engindeniz
Kalemine hayran olduğum bir arkadaşımızsınız. O yüzden sözleriniz ayrıca kıymetli...
Çok teşekkür ediyorum. Sevgiler, çok çok...
(:
Sevgili Aynur
seni dünyaya getiren o Annenin ellerinden öpesim geldi.
sanki sana hiç besmelesiz süt içirmemişte için dışın letafet be samimiyet sarmış gibi...
bu nasıl bir derinliktir arkadaşım.
bu sözleri hangi sularında yıkayıp, kokulayıp, kaleminden süzüp işliyorsun sayfalara nakış nakış böyle.
bazen hüzün,bazen tebessüm, bazende mutluluk ile yoğurup deryalarda gezdiriyorsun bizi.,
sana "harikasın süpersin çok çok müthişsin" demiyorum çünkü bu sıfatların daha da misliyle bir enginliğe sahipsin..
"ayinesi iştir kişinin ve üslubu aynı ile insandır" diyorum yine her daim olduğu gibi...
güne düşecek bir yazı ve umarım bir daha uğrayışımda bu güzelliği yerinde görürüm..
harika bir kadınsın ve üstün vasıflı bir yazar...
seni ben övmüyorum
seni senden alıp bize getiren bu beyanların övüyor güzeldaşım...
çok sevgimlesin ve hep dua ile canısı...
seni sever bu kalbim çook çook.....hemde nasıl bir bilsen....(:
Aynur Engindeniz
Pazar olması ve yarın hafta başı olması münasebetiyle kızlarımla ve evimle ilgili halletmem gereken o kadar iş var ki, bir türlü sevgili dostlarıma teşekkür cevabı yazamadım, bu yüzden sıkıntılıyım. Ben bir teşekkürle geçiştirmek istemiyorum çalışmalarıma daima destek olan ve bana güç veren okuyucularımı...
Şimdi kızlarla kitap eleştirisi yapıyoruz. Mola da yazayım dedim. Senin nezdinde herkese çok teşekkür ederim sevgili can...
Ben de seni doğuran ve hakikaten pırlanta gibi yetiştiren anneciğinin ellerinden öpüyorum cancağızım. İyi ki varsın.
Sevgiler selamlar.
Mehtap Yıldız
gönlünü ve niyetini
sorun yapıp üzme canını olur mu?.
ve üzüldüm Aynurum
konuyu bilmiyorum çünkü
sevgili Annen, bilmeden incittim mi seni diye içim burkuldu.
bunu daha sonra konuşuruz bitanesi
iyi bak kendine ve o iki çirkin cadıyı öp benim yerime oldu mu?
çok dua çok sevgi hep.....hak eden yüreğine...
Aynur Engindeniz
Kal sağlıcakla.
Kaçtım.
beğenimi ifade edecek söylenmemiş bir söz söylemek istiyorum ama bulamıyorum ki.. kesinlikle çok iyi gözlemcisiniz bir kere, olayları farklı boyutlarından yakalayıp usta bir yazar kıvraklığıyla değişik kılıflara sokabiliyorsunuz ve kesinlıkle olay kahramanları ya evimizde ya sokağımızda bilinen yüzler gibi ki bu çok önemli okurun öyküye dahil olması için bide çeyizci nazire hanımın kızına(adını bir türlü öğrenemedim) bayıldım.. niye uzatıyosam ÇOK BEĞENDİM İŞTE:)
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum...
Sevgiler çokça...
f.liz
yaa çok mutlu oldum :) ama ben belki yüzünüzde bir tebessüm olabilmişimdir zira yazmak hemde dolu dolu içerikle ve de samimiyetle kaleme almak sizde fazlasıyla mevcut malum soy isminizle müsemma -engindeniz- kim bilir daha açığa çıkmayan ne cevherler vardır yürağinizde ve aklınızda ve ben sabırsızlıkla yenilerini bekliycem ...
ve asıl ben size çooook teşekkür ediyorum :)
çokça sevgim ve dahi duam ile..
:)
Aynur Engindeniz
f.liz
utandım sanki biraz :)
öyle iyisiniz ki ... :))
vesile olabildiysem böyle bir öyküye ne mutlu...
sevgili aynur...
tek kelimeyle mükemmeldi..
tebrik ediyorum..
kalemin daim olsum...
Aynur Engindeniz
Sevgiler ve dualarla...
Aynur Engindeniz
İyi ki düşmüşsün hayatımıza...Küçük devim...
Bu arada tabela benim duvar. Resimdeki:)) Evimin duvarı. Anla yani ne kadann mutlu bir kadınım...
Bir de bu mutlulukları çalkalamasalar:((
Kendine iyi bak şirinem. Teşekkürler.
Baştan çıkarıcı bir pazar, sayenizde:)Tebrik ediyorum.
Aynur Engindeniz
Umarım gerçekten gönlünüzce bir pazar geçirmişsinizdir. Teşekkür ediyorum. Saygılar.
ben her okuduğum yazılarda taç cümle ararım....senin yazılarında o kadar çokki..... hangisi seçelimki.....hepsi hepsi........bu aralar çok sık nete giremiyorum....zaman yoksuluyum....eşimin sağlık problemleriyle uğraşıyorum....saygılar can kalemin daim yazsın
Aynur Engindeniz
Eşine şifalar diliyorum Rabbimden. Çekilen hastalıklara sabır, küçük günahlarımızdan götürmüş. Dilerim ablamızın hayrınadır çektiği bu sıkıntılar. Tabi yardımcı olduğun için senin de...
Saygılar.
Hayal gücünün zenginliği karşısında hayranlığımı dile getireyim Aynur'cuğum, tebrikler.
Duygu anlatımları, mahalle, kişilik analizleri merakla okutturuyor bir solukta .
Yorum yazan arkadaşlara katılıyorum, dizi yazı veya roman denemelisin, selam ve sevgiler.
Aynur Engindeniz
Sevgiler çok çok...
Ahh Aynur hanımcığım.. Size artık ne diyeceğimi bilemiyorum. Hikaye içinde hikaye.. Ne çok hayat gezdirdiniz sabah sabah. Çayımı, sigaramı aldım oturdum ekranın başına. Film izler gibi, bir çekirdeğim eksikti, o biçim. En çok da hani ayrıntıları anlatım şekliniz var ya, ona hayranım. Yaşar gibi oluyor insan. Kızcağızın meydan okuduğu o sahneler hele! Tam da böyle olur eminim. Erkeklerin namahrem yeri ya o kahvehaneler, sığınakları ya hani.. Malumünüz, kış da kapıda, iliklerime kadar hissettim kar'ı. İki kupa çay, iki tane sigara içtim okurken de, yine ısınamadım. Nereler gittim, nereleri gezdim anlatsam.. Siz çok yaşayın, kaleminiz mi artık, klavyeniz mi diyim :)) hiç susmasın emi! İyi huylu beddua da oluyormuş, şimdi size söylerken fark ettim. Havuz problemleri gibi bir yanımız, hiç dolmuyor. Ne güzel özetlemişsiniz ya, taa en başında;
''Bir fotoğraf gibi durağan ve fakat ömür kadar capcanlı kalacağız.''
Fikrim hala aynı, hiç değişmedi. Çok üzülüyorum bir kitabınız yok diye. Umarım tez zamanda elle tutabildiğimiz, dokunabildiğimiz ve rafa bırakmadan evvel göğsümüze sıkı sıkı bastırıp hissedebildiğimiz bir kitabınız olur. Daha çok kitleye ulaşır, kimse mahrum kalmaz bu incelikli ve naif anlatımlarınızdan. Can-ı gönülden kıskanıyor, imreniyor, hayanlığımı bir daha bırakıyor ve tebrik ediyorum sizi. Sevgi ve saygılarımla, nicelerine inşallah..
Aynur Engindeniz
Her yorumda öyle bir heyecan duygusu geçiyor ki senden bana inan, değil öykü oturur destan bile yazabilirim gibi hissediyorum. Hakikaten içindeki duru güzellik görünüyor yorumlarında. Bilirsin edebiyat aleminde bir başkasının başarısına sevinen, ya da başkasının başarılı olması için dileklerde bulunan pek az. Hal böyle olunca fulya gibiler mumla aranıyor :))
Sigara eşliğinde okumak...Desene öyküm pek dumanlı bir çalışma olmuş:) Zira yazarken de azıcık dumanlanmıştı...
Kıskanmak imrenmek biliyorum pozitif anlamlarda kullanıldı. Fakat hanımefendiciğim, vallahi bu duygumuz da karşılıklı:) Ben de senin çalışmalarındaki duygu ağırlığına ve bilgece cümlelere hayranım. Demiştim ya, neredeyse her cümlen bir aforizma...Gel de hayran olma...Maşallah. Rabbim herkesin gönlüne göre versin.
Kitap işine gelince, daha önce de söylemiştim...Öyle bir cesaretim yok şu an. Benim yaptığım iş ya çok iyi olmalı, ya da hiç olmamalı. Çok iyi olamayacağıma göre, hiç olmamayı -şimdilik- uygun görüyorum. Ama inan bu sözleri duymak çok güzel...Hele "göğsümüze sıkı sıkı bastırabileceğimiz" ifadesi...Beni duygulandırdı.
Neyse çok uzattım...Teşekkür ederim güzel hanımefendi. Sevgiler çok çok...
Fulya CODAL
kitap konusunda inancım sonsuz, çıksın ilk alacaklardan biri benim :)
yaptığını iş zaten çok iyi, kaygılarınızı boşa besliyorsunuz.
ben teşekkür ediyorum, böyle güzel yazdığınız için, tekrar tebrik ederim, anasayfada görmek güzel
sevgilerle..
deterjan kokulu mutlu sokakta , erkek özerk cumhuriyetine iltica ne cesaret !
Şahin Bey'le çalışmaya gidiyormuş meğer bizim erkek fatma !
boşuna yaşamıyormuş demek ...
sebat ediyormuş çaktırmadan ... eee kızlığın şanındandır :)
yine muhteşem bir anlatım ... olağanüstü bir akış ...
sen bir harikasın bereketim !
kızarsan da kız :)
Aynur Engindeniz
Bereketim deyişin ne çok şey anımsatıyor bilsen...Daim olur dilerim.
Hepimiz harikayız...Hepimiz ama...
Seviliyorsunuz hanımefendi...
Sevgiler.
Öykün ne çok yürek penceresi açtı bizlere. Her biri sanki başka bir hava solumuş ama hepsi aynı gökyüzünün altında başka dünyaları olan insanlar. Çok güzeldi Aynur'cuğum her zamanki gibi. Tebrik ederim. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Öperim ellerinden.
Sevgiler.
AYSE 09
seni seviyorum
ne kadar tatlı bir yazı, dizi bile olur bundan. senaryo yazmayı düşünmelisiniz.
Aynur Engindeniz
Sevgiler çok çok.