Ben aşkı gözlerinden tanırım. A.E
ŞairKimlik OnaylıVip
- 20 Ağustos 2009'den beri üye
İncelemeler
11 yıl
İnceleme
Aşk’a yaşayan bir canlı gibi, beden elbisesi giydirilmesi ve kişinin yüreğinde olup biten dalgalanmayı yaşıyormuşçasına canlı canlı hissettirmesi bu kitabın en güzel tarafı diye düşünüyorum.
Zaten aşk değil mi ki bazı zamanlar hayatımıza yön veren, bize kor alevlerden kayıklar yapıp canhıraş tufanlara sürükleyen… “ Yüreğinin götürdüğü yere git” ne kadar da güzel bir söylem. Her zaman böyle olmamış mıdır zaten, aşk vuku bulduğu zaman hayallerimizi kuşanıp kanatlanıp sevgilin diyarına uçmaz mıyız?
İşte bu kitapta da Recep Şükrü Güngör o kadar güzel bir kurguyla işlemiş ki aşk’ı; insanın düştüğü o hengameyi, o vurdumduymaz, savurgan ve hiçbir şey düşünemeyip sadece sevgiyle odaklandığı zamanları çok güzel işlemiş. Adeta okuyucu da yaşatıyormuşçasına içine çekiyor okuyanını.
Aslında aşk bedenden başlar ve ebedi ve eşi benzeri olmayan o bahçe de son bulmaz mı durağımız. Sevgiliyi, gerçeği bulmamıza yardımcı olan bir vasıta olduğunu ve de o gerçek sevgiliyi bulduğumuz zaman ne kadar huzurlu ve mutlu olacağımızı anlatmış bu kitap.
Bilinç akışı ve iç konuşmalar şeklinde işlediği bu eseri insanı alıp sevdiğinin sarayına salıveriyor. O sıkıntılı halleri ve çekilen bin bir katmerli çileyi ilahi huzura eriştirip bırakıyor.
Kitap hakkında yazılması gereken o kadar çok şey var ki…
Birazda okuyacak olan arkadaşlar merak etsin bence.
Okunması gereken bir eser.
Saygılarımla
Ahmet EROĞLU
Zaten aşk değil mi ki bazı zamanlar hayatımıza yön veren, bize kor alevlerden kayıklar yapıp canhıraş tufanlara sürükleyen… “ Yüreğinin götürdüğü yere git” ne kadar da güzel bir söylem. Her zaman böyle olmamış mıdır zaten, aşk vuku bulduğu zaman hayallerimizi kuşanıp kanatlanıp sevgilin diyarına uçmaz mıyız?
İşte bu kitapta da Recep Şükrü Güngör o kadar güzel bir kurguyla işlemiş ki aşk’ı; insanın düştüğü o hengameyi, o vurdumduymaz, savurgan ve hiçbir şey düşünemeyip sadece sevgiyle odaklandığı zamanları çok güzel işlemiş. Adeta okuyucu da yaşatıyormuşçasına içine çekiyor okuyanını.
Aslında aşk bedenden başlar ve ebedi ve eşi benzeri olmayan o bahçe de son bulmaz mı durağımız. Sevgiliyi, gerçeği bulmamıza yardımcı olan bir vasıta olduğunu ve de o gerçek sevgiliyi bulduğumuz zaman ne kadar huzurlu ve mutlu olacağımızı anlatmış bu kitap.
Bilinç akışı ve iç konuşmalar şeklinde işlediği bu eseri insanı alıp sevdiğinin sarayına salıveriyor. O sıkıntılı halleri ve çekilen bin bir katmerli çileyi ilahi huzura eriştirip bırakıyor.
Kitap hakkında yazılması gereken o kadar çok şey var ki…
Birazda okuyacak olan arkadaşlar merak etsin bence.
Okunması gereken bir eser.
Saygılarımla
Ahmet EROĞLU
daha fazla
Timaş Yayınları
- Puan vermedi
Hüsn ile Aşk
Recep Şükrü Güngör
- Timaş Yayınları
- 1905
11 yıl
İnceleme
Divan Edebiyatı Profesörü İskender Pala, bu kitabında ne aşk konusunu işliyor ne de gazelden, şiirden bahsediyor. Bambaşka bir kimlikle çıkıyor karşımıza “ Asker kimliğiyle”.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra askeriyenin sınavına giren ve 1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Edebiyat Öğretmeni olarak göreve başlayıp 28 şubat sürecinde YAŞ kararıyla ordudan nasıl anlatıldığını belgeleriyle ortaya koymuş.
Kitap 15 bölümden oluşuyor.
İlk zamanlar sivil hayatın rahatlığından askeriye ortamına pek alışamadığından ve sıkıntılı bir süreç geçirdiğinden bahsediyor. Kendisine göre olmadığını anda istifa etmek istediyse de “ Bu meslek 15 günde değil, 15 yılda biter! “ cevabını alıyor. Aslında hepsi bu değil, çalışmaya ihtiyacı olduğu için de katlandığını söyleyebiliriz. Çünkü zaman zaman geçim sıkıntılarından ve sivil hayatta bir türlü önüne çıkmayan fırsatlardan da yakınıyor Pala. Hâl böyle olunca da askeriyeye ne olursa olsun katlanmak zorunda olduğundan bahsettiğini görüyoruz.
Askeriye 50’ye yakın kitap kazandırdığı halde yaranamadığından ve bir defa “ namaz kılarken” görüldüğü için “ irticacı “ yakıştırmasıyla karşılaştırılıp neredeyse her sene bir tayin gören Pala, 15 yıllık mecburi hizmet yılını doldurmak üzereyken irticacı yakıştırmasıyla ordudan atılıyor.
Ordudan atıldıktan sonra tüm dostlarının kendine suçlu nazarıyla baktığını, iki odalı bir evde işsiz ve üç çocukla kalakaldığını belirtiyor. Bu kitabı 2003 yılında yazdığını ve askeriyeye zarar vermemek adına beklettiğini anlatan Pala “ iade-i itibarlar “ istediğini ve bu kitabın gelirini “ YAŞ mağdurlarının kurduğu Adaleti Savunanlar Derneği'ne ve Divan Edebiyatı Vakfı'na bağışlamıştır “
Herkesin okumasını tavsiye edebileceğim bir eser.
Kitaptan birkaç bölüm…
'İskender Pala! Neden asker olmak istiyorsun? ' diye sormuştu ortadaki güzel yüzlü beyefendi....Günün şartları beni asker olmaya, hiç bilmediğim bir mesleğe gözü kapalı girmeye zorlamıştı. İçimden geldiği biçimde anlattım: 'Üç sebepten! İlki maddi olanaklarının bolluğu; ikincisi, mesleğimi saygı duyarak yapabileceğim öğrencileri bulmak; üçüncüsü de silah taşıyıp hayatımı garanti altına almak! '
O yıl ilk defa mülakat heyetine alınmıştım.(1984) .. O yıl Çingene, gayrimüslim, Alevi ve Kürt olduğu kanaati uyanan öğrenci adayları mülakatlarda elenirken, daha sonraki yıllarda Alevi olanların yerini küçükken Kur'an kursuna gitmiş olan öğrenciler aldı. Daha sonraki yıllarda bu eleme işinde o derece uç fikirler üretilir oldu ki gün geldi, 'Bir elinde Kur'an var, diğer elinde Atatürk'ün Nutuk'u. Denize düştün ve tek elle yüzebileceksin, hangisini atarsın? ' gibi akla mantığa ziyan sorular ortaya çıkmaya başladı.
28 Şubat'a birkaç gün kalmıştı. Hassas ve yaftalamacı saatleri yaşıyorduk. Bir gün tanıdıklarımdan biri 'İskender Bey telefon rehberinden benim numaramı siler misin? ' demez mi, o günü hiç unutamam.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra askeriyenin sınavına giren ve 1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Edebiyat Öğretmeni olarak göreve başlayıp 28 şubat sürecinde YAŞ kararıyla ordudan nasıl anlatıldığını belgeleriyle ortaya koymuş.
Kitap 15 bölümden oluşuyor.
İlk zamanlar sivil hayatın rahatlığından askeriye ortamına pek alışamadığından ve sıkıntılı bir süreç geçirdiğinden bahsediyor. Kendisine göre olmadığını anda istifa etmek istediyse de “ Bu meslek 15 günde değil, 15 yılda biter! “ cevabını alıyor. Aslında hepsi bu değil, çalışmaya ihtiyacı olduğu için de katlandığını söyleyebiliriz. Çünkü zaman zaman geçim sıkıntılarından ve sivil hayatta bir türlü önüne çıkmayan fırsatlardan da yakınıyor Pala. Hâl böyle olunca da askeriyeye ne olursa olsun katlanmak zorunda olduğundan bahsettiğini görüyoruz.
Askeriye 50’ye yakın kitap kazandırdığı halde yaranamadığından ve bir defa “ namaz kılarken” görüldüğü için “ irticacı “ yakıştırmasıyla karşılaştırılıp neredeyse her sene bir tayin gören Pala, 15 yıllık mecburi hizmet yılını doldurmak üzereyken irticacı yakıştırmasıyla ordudan atılıyor.
Ordudan atıldıktan sonra tüm dostlarının kendine suçlu nazarıyla baktığını, iki odalı bir evde işsiz ve üç çocukla kalakaldığını belirtiyor. Bu kitabı 2003 yılında yazdığını ve askeriyeye zarar vermemek adına beklettiğini anlatan Pala “ iade-i itibarlar “ istediğini ve bu kitabın gelirini “ YAŞ mağdurlarının kurduğu Adaleti Savunanlar Derneği'ne ve Divan Edebiyatı Vakfı'na bağışlamıştır “
Herkesin okumasını tavsiye edebileceğim bir eser.
Kitaptan birkaç bölüm…
'İskender Pala! Neden asker olmak istiyorsun? ' diye sormuştu ortadaki güzel yüzlü beyefendi....Günün şartları beni asker olmaya, hiç bilmediğim bir mesleğe gözü kapalı girmeye zorlamıştı. İçimden geldiği biçimde anlattım: 'Üç sebepten! İlki maddi olanaklarının bolluğu; ikincisi, mesleğimi saygı duyarak yapabileceğim öğrencileri bulmak; üçüncüsü de silah taşıyıp hayatımı garanti altına almak! '
O yıl ilk defa mülakat heyetine alınmıştım.(1984) .. O yıl Çingene, gayrimüslim, Alevi ve Kürt olduğu kanaati uyanan öğrenci adayları mülakatlarda elenirken, daha sonraki yıllarda Alevi olanların yerini küçükken Kur'an kursuna gitmiş olan öğrenciler aldı. Daha sonraki yıllarda bu eleme işinde o derece uç fikirler üretilir oldu ki gün geldi, 'Bir elinde Kur'an var, diğer elinde Atatürk'ün Nutuk'u. Denize düştün ve tek elle yüzebileceksin, hangisini atarsın? ' gibi akla mantığa ziyan sorular ortaya çıkmaya başladı.
28 Şubat'a birkaç gün kalmıştı. Hassas ve yaftalamacı saatleri yaşıyorduk. Bir gün tanıdıklarımdan biri 'İskender Bey telefon rehberinden benim numaramı siler misin? ' demez mi, o günü hiç unutamam.
daha fazla
Kapı Yayınları
- Puan vermedi
İki Darbe Arasında
İskender Pala
- Kapı Yayınları
- 1905