Küçük ayaklarıyla büyük yaralara koşar çocuklar Ellerine kanadığım her kadın sevseydi eğer beni Hiçbir Türküyü sevmez çeker giderdim şu kapıdan...
Aramızda bir ölmüşlük yatıyor diye bas bas bağırıyorum Çırılçıplak uyanıyor uykularından giyinik yosmalıklar Ellerime dokunma Dokunmuyor artık hiçbir gözyaşı bana
/ Bana biraz Türkü söyle çıldırtıyor beni bu sessizlik /
İnsanın bir suskusu olmalı derdi babam dedi ve öldü Dört bir yanım susku olmuş bağırıyor ve hatta yırtınıyorum Hani baba ben niye ölemiyorum...
Lilith...
Ellerine eylül bulaşmış ne çok kadın ne çok benziyor hepsi birbirine Yaprak döküyor sevdiğim iklimler iklimler ve kadınlar ne çok benziyor hepsi sonbahar İlk sevdiğinde son sevdiğinde zemheriyi avuçlarına doğuruyor Ve ardına bakmadan şiir olup gidiyor...
Havva...
Sen benim onüçüncü kaburgam değilsin üstelik ne zaman uzansam elmaya Bi gülme geliyor bana Bir küfrün ardına sığındım sığınalı senin bu bahçelerin Bu çocuklu,çiçekli ve şiirli bahçelerin ne çok yalan...
Adem...
Bir imtihandır aşk ve ne vakit gitmek düşse hesaba söküp yerinden şu âhmak gönlü Çekip vuramadığımız dan kuşları ve aşkları bu yalnızlık...
Ahraz/Ama
Çünkü şiir Oturup yazılmaz ya ölürsün ya sakat kalır sol yanın Ya dilini keserler ya gözüne mil çekerler sen Ne kadar bağırırsan bağır Sağırlık kulakta değil yürektedir bazen...
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
adamın biri konusunda uzman, etimoloji üzerine çalışmalar yapıyor. hiç de utanmadan Sanskritçe mektuplar filan çeviriyor. neyse bu adamla hiçbir konumuz yok elbette ama ahraz kelimesine çok defa denk geldiğimden merak etmiştim zamanında. çok da uzağa gitmeye gerek yokmuş, bildiğin dilsiz, sağır manası katık edilmiş arapça kökenli kelime. aksan gibi accent üzerinden de türememiş.
sevginin ahraz, ama olabilirliği, bir nevi eskinin sevgisine çeviriyor insanı. eski derken, bu eski aşklar, bayramlar manasında değil, insan kendi hayatında da eskilerle yaşar.
Hz. Adem'in anamızla yediği elma kim bilir hepimizin korktuğu şey olan ( korkmak derken, söyleme çekincesi) cinsel ilişkileridir. öyle olsun ya da olmasın ( bu konu da yorumların insana katacağı bir şey yok, yasak kısmı önemli, öyle insan filan değil, Allah yasak koymuş işte, tutacaksın sözünü. (bu arada daha iç parantez, mevzu zaten o yasağın delineceğini bilen Rabbim'in insanlara imtihan vasıtasıyla ayrıca dünyaya geldiklerini, ömürlerini ide böyle geçireceklerini anlatması) o yasak her ne olursa olsun)
azizim velhasıl aşkta öyle, ama burası senin yazdığın yer tabi ' Bana biraz Türkü söyle çıldırtıyor beni bu sessizlik' insanı duygulandırıyor işte.
sabah ezanını gibi kalkıp, sobayı yakıp, suyu kaynatacak bir hayal gibi o türküyü söyleyen. öyle modernlik esprisi değil. makyajı da o odunun, varsa kömürün isi lekesi. dudakları da soğuktan morarır da, öyle aziz öper seveni.
şu kalbin sağır olma mevzusuysa, 'ya bir daha konuşamazsa?' kalp konuşmazsa dil ne söyler? saçmalar zati..
ve en ilgimi çeken 'Bülbülüm altın kafeste' türküsü bölümü oldu. Çok severim bu türküyü ve duygulanarak, güzel de söylerim ama kendimden başkasına özel olarak söylemem :)
şu ecnebi sevgili konusuna gelince bizim türküleri en çok sevip anlama kapasitesine sahip olarak İtalyanları gördüm ben. hatta minor empire diye Kanada'da ki gurbetçilerin kurduğu bir grup var solistlerinin sesi baya güzel işte bu grubu bana İtalyan biri tavsiye etti zamanında hadi canım demişliğim vardır.
harpler konusunda çok haklısın bizim Türkülerin en eskilerini dahi bir savaşa götüre biliriz celali isyanlarından başlayarak rumeli türküleri zaten gene savaştan kacış
tabi hey onbeşli gibi ağıt olup da şimdilerde düğünlerde çalınan öksüzleşmiş Türkülerimizde var.
Neşet Ertaş için o halk ozanı değil diyen adamın mv olduğu zamanlar neyse.
oturup iki gün yazarım bu konudaya neyse.
o ses kaydetme mevzusunu ben yaşadım :) gerçekten sesi çok güzel olan ve türkülere yakışan biri vardı sevgilim değil ama hoşlanıyorum sırf türkü söylüyor diye. bir iki üç derken bigün ben senin papağanın mıyım gir youtuba dinle demişti.
bir ara antalya da çalışmış bir çocuk vardı. neyse, orada norveçli bir kızla tanışıyor, anlaşıyorlar, evleniyorlar. sapsarı da bir çocuğu oldu. ben de onlardan gaz alıp, isveçli bir kızı gözüme kestirmiştim. diğer yengemiz norveçli gibi bu da ayrı bir güzel. kızın kitap zevkini övüyordum, ne güzel resim çektirdiğinden filan bahsediyordum. sonra sen ne yapyırsun dedim kendi kendime. bülbül niye altın kafeste, niye ötüyor, ne için ona şarkı söylüyorlar demesin sonra.
eğer şu birinci cihan harbi olmayaydı, bize böyle bir kültür kalır mıydı, onu da bilmiyorum tam olarak, iyi ki var olmuş şu türküler.
cümleyi ikinci kez okumasam yanlış anlayacaktım. çayı demlerimden sonra, meyva getirir, aşk ederiz.. ( kim kime haksızlık ediyor diyorum) maddiyatın bu kadar yük ses çıkardığı dünya da işin zor. sesimi kayda al, dinle işte der utanmaz bir de..
Adem Ve Havva konusunda bende senin gibi düşünüyorum yasak olan meyvanın ne olduğu belli ama şöyle düşündüm
Habil Kabil mevzusu ile ilgili yani yaradanın neye güçlüğü var Kabil büyük oğlan belkide yasağın asıl sonucu dünyaya sürülmüş olmak değilde Kabil di Bir oğulun diğer oğulu öldürmesi. kim bilir yasak değindiğinde atılan tohum belkide Kabil
neyse bunu geçelim
Türkü konusunda günlerdir Serap Tamayı dinliyorum dediğin gibi en alakasız yerde insan duygulanıyor.
aslında oturupda bana bülbülüm altın kafesteyi söyleyecek kadına sobayıda yakar çayıda demlerim. meyvaya aşka gerek yok bence bazen daha üst raddede bişeyler buluyoruz bazılarında ve o kalıyor içimizde onun yüzünden kimilerine haksızlık ediyoruz...
ne diyor türküde. ben yarimi tanırım çifte ben var yüzünde...
ve en ilgimi çeken 'Bülbülüm altın kafeste' türküsü bölümü oldu. Çok severim bu türküyü ve duygulanarak, güzel de söylerim ama kendimden başkasına özel olarak söylemem :)
şu ecnebi sevgili konusuna gelince bizim türküleri en çok sevip anlama kapasitesine sahip olarak İtalyanları gördüm ben. hatta minor empire diye Kanada'da ki gurbetçilerin kurduğu bir grup var solistlerinin sesi baya güzel işte bu grubu bana İtalyan biri tavsiye etti zamanında hadi canım demişliğim vardır.
harpler konusunda çok haklısın bizim Türkülerin en eskilerini dahi bir savaşa götüre biliriz celali isyanlarından başlayarak rumeli türküleri zaten gene savaştan kacış
tabi hey onbeşli gibi ağıt olup da şimdilerde düğünlerde çalınan öksüzleşmiş Türkülerimizde var.
Neşet Ertaş için o halk ozanı değil diyen adamın mv olduğu zamanlar neyse.
oturup iki gün yazarım bu konudaya neyse.
o ses kaydetme mevzusunu ben yaşadım :) gerçekten sesi çok güzel olan ve türkülere yakışan biri vardı sevgilim değil ama hoşlanıyorum sırf türkü söylüyor diye. bir iki üç derken bigün ben senin papağanın mıyım gir youtuba dinle demişti.
bir ara antalya da çalışmış bir çocuk vardı. neyse, orada norveçli bir kızla tanışıyor, anlaşıyorlar, evleniyorlar. sapsarı da bir çocuğu oldu. ben de onlardan gaz alıp, isveçli bir kızı gözüme kestirmiştim. diğer yengemiz norveçli gibi bu da ayrı bir güzel. kızın kitap zevkini övüyordum, ne güzel resim çektirdiğinden filan bahsediyordum. sonra sen ne yapyırsun dedim kendi kendime. bülbül niye altın kafeste, niye ötüyor, ne için ona şarkı söylüyorlar demesin sonra.
eğer şu birinci cihan harbi olmayaydı, bize böyle bir kültür kalır mıydı, onu da bilmiyorum tam olarak, iyi ki var olmuş şu türküler.
cümleyi ikinci kez okumasam yanlış anlayacaktım. çayı demlerimden sonra, meyva getirir, aşk ederiz.. ( kim kime haksızlık ediyor diyorum) maddiyatın bu kadar yük ses çıkardığı dünya da işin zor. sesimi kayda al, dinle işte der utanmaz bir de..
Adem Ve Havva konusunda bende senin gibi düşünüyorum yasak olan meyvanın ne olduğu belli ama şöyle düşündüm
Habil Kabil mevzusu ile ilgili yani yaradanın neye güçlüğü var Kabil büyük oğlan belkide yasağın asıl sonucu dünyaya sürülmüş olmak değilde Kabil di Bir oğulun diğer oğulu öldürmesi. kim bilir yasak değindiğinde atılan tohum belkide Kabil
neyse bunu geçelim
Türkü konusunda günlerdir Serap Tamayı dinliyorum dediğin gibi en alakasız yerde insan duygulanıyor.
aslında oturupda bana bülbülüm altın kafesteyi söyleyecek kadına sobayıda yakar çayıda demlerim. meyvaya aşka gerek yok bence bazen daha üst raddede bişeyler buluyoruz bazılarında ve o kalıyor içimizde onun yüzünden kimilerine haksızlık ediyoruz...
ne diyor türküde. ben yarimi tanırım çifte ben var yüzünde...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.