0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
774
Okunma
herkes kapısının önünü suladığında
ne güzel kokardı kasaba kaldırımları
kasvetli akşamlar bastığında
bu toprak kokusu
kömürlü döner ocaklarının sönmesine bağlıydı biraz da
günlük gazetelere erişmek ne mümkün
hiç görmemiştim tehirsiz girdiğini istasyona pasinler ekspresinin
yediyüz kilometreye kaç defa dönmesi gerekir ki tekerleklerinin
umutlarımız bile ona bağlıydı hafta sonu sinemasına
reklam panosuna asılınca başka afişler
anlardık geldiğini değişik film şeritlerinin
önce kasaplar çekerdi darabalarını usulca yere
o zamanlar pek önem verilmezdi çelikten kilitlere
aşağı çarşıda çökünce sessizlik
bilirdik ki bakırcılar koydular çekiçlerini yerlerine
ve sonra cıvıltılar başlardı salkım söğüt dallarında
yol sızısı düşen kuşlar gelirdi tünemeye
sonra kitapçı halim amca gizliden dalardı azizin lokantasına
kin duyardım ki öyle bir rakıyı yudumladıkça
beş kuruş bile aşağı vermemişti bana
ömer seyfettinin kaşağı’sına o kadar yalvarmama
ölür müydün sanki bir bardak az içsen
vurmasaydım kendimi yayan yapıldak köy yollarına
hayatın bitmesi lavaş kokusunun rüzgârla sarmaş-dolaş oluken başlardı
mengüç kaldırımlarının başı yere eğik insanlarıyla
pazardan arta kalmış kiminin boynunda heybe kiminin belinde hamança
söz birliği etmişler gibi sanki ederinden az vermişlerdi peynire yoğurda
öküz gönünden çarık elli yerinden delik
kaç bitlis sarması içilecek şimdi yayla cılgalarında
ne ben direnebilirim karanlığıma ne de kasaba
kaç eşkiyaya silah çeksem kaç bezirganı soysam gücüm olsa da
üste gelir mi yüzümüz güler mi bu kara yamalıklara
horasan pirleri tırıs mı geçti kaderinden
gene de karnımız değilse de tıka-basa doymuşuz betinden bereketinden
bir eğri kanatlı kuş bile uçmadı
bizde bıraktığın muhaşeret gölgelerinden
kasım
5.0
100% (2)