Okuduğunuz
şiir
17.1.2015 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Dut yaprakları
Belki ikimizden biri yüzünü verecek boşluğa Sürgün gölgeli bir gözyaşı
Çünkü Bu kapı Bahçeyi çeken sert rüzgâr Kabullendiğimiz saat sonları gibi Camlara vuran kuşlar da yüksek duvarlardan geldiler Değil artık Renkli bir film Renkli tablolar, ne de katlanarak büyüyen iplik uykusu
Bir göz çukurunda yırtılıyor afişlerimiz Dilleniyor içimdeki kelebek.
Bak Yağmur makaslı bugün, yüzümüz Kör noktanın sökülebileceği kadar küçücük Buradayım Dalların uzandığı toprak mevsimi Ezip geçiyorlar üstelik ay çıplaklığını Sarhoş tayfa naralarıyla
Ağlama Tuzlu asitler yakar deniz kabuklarını Beş öte solgun sokak lambalarına bakıyorum Mum akıntısı sabah Dönüp duruyorum dut yaprağının üzerinde Bin yıllık uykudayım şimdi Örülmüş bir kozada.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
BU GÜZEL ŞİİRİNİZ BENİ TAA ÇOCUKLUĞUMA GÖTÜRDÜ. RAHMETLİK ANAM DUT YAPRAĞINDAN İPEK BÖCEKLERİNE YEM VERİRDİ.VE KOZA ELDE EDİLİRDİ. HEY GİDİ O GÜNLER HEY! SELAM VE SAYGILARIMLA. 5 PUAN.
Hasan Taşdemir tarafından 1/30/2015 12:30:22 AM zamanında düzenlenmiştir.
yüzünü çevirenin de vardır bir anlamlı nedenleri.. ne önemi var, hepimiz bir şeylere dönüyoruz yüzlerimizi, sonuçta hiç kimse masum olamıyor ve değiliz.. olmasaydı şiirler anlaşamazdık, anlaşılmanın güzelliği burada yatıyor.
yüzünü çevirenin de vardır bir anlamlı nedenleri.. ne önemi var, hepimiz bir şeylere dönüyoruz yüzlerimizi, sonuçta hiç kimse masum olamıyor ve değiliz.. olmasaydı şiirler anlaşamazdık, anlaşılmanın güzelliği burada yatıyor.
Doğanın yağmuruna, rüzgârına ve diğer böceklerine tek dayanıklı olan ağacın yapraklarıdır.
Ve kelebeğin hayatı: Sadece bir günlük hayatının başlangıcı olan "tırtıllar." Nasıl bu kadar akıllı olabiliyorlar ki, bunca ağaç yaprağı dururken, kozalarını dutlara bırakıyorlar.
Bu demek ki; bir tırtılın bile, başını güvenle yaslayacak bir şeylere ihtiyacı var. Tıpkı insanların olduğu gibi.
Bir dosta, arkadaşa, anneye, babaya, kardeşe... Ya da bir dut yaprağına.
teşekkür ederim, ben de paul celan'ın bir şiirini okuyunca aynı cümleyi seslendirmiştim içimden, bunu ifade etmek olgunluk işaretidir, zira şairi değil şiiri ön plana çıkarırız, selamlar.
... beni de acı yap, acı yap beni. bademlerden say beni.
teşekkür ederim, ben de paul celan'ın bir şiirini okuyunca aynı cümleyi seslendirmiştim içimden, bunu ifade etmek olgunluk işaretidir, zira şairi değil şiiri ön plana çıkarırız, selamlar.
... beni de acı yap, acı yap beni. bademlerden say beni.
İşte budur şiir denilen dedirtti resmen.Baştan sona mükemmel bir işleyiş.
Dut yapraklarından kelebekliğe giden sancılı yol haritasını çizmiş her bir dize.
Anlamsal bütünlük baştan sona korunmuş.Bir tek imge vardı aslında koskocaman şiirde. Bir tek hatta eğretileme.Ama benzeyen sadece betimlenmiş.
Tırtılın kelebe dönüşü....Kelebek yaşama dönüşü ...tırtıl beklenilen sancılı anı imlemiş...Diğer bütün imgeler bu ana imge üstünde yürümüş yan damarlar gibi, ana artere doğru.
Ne yazdığını, nasıl yazdığını bilen bilinçli kaleminden ve yüreğinden öptüm lacim. Teşekkürler şiir için.
çok teşekkür ederim, şiirin bam telini yakaladın, kelebeğe dönüştük mü, ne gerek vardı dönüşmeye, bin yıllık uyumak lazım değil mi, üstelik on günlük bir yaşama değer mi.. bilmem böyle düşündüm kelebeğe daha fazla acı vermek istemedim. uyusun.. uyuyalım.
çok teşekkür ederim, şiirin bam telini yakaladın, kelebeğe dönüştük mü, ne gerek vardı dönüşmeye, bin yıllık uyumak lazım değil mi, üstelik on günlük bir yaşama değer mi.. bilmem böyle düşündüm kelebeğe daha fazla acı vermek istemedim. uyusun.. uyuyalım.
Çok beğenerek okudum.Sonra birdaha ve sonra birdaha okudum. Baktım doyumsuz yürek sesi dizeler,kıskandım ve aldım önüme birdaha birdaha okumak için.Tebrik ederim kalemi ve kalemin sahibi yüreği.Selam saygı ile.
bazı şiirleri okuduktan sonra diyorum ki; dursun zaman...kimse bi yere kıpırdamasın...kimse yerli-yersiz konuşmasın...dünya tepsi gibi dümdüz olsun...yusyuvarlak oldu da n'oldu?..elimize mi alabildik...sığabildik mi içine sanki?..düz olsun ki pencereden bakınca her karışını görebilelim hiç değilse...her şey yerli yerinde duruyor mu bakalım...o denizler...o ağaçlar...o evler...o yıldızlar..o şehirler dumanını ağır ağır üfürüyor mu öyle?..bize bi yamuk yapacak mı, bi çizik atacak mı bilelim...bilelim ve ona göre saflarımızı tutalım...
arkanı dönmeye gelmiyor oysa hayat...hep bir adım önde...bizden önce giyinip, kuşanmış her bişeyini...tedbiri elden bırakmıyor...ve her gün kalbine birini gömüyor...her gün devasa çukurlar açıyor hücrende...her gün bir tabutu iki omzunda taşıyorsun farkında olmadan...üst üste yığdıkların elini kolunu bağlıyor...verdiği ağırlıkla yerinden bile kalkamıyorsun...kendini tepretecek olsan yerin çekim kuvvetine yenilip, yere çörekleneceksin bu sefer de...belki şimdi üstümde öyle bir ağırlık vardır ondan böyle yazıyorum bilemiyorum...ama bazen öyle anlamsız geliyor her şey...tıpkı bunları yazmış olmanın kimseye bi faydası olmayacağı gibi...
kendi koğuşumuzda kendi voltamızı atıyoruz sanki...anahtar da elimizde, zincirimiz de...o kapıyı açıp gitmek veya kendimizi serbest bırakmak yerine, aylarca göz hapsinde tutup, uzun bir süre o zinciri takıyoruz ayağımıza...kırıpta atamıyoruz bi türlü o paslı prangayı...sanki halimizden memnunuz böyle...sanki dışarının soğuk havası iliklerimize işleyip, bizi daha beter edecek ve bir ömür boyu rehin alacak gibi paranoya düşüncelerle boğuşup, kendi hücremizde bir çıkış yolu bulamamanın ezikliğini yaşayıp, kendimize bile bile bu işkenceyi yaşatmaktan zevk duyuyoruz...ha bir de yüreğimizi kavuran özgürlük ateşi var bu hengamenin içinde...hürriyetine hem kavuşmak isteyen hem de dört duvara kendini mahkum eden insan modeli çiziyoruz her gün...
aslında sana başka güzel masallar anlatacaktım naze...bazen bir cümlenin sarsıntısıyla, sert bir rüzgarın yüzüme ters yönden çarpması sonucu cereyanda kalıyorum...ve üşüyorum o zaman...genetik kodlarımızda yok olumlu bir cümle naze...hele ki bu saatten sonra...beyin aksi yönde ani çıkışlar mı yapıyor nedir?..bazen kendim de şaşıyorum...ama alışkınım galiba...
bi replik şöyle diyordu naze: "Doktor biz tekinsiz adamlarız, resmi kayıtlarda da adımızın geçmemesi lazım, bi de ssk' mız da yok bizim"
onun gibi bişey işte...kirpiklerim kuş ölüsü...çırpınışlar nafile naze...
bazen kısa ve öz konuşmak daha iyidir...daha yerindedir...hatta daha oturaklıdır...ben de meramımı uzun uzun anlatmaktan muzdarip olup bazen de "hay ben senin diline" diye sövdüğüm olur...
haklısın ay/elâ...ama bi şekilde zaman ilerliyor kaldığı yerden...bu devri-daim döngü bizim sandığımızın tersine hızlı işliyor halbuki...asıl zaman nerde donup kalır biliyor musun?..kendi hücrelerinin nöbetini yirmi dört saat tuttuğunda ve kimseye kaptırmadığında...dört duvarda asılı gözlerinle buluşursun sonra bi ara havalandırma saatinde...ayaza kesen bakışların duvardaki çerçevesiz görüntüsü burkar yüreğini biliyor musun...öyle üşürsün ki dokunma yetisini unutursun...o an paçaları sıvamanın derdine düşersin...veya bir yakayı dört elle kavramanın hain yöntemlerini kurarsın kafanda...o yüzden ellerini koyacak yer yoktur bu evrende...ellerin devre dışı bırakıldığı çetin bir alandayız çünkü...kaskatı kesilen bedenlerin farkında olmadan veya kasıtlı birbirine çarpıp durduğu, gözlerini dışarıya fire verdiği hatta kolunu kaptırdığı bir düzenle iç içe; kurulu bir saat gibi çalışıyor işkeletimiz...
benim duvarlarla aram iyidir...ondan böyle konuşuyorum...hatta en çok muhatabım da yine bu zat-ı muhteremlerdir diyebilirim...yoksa ki kimseyi rahatsız etmek veya herhangi bir ithamla yargılamak derdinde değilim...yanlış anlaşılmasın lütfen...
bazen kısa ve öz konuşmak daha iyidir...daha yerindedir...hatta daha oturaklıdır...ben de meramımı uzun uzun anlatmaktan muzdarip olup bazen de "hay ben senin diline" diye sövdüğüm olur...
haklısın ay/elâ...ama bi şekilde zaman ilerliyor kaldığı yerden...bu devri-daim döngü bizim sandığımızın tersine hızlı işliyor halbuki...asıl zaman nerde donup kalır biliyor musun?..kendi hücrelerinin nöbetini yirmi dört saat tuttuğunda ve kimseye kaptırmadığında...dört duvarda asılı gözlerinle buluşursun sonra bi ara havalandırma saatinde...ayaza kesen bakışların duvardaki çerçevesiz görüntüsü burkar yüreğini biliyor musun...öyle üşürsün ki dokunma yetisini unutursun...o an paçaları sıvamanın derdine düşersin...veya bir yakayı dört elle kavramanın hain yöntemlerini kurarsın kafanda...o yüzden ellerini koyacak yer yoktur bu evrende...ellerin devre dışı bırakıldığı çetin bir alandayız çünkü...kaskatı kesilen bedenlerin farkında olmadan veya kasıtlı birbirine çarpıp durduğu, gözlerini dışarıya fire verdiği hatta kolunu kaptırdığı bir düzenle iç içe; kurulu bir saat gibi çalışıyor işkeletimiz...
benim duvarlarla aram iyidir...ondan böyle konuşuyorum...hatta en çok muhatabım da yine bu zat-ı muhteremlerdir diyebilirim...yoksa ki kimseyi rahatsız etmek veya herhangi bir ithamla yargılamak derdinde değilim...yanlış anlaşılmasın lütfen...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.