10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1519
Okunma

İnsanın
kendi başına kalacağı
bir adası olmalı.
Kaplumbağa gibi taşınılan yükler,
umarsız sevgiler,
ümitsiz bekleyişler
ağır geldiği zaman
sığınacağı bir adaya koşmalı….
Kendi düşüncelerini sarmalayan,
ruhun ajitasyonu ile birleşen
içindeki anarşiyi yücelten
bir yer olmalı burası...
misafir de sen olmalısın
ev sahibisi de
kapılar içerden kilitli olmalı…..
Kimselerin girmesine
izin vermemelisin,
korumalısın ….
Sanki
zamanın
çekmecesini aralarcasına
sanki
içerdeki bir hazineyi
korumak istercesine….
Sonra;
barışmalısın
aynadaki yüzünle,
o
her biri
geçmişinin izleri olan
çizgilerinle…
Ve
boğuşmalısın keşkelerinle…
kurmalısın
yüce mahkemeni
suçlusu da sen olmalısın
yargıcı da
Kısır döngü geçmişten
sana
arta kalan şeyleri
kendi
denizlerinde boğulan
akıntılara bırakmalısın….
Dönüp bakmamalısın
ardına
“yaşadıklarım
yaşayacaklarım içinde
mola verdiğim bir durak”
demelisin….
İşte böyle bir adada
kendi ruhunu yenileyerek
beyin doğumunu da gerçekleştirmelisin….
Sonra doğmalısın
gebe kalmış düşlerine…….
Nasıl sa ümit en son terk edendir
diyerek değil
umut en son kötülüktür diye…..
Çünkü
ne kadar umut edersen
yaşadığın işkenceler de
o kadar genişler uzar.
O yüzden
“Vezir gambitine karşı verilecek yeni bir karşılık”
olmalı felsefen........
yaşadıklarına inat….
Varsın
seni anlamasınlar,
egosuna sığınmış
kendi farkındalığından
uzak desinler…..
sen bilirsin
yaşadıklarını…
eski flörtün olan
geçmişinin izlerini…….
Sitilize yaşamı koyultarak,
dağa taşa çarpmadan
köprüler geçilebiliyor mu?
Yaşamı,kendi benliğimizi
ince bir özeleştiri süzgecinden
geçirebiliyormuyuz.?
Sahi…..
kendimizi tanıyacak kadar
cesaretimiz var mı?
Benim var………
___Gizemm