5
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
1123
Okunma
/önce ovalarda dolaştılar, dağlara tırmandılar…/
öyle sinsi ve ağır adımlarla geldiler ki, daha sert ölümden bile
ezdiler kır çiçeklerinin renklerini, karanlık öfke ve küfürlerle.
oysa gün, her gün gibi açılmıştı, yeni bir sayfa olup önümüze
hiç aklımıza gelir miydi yırtacakları, peteği dolmamış kovanları
ve dağlarda kartal yuvalarını.
/nehirlerden akıp, denizlerin derinine karıştılar…/
ağacından kopmuş söğüt dalıydılar ve ölmüş balık kılığında
savurdular fırtına hüviyetiyle, bütün dalgaları, damla damla.
soluksuz kaldı gecede yakamozlar, ağladılar, bakıp ay ışığına
ne deniz kuşları vardı ortada, kanadına sığınıp kurtulacakları
ne de tutunacak bir zeytin dalı.
/bütün sokaklara girdiler ve sonra bütün evlere…/
ıslak iç çamaşırlarını sildiler kurumadan, arka balkonlarda
yeniden yazdılar kendi dilleriyle tıka-basa, kirli torbalarına.
ve sonra perdeler ve gece lambalarını, yatak çarşaflarını da
topladılar duvarlara sinmiş ne kadar varsa, sevda fısıltılarını
sildiler, kendi yaşayamadıklarını.
/ama biz aydınlığı beynimize saklamıştık, bulamadılar…/
öyle sinsi ve ağır adımlarla geldiler, daha sert ölümden bile
ve görevimiz bitti dönelim artık dediler, gönderildiğimiz yere.
bıraktıkları gecenin içinde, bir kıvılcım göz kırptı pervaneye
o kıvılcım ışık oldu, pervane de çiçek ve dağda kartal yuvası
ve deniz ve yakamoz ve zeytin dalı.
/ve onlar kurguları bitip gittiler, ay ışığı güldü, güneş oldu/
Cevat Çeştepe
5.0
100% (12)