6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1089
Okunma
En sade kararın ,yaprağın damarlarından durağına akar
Bir çift küçük göz, küçük bir yüz öylesine bakar
Fıtratında kin ve nefretin olmadığı
Ah dediğimiz dünya…
Henüz daha tanışmadığı hayatın arka pençeresi
Günahın doldurulduğu çöp bidonu
basma kalıp, eksantrik pres
Kalın bir sis perdesini aralayıp da baktığın an
Sana ne verdik küçüğüm demekten başka çaresi olmayan- zavallı
Bal yalamalı kadınlardı sığ mahzenlerde
Rakı tadında duygulara yenildiğimiz
Cam tabakaların arkasına sakladığımız arımız
Ve köşelerde labirentler…
Kurşun sıskalığında kadının öz geçmişi.
Husumet güden gönlümüz neden niçin bu kadar derbeder
Basamaklar demir şavkında kırılgan olduğu kadar
Çocuğun gözünde biz büyükler.
henüz tanışmadığımız, metro boşluğuna düşen uğultu
Ne verdik ne aldık hesabından arda kalan
Kırıntı tohumlarım yeşermeyen ölüm sessizliği
Doğmadan ölümü bekleyen bitkilerden oluşan angarya.
Sadece polietilen çöp artığı zehirden başka
Kumbarasında biriktirdiği kin ve nefret
Zaman figüran, figüranın adı yazılıyordu
Renk kusmuğu, renk karmaşasında laçkalaşmış tabela…
Bir yol daha olmalıydı,henüz daha tadılmamış
Önümüzdeki sofrada bizi bekleyen kandırılmamış
Egzoz kirliğinde nefesimizin boğduğu biz
Uyanma vaktinde.
Çocuk ve sen bir başkalığın kaldırım taşlarında ufalanırken
Yeni keşif değildi hakkın kanununa, adaletine teşrif etmek
Kaybetmediğimiz ruhumuzu yeniden keşfetmek
Bu olmalı,bu sabah güneş doğarken.