0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1704
Okunma

Sere serpe uzanmış ölümler,
Kum saatinin dibi delinmiş
Ya da çamurlaşmış zaman,
Nerde o eski zamanlar der gibi
Gölgelerde uyumakta o ölümler.
Taş kesilmişliğe ayna tutan ruhlar
Camlardan güneş doğurmakta, canlara
Yine de ısınmaz zamanın kumları
Acele etmek faydasız ve anlamsız artık
Göç eden kuşların kanatlarında yalnız anlam...
Hiç bukadar renksiz olmamıştı gün batımı
Hınca hınç güneşi boğarcasına, yağmur yüklü değildi bulutlar
Dokunsan boşanırdı sanki tepemize
İnceden ve derinden,
Tozlu idi artık bahar yağmurları
Ve sonra tatlı bir tebessüm
Aldatıcı mart güneşi kızgınlığında,
Saçları kızıla yakan kız çocukları
Elleri kınalı ve de oyalı,
Dokunsalar sonsuzluğun kum saatlerine
Aksalar da zerre girdaplarından
Anlamazlardı...
Anlayamazlardı uykunun bir adım ötesini
Ölüm eşiği olan kuş tüyü yastıkları...
İpleri kaygandı artık geçmiş ile geleceğin
Tırmanmak zordu gençlik başı bulutlara
Göğe yükselmekte yersiz yakarışlar
Yerli yersiz yağmakta bulutlar,
Ölümü arzularcasına
Baldıran zehiri içmeye hevesli şairler...
Ölüm, mekap ayakkabıları çıkarmış ayağından
Artık uzun topuklu ayak sesleri
Kuru tahtalardan yapılma son basamaklar
Parmak kemiklerinin gıcırtıları karışmakta, tahta gıcırtılarına
Her basamağın sesi farklı diğerinden
Hayatın şarkısı kulaklarda
İmzalanmaya hazır hatıra defterleri,
Ölüm anı,
Hatırsız dostların dahi hatıra geldiği umursamazlık...
Güz ile yarışmaktadır, rüzgarlara inat
Tomurcukların toprağa düşüp baş kaldırmaları
Ölümün nefesini açar,
Baharın yeniden geleceğinden emin
Sakince gözlerini yumar ölüm anı...
Cihat Günece...