Ne çok
ne çok seviyor yanaklarım gözyaşlarımı...
Yavru bir kuşun
ilk uçuş denemesini yaptığı gibi
acemice daldığım istanbul sokaklarında
ayaklarımın altından kaçışıyordu kaldırımlar
ay lambaları ışıtıyordu zifiri karanlıkta
bohçama doldurduğum karanlık hayallerim
çoban
yıldızına, avare ateş böceğine hayran kaldıkça
aydınlanıyordu gözlerimde biriken
gecekaralarında
söz yanığı imgeler dolduruyordu
ağız boşluğumu
sökülüyor bir bir dudaklarıma vurulan mühürler
aşkı gibi bülbülün nazlı
güle
sevdaya seğiriyordu gözlerim
vuslat dargını yollarda
muamma bir ahvalin
seheri karanlık kimsizleriydi şiir hikâyelerimde
yine hangi
şeytan hangi
cehennemin ateşini yaktıysa
haziranın ihtiras kokan sabaha karşısı
şehvet tacirlerini pazarlıyordu nefsine
an be an ölüyordu ruhları
kadınların
salyası bol nefeslerde
cinnet geçiren şairlerin feryadını okuyordum
gözlerinden ...
donmuş hayali, dilinde nidası ahraz bakan
şehrin sessiz tanıklarından
sakızının pembo tadı damağında
taze bir kız çocuğuydu sabır
duvarlarına masum
sevda şarkısı mırıldanılmış
gecekonduların
dalgalarına gümüş takıştırmış
ma(v)i denizin göz
bebeklerine yerleşmiş zümrütüydü
sevinç
martıların tüylerinde uyutulmayı bekleyen
duvar dibi bekleyişlerimde
gidenin ardından yaktığım ağıtlar
dolanırken dilime mütemadiyyen
uzakların gözlerime bıraktığı
aşk’ ın tarifiydi
hicaz makamında dizeler
ve
saliseden bir önceki
zaman dilimiydi mutluluk
ayva
çiçekleri öperken hayallerimin gözlerinden
bir ikindi sonrası
ağır bir yolculuk başlıyordu yine
kimsesizliğimde dolaşırken sarhoş sokaklar
söylemeye korktuğum
yalanlar
gücünü salıyordu zehir renginde akrep gibi damarlarıma
şiirlerin hayyam satırlarından
yudum yudum içtiğim ayrılığı
titrek serçelerin
korkak yüreğinde kıvrılıp öldükçe
duyuyordum koparılan kanatlarımın acısında
sustukça rüzgârın sesi sönmeyen yangınıma
yağmur ağlıyordu içimdeki yalnızlığıma
fırtınalar hazırlanırken şehrimi dağıtmaya
kavruk yüzlü bir köy çocuğunun ellerinden kopan
nevruzlar topluyordu benliğimi masumca
asılı kalıyordu o’ na uzanan ellerim boşlukta
sürerken sabır sus merhemini dudaklarıma
karanlık boyalı odamın veda kokan
duvarlarına işliyordum firkati
kırılgan bakışlarımla
kifayetsiz
peşine savurduğum cümlelerin
gözlerime hediyesiydi birikintisi
zamansız kırkikindilerin
haylaz bir
yalan avutuyordu beni
damla damla boşalırken yanağıma isyanım
-senin değil
"pörsüyen
çiçekler içindir ağladığım" -
beklemek
eklemekse sabırlara sabır
susmaksa gözlerde kahır
teselli sandığım musubet şarkıysa gidişin...
-unuttun beni
umuttun bana / unuttum sanma -
muhayyer
gecenin yanağına konan
hüzünle
bir damla
gözyaşı olup düşüyordu avuçlarıma beddua
şahit olurken dolunay kanayan yarama
mağlubiyet sancısı ise sol vuruyordu eyvahlarıma...
içinde kaybolduğum o koca boşlukla
bir şiirlik süre kadar susuyorum şimdi hayata
ve
fütursuzca
olmayacak sabahlarımın
gecesinde tüm
aşklara...
sahi
unuttum mu şimdi ben seni yarınlarda...
...
22Haziran öncesi*