13
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1512
Okunma
Henüz çocukken ,
Mesken tuttuğumuz tarlalar,
Oyun alanımızdı.
Başaklar sararıp ,
Başını öne eğince, mahcup mahcup,
Ta kökünden keserdik,
Rüzgar sussa bile ,
Arasında biz eserdik…
Tarla farelerinin deliğini görür,
Kendisini göremezsin.
Sıcak alabildiğine insafsız olurdu ,
Hem de iş zamanı,
Karınca gibi olmazsan ,
Yetiştiremezsin harmanı.
Böylesine sıcak,
Böylesine telaşlı bir günde,
Biçilmiş ekinlerin arasından ,
İki kapkara yılan parıldadı,
Kimisi kaçtı,
Çocukların bir kısmı, korkudan ağladı.
Ova, simsiyah oldu birden,
Herkeste bir korku ve endişe,
Bizlerde merak,
Büyüklerimizi çağırdık,
Hem de bağırarak.
Sanki bir savaş vardı.
Eline taş, sopa,
Kazma , kürek alan koştu.
Yılanlar olanları görmüyordu,
Sanki ikisi de sarhoştu.
Tıpkı bir toz bulutu gibi,
Birbirlerine sarılarak yükseliyor,
Sonra tekrar kayboluyorlardı,
Bizler seyirci,
Onlarsa bize, son oyunlarını oynuyorlardı.
Neden sonra fark ettiler,
Düştükleri tuzağı.
Her biri bir yöne fırladı.
Savaşçılar, birini kayayı tırmanırken,
Birini de tam deliğe gireceği sırada hakladı.
“Öldürdük” şeklindeki zafer çığlıkları,
Kaplarken her yanı,
Yüzlerde bir gülümseme vardı.
O zamanın çocukları büyüyünce,
Yılanların düşman değil dost olduklarını ,
Ancak anlardı.
Biz de anladık,
Elimizden bir şey gelmese de zamanla,
Birbirlerine kur yaptıklarının,
Ve fareleri tükettiklerinin,
Çiftçiler farkında değildi,
Aslında iki savaşçılarını kaybettiklerinin.
Ne zaman oralara düşse yolum,
İki kara sevgiliyi hatırlarım
Ve düşünürüm;
Doğadaki dengeyi.
Derim ki ”Allah boşa yaratmamıştır,
Hem de hiçbir şeyi.”
Antakya /HATAY
15/10/2010
Mehmet Ali Türkan
5.0
100% (8)