2
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1380
Okunma
Çakır keyif sınırını kolay aştı
Hava hafif serin, biraz rüzgârlı…
Kıyıyı kayalar almış, gökyüzünü bulutlar
Aklını da isyankâr fırtınalar
“Ah İstanbul,” diye başladı bizimkisi
“Senin tuzun kuru tabi, dalgalandır denizini
Düşünmene ne gerek balıkların halini
Yahut gemiyle seyahat edenleri
Nasılsa halkın köpek gibi
Ne kadar itip kaksan da
Gariptir, hiç bırakmazlar seni.
Ah İstanbul,
Zalim İstanbul!
Sen herkese güldün,
Bir benden esirgedin tebessümünü
Nice imparatorluğa ihanet ettin,
Sattın!
Böyle dediğime bakma,
Razıyım ben ihanetine de,
Tebessümüne de.
Ulan vefasız İstanbul!
Umursamaz İstanbul!
Hey gidi hey!
Yüzsüz İstanbul!
Korkak İstanbul!
Senin gibi…”
Deniz tanrısı kızmıştı sanki
Şimşekler çaktı, gök gürledi.
Lafı yarım kaldı adamın
Anlam veremedi pek olanlara
“Çok içtim” dedi kendi kendine
Korkuyla karışık
Fakat farkında değildi
Bulanık kafasıyla, en saf haliyle dilediği
—kalpten dilediği şey
Gerçek olmuştu;
İstanbul ortaya çıkmıştı nihayet.
“Yazı bile yokken daha,
Geldi iki ayaklılar
O kadar vakit olmuş ki,
Bak, yok olmuş anılar
Sizin yaptığınız
Ve kendi ellerinizle yıktığınız
Tarih gibi…
Tarihim gibi…
Hep “altın” diye bildiniz
Taşımı, toprağımı.
Hep “zalim” oldum gözünüzde,
Sizler de benim işçilerim.
Bizans geldi,
İskender ve Roma’dan sonra
Tam sevgiyi buldum derken,
—nedendir bilinmez
Ters gitti hep işler
Bir sürü inanç dayandı kapıma
Bir sürü millet
Bir başka Kudüs zannettim kendimi
Öyle inandım yıllarca
Meğer ne kadar aptalmışım…
Meğer kapı içe de dışa da kapalıymış…
İşte bu melankolik halim,
Bu ilk büyük aldatılmadan kalmadır.
Açık havada mahkûm olacağım bundan sonra
Derken,
Mehmet geldi koca ordusuyla
Beni almak içinmiş bunca zahmet
Bir malmışım esasında ben,
Alışılandan biraz daha büyük sadece
Ve de biraz daha süslü
Biraz daha büyüleyici
Kilise cami oldu,
Bayrak yosun tuttu.
Din değişti, kıyafet değişti,
Zihniyet bir türlü değişemedi.
Zaman aktı gitti…
Bir 600 yıl da öyle koy hayatıma işte
Yaşlandım artık,
Yoruldum.
Gecelerim ünlendi en çok,
Yayıldı dilden dile.
Ne alevler gördüm, ne depremler
Hiçbiri alamadı canımı
Ben yine ayaktaydım;
Dimdik!
Her zaman olduğu gibi…
Sonra bir gün bir paşa geldi,
“Mustafa Kemal” diyorlardı adına
Çok şükür…
Koca bir yükü aldı başımdan.
Emeklilik vakti geldi çattı.
Eh, yılların birikimi sonuçta
Tarihim, manam, mirasım dedim,
“Harcandı!” dediler
“Ne yapacağım peki?” dedim
“Yerin hazır.” dediler.
Hevesle doğruldum iskemlemden
“Otur” diye emrettiler.
O an anladım işte,
Ters gidecek bir şeyler
Müneccim de değilim işin gerçeği
Ne diyorsunuz siz insanlar?
Buldum, “tecrübe”
Biraz zaman geçti,
Düşüncelerimden sıyrıldım
Ve fark ettim ki
Koca odada yalnızım.
Etrafı süzdüm iyice
Meğer bir cam fanusmuş içine tıkıldığım şey
“Müze” yazmışlar fanusun üzerine de
O gün bugündür uğramaz kimse yanıma
O gün bugündür mahkûmum işte
Şu içine tükürdüğüm dünyada
Kaderin cilvesi midir?
Bilinmez.
Kurtarmışlar.
Yalan.
Ben hep mahkûmum,
Hep esirim burada.
Sen,
Mirasının henüz yaşarken
—ki buna yaşamak denirse
Paylaşılıp parçalanmasına
Yağmalanmasına şahit olmanın
Ne demek olduğunu
Bilir misin?
Sen,
Tanrıların yapamadığını
Bir imzayla,
İnen tek bir dozer darbesiyle yapıldığını
Bilir misin?
Sokakta uyur,
İstanbul’da yaşadığını sanırsın.
Sen,
İsminin sana ait olmayan bir şeyde kullanılmasını
Bilir misin?
Hiç hapse düştün mü sen?
Yahut yaktılar mı diri diri
Ormanlarını?
İçme suyuna zehir katıp,
Çorbanı senden yaptılar mı hiç?
Uyan artık be adam!
Burası İstanbul falan değil!
Ne bu boğaz benim,
Ne de senin “İstanbul” dediğin.
Al işte karşındayım
Yitip giden mirasımın tam ortasındayım!
De diyebiliyorsan istediğini
Yüzüme söyle!”
Dolu gözlerle baktı adam
Hıçkırıyordu
Fakat yaş yoktu yüzünde
Başı öne eğik,
Sustu sadece.
Galiba tek yapabildiği de buydu zaten
Kesik kesik
Nefes almak dışında
“Madem şu an susarsın,
Bundan sonra da konuşma.”
“Sen nereye?” diye soracak oldu
Ayılmış olan
“Tecrübe”nin verdiği sezgiyle
“Benliğimi benden alanlardan geri almaya” dedi,
Gururlu, fakat titrek sesiyle
Bulutların arasında kaybolurken
Adam da yitti gitti sanki
Kendi derdi ne idi?
Hatırlayamıyordu.
Niye içiyordu sahi?
İstanbul’a efkârlandı.
Sahip olduğu tek bardaktan
Bir yudum aslan sütü aldı
Boğaza karşı
“Yolun açık olsun, kardeş” dedi.
Hayret,
Aslında ilk kez kullanıyordu bu kelimeyi
Acı çeken,
Acıya yakın olurmuş demek ki
Acıdan acının kendisi olmuşa da
Zaman dışladı adamı
Mekân da
Yeşili bol,
Mavisi mavi
Bir yerdeydi artık.
Adam manzaraya baktı hayran hayran
Manzara da ona
Perdesi kapanırken bu güzel sahnenin,
İstanbul, bu çilekeşe göz kırpmaktaydı
Çok uzaktan,
Ve bir o kadar da yakından.
5.0
100% (1)