3
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1440
Okunma
//Duvarda bir fotoğraf//
Belinde palaskası
Kasaturası matarası
Üniformalı sırtında
Silahı var asılı
Sivas şehriymiş ilk kışlası
Sonra Kars’ın Sarıkamış’ı
Anlatmıştı küçükken anası
Fotoğraftaki, onun babası
Anası diyordu;
Vatan borcu namus borcu
Parayla pulla ödenmez
Askere gitmeyen birine
Erkek bile denmez
Babası diyordu;
Namusunu beklemeyeni
Köydeki yari beklemez
Askerlik yapmayan birine
Zaten kız verilmez
O zaman küçüktü Ümit; can kulağıyla dinliyordu.
Bildiğini bilmeseler bile; o, her şeyi biliyordu…
Cennetteymişiz ilk önce. Yasak elmadan yemişiz ve suç işlemişiz. Tanrı o zaman; gidin demiş ve göndermiş. Bundan sonra dünyada yaşayın. Yaşarken sınanın. Bilin ki; kazanan yeniden cennete gelecek ve orada kalacak. Kazanamayan, cehenneme girecek ve cayır cayır yanacak…
Artık biz, dünya yüzünde yaşayan birer canlıydık. Yani insandık. Babamız Adem’di, anamız da Havva. Aynı babadan olma, aynı anadan doğma; hani kardeştik kim sorarsa…
Yasak elma burada da varmış
İnsanlar bunu paylaşamamış
Böylece düşmanlık başlamış
Keşke kardeşlik bozulmasaydı!
Keşke savaşlar çıkmasaydı!
Ve silah icat olmasaydı…
Namlular ateş kussun, kim ister?
Kan akmasını kim ister?
Ama,
Birileri istemiş ki;
Silahları kuşanmışlar
Etrafımızı kuşatmışlar
Batıda balkanlar. Kuzeyde Kafkaslar. Doğunun Sarıkamış’ı, güneyin Mezopotamya’sı…
Dört koldan saldıracaklar
Bizi ham yapacaklar
Zayıf anımızı yakalamışlar ve saldırmışlar. Ne yapsın saldırılanlar? Onlar da savaşmışlar…
//Fotoğrafın yanında eski bir fotoğraf//
Belinde ip kuşak, yok palaskası
Yamalı pantolonla yırtık hırkası
Çarıksız ayakları ve boş çantası
Yattığı yer Gelibolu yarımadası
O da;
Ümit’in, babasının babası
Büyük bir fabrikada
Sönmüş fırının altında
Tozlu kablo raflarında
Emin, Ergin, Mustafa
Onlarla çalışmıştım
Ümit’i o zaman tanımıştım
Yaşı çok gençti
Belki yirmiydi, belki yirmi iki
Evli değil bekarmış
Askerlik filan yapmamış
Bir gün celp gelmiş kendisine.
“Ben küçük bir askerim. Sınırlarda gezerim. Vatanıma göz dikeni. Çizmem ile ezerim…” diye diye, gitmiş askerlik şubesine.
Sormuşlar, sual etmişler
Kim olduğunu bilmişler
Soyun bakalım asker
Muayene edelim demişler
Ümit; biraz şişmanca ama askerlik yapmasına engel değil. Zaten korktuğu da bu değil. Gözleri kusurluymuş ve kalın camlı gözlük takıyormuş. Çok kimse kendisine; “seni almazlar” diyormuş.
“Vatan borcu namus borcu abi!”
Vatan sevgisi çokçaydı
Yüreğinde de inancı
Galiba dert olacak başına
Şu camların kalınlığı
Birisi akıl vermiş kendisine
Demiş git bir gözlükçüye
Gözlerine lens taksınlar
Muayeneye öyle gir diye
Lens taksa ne olacak
Foyası sonra çıkacak
Kandırmış olsa bile onları
Kendine anlatamayacak
Gözlükleri çıkarıp cebine salmış
Muayenehaneye öyle dalmış
Genç bir tabip masada
Işıklı pano karşıda
“Oku” bakalım demiş ona. Gözlerini kocaman kocaman açıp bakmış. Ama önünde sis perdesi varmış. Ya tutarsa deyip sallamış. (A)yı (B) yapmış. Ama tutmamış. Bir atmış olmamış. İki atmış olmamış. Burnunda gözlük izi var zaten; doktor, hemencik anlamış. Demiş ona; “gözlükleri takta öyle bak, gör bakalım ne olacak!”
Şaşırmış…
Yalancının mumu yatsıya kadar; yakalandığını anlamış. Sonra kızarmış, bozarmış…
Cebinden çıkarıp takmış.
Bu sefer doktor şaşırmış.
Demiş;
“Asker, böyle olmaz! Görmeden yol bulunmaz. Hedefse hiç vurulmaz! Bu yüzden senden asker olmaz…”
“Olur!” demiş, diklenmiş.
“Olmaz!”
“Gözlük takıp bakarım. Hedefe öyle çakarım.”
“Olmaz!”
“Olur!” demiş, diklenmiş. “Neden ki, gözlük takmak yasak mı?”
“Olmaz!”
Olurdu, olmazdı, derken anlamış; bu iş inatla olmayacak. “Askerlik yapmak istiyorum” deyip, başlamış ağlamaya. Bu sefer de doktor üzülmüş. Elini omzuna atıp; “gel bakalım” demiş ona, “gidelim başkanın yanına.”
Gitmişler, girmişler odasına.
“Otur…” demiş başkan ona, “biz, diyeceğimizi diyelim, sen de dinle ve anla…”
Anlatmışlar da anlatmışlar
Ağlayan Ümit’i avutmuşlar
Son kararı onlar versin deyip
Onu İstanbul’a yollamışlar
//Mola vermiştik. Şeffaf bir muşamba, tahta masanın üstünde. Semaver ve kağıt bardaklar onun üstünde. Tozlu banklara oturmuştuk. Hepimiz işçiydik; kir ve pas içinde. Yorulmuştuk. Çay içip dinleniyorduk.
Ümit, anlatıyordu.
İkide birde de;
“Gideceğim.” diyordu.
Cigara tüttüren Mustafa da ona;
“Ulan salak!” diyordu.
“Göreceksiniz gideceğim! Gideceğim eninde sonunda…”
Irak dağlarında askerlik yapmış Mustafa da, garip garip gülüyordu ona...//
İnat etmiş, gidecek. Gitmiş. Askere değil, İstanbul’daki askeri hastaneye. Aslında inat değil ettiği, gurur meselesi. Bir de büyük hastanenin büyük doktorlarına muayene olacak, sonra asker olacak…
“Vatan borcu namus borcu abi! Dedem Çanakkale’de savaşmış. Şehit nişanı takmış ve orada yatmaktaymış. Babam askerliğini, doksan bin askerin karlar altında kaldığı Sarıkamış’ta yapmış. Ben de yapacağım!
Vatan borcu parayla ödenmez. Askere gitmeyene erkek denmez. Zaten öyle birine, kız bile verilmez.
Gideceğim abi! Ben de gideceğim…”
Bir doktor varmış, binbaşıymış
Gözlerine bir güzel bakmış
Ölçmüş, biçmiş, tartmış
Sonra
“Üzgünüm” manasında başını
Sağa sola sallamış
Ümit, meseleyi anlamış ama gene de umudu varmış. Binbaşı, başka bir binbaşıyı çağırmış. Miyop gözlere bir de o bakmış. O, başını sağa sola sallamamış ama “ne yapsak” dercesine, öteki doktora bakmış. İki doktor birbirine bakarken; umut yok galiba diyen bizim Ümit de, ağlamaya başlamış.
“Üzülme evlat!” demişler ona. Sevmişler, teselli etmişler. Askerden kaçmak için çürük raporu peşinde koşan sahtekarların var olduğu bir ülkede, askere gidemiyorum diye ağlayan Ümit’e; “aferin asker!” demişler.
Görme kusurluğu varmış
Büyük numaralı sayılar
Sınırlarda dolaşmaktaymış
Öyle yazacaklarmış rapora
Sonra sunacaklarmış kurula
Karar oradan çıkacakmış
Yani, bir umut varmış hala
Ümit, ümit ediyor. Hala bekliyor. Çünkü çok istiyor. “Göreceksiniz!” diyor, “gideceğim. Eninde sonunda gideceğim. Ben çürük değilim. Silah vermeseler bile, o elbiseyi giyeceğim…”
//Ne dersiniz? Ümit, askere gidebilecek mi?//
(Çanakkale şehitlerinin anısına...)
Tevfik Tekmen. 10/Mart/2010Lüleburgaz*
5.0
100% (2)