1
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
3715
Okunma

Bin dokuz yüz doksan beş, mart ayı olmalıydı
Aşk nefretin saçını, başını yolmalıydı
Adam o an görünce, ömrünün miladını
Ömrü hazan yaprağı, o anda solmalıydı
İlk görüşte aşk mıydı? Böyle şeyler var mıydı?
Yoksa bu hüsnü nisa, düşündeki yâr mıydı?
Üşüyor ve titriyor, üstelik korkuyordu
Günlündeki fırtına, boran mıydı kar mıydı?
Güzel gözler kesişti, ne gam kaldı ne keder
Dünya dönsün dönmesin, onlara ne fark eder?
Nasıl bir âlemdeler, yaşanmaz ve bilinmez
İnsan böyle aşk için, ruhunu da terk eder
İşte böyle başladı, bir büyük aşkı mecaz
Kıyam etti bu aşka, tambur ile keman saz
Aşksız kalpler yaşarken, dört mevsim kış hazanı
Âşıklar için oldu, tüm günleri bahar yaz
Derken bir gün dokundu, parmağın sırçasına
Kondu yârin gönlünün, köşkünün sırçasına
Tarih adı verilen, ressam aşk tuvalinde
O eşsiz tablo için, dokundu fırçasına
Artık onlar kayboldu, olmuşlardı tek vücut
Baş edemezdi artık, ne firavun ne nemrut
Sevdanın karşısında, yapılacak ne vardı
Anladılar sonunda, tek yol var dile sükût
Mükemmel gidemezdi, dünya idi burası
Elbet yakar adamı, ilk sevdanın yarası
Aşkın kanunu böyle, üzülür hep sevenler
Hep böyle mi bitecek, sevdaların karası
Onlarınki başkaydı, mesafe önemsizdi
Sevdaları olmadan, hayat hep neşesizdi
Bir gün kapıyı çalınca, ayrılık denen illet
Sandılar yâr olmadan, yaşamak değersizdi
Doğru söner ışığı, ömrünün gidince yâr
Yüreği bomboş kalır, hep firar edince yâr
Sözüm yalnız gidene, bir şey var bilmediğin
O kalp sonsuza kadar, sensiz de sevecek yâr
İyi dinle ey gönül, diyeceğim sanadır
Vefasızları boş ver, tek yar Gül’i Ranadır
Seven sonunda ölüm, olsa da gitmez yardan
Giden zaten en baştan, ayrılıktan yanadır
Osman Özata
26.01.2010 / Samsun
5.0
100% (1)