8
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1388
Okunma
I
Karanlık çekirge orduları gibiydiler
Parlak şatafatlı üniformaları ve
Tepeden tırnağa silahlarıyla
Karanlık çekirge orduları gibiydiler
Yıl 1745
Yurt Dağıstan
Bölge Andi
Boğazlamak için girmişlerdi yılanlar
Yüksek tepelerdeki çocukları
Kartal yuvalarında
Her çağda rastlanırdı
Büyütmeye gerek yok
Bir Şah’ı vardı İran’ın
Adı Nadir’di haytanın
Kuyruğunun tükendiği yerde
Soyu tükenecekti
Tüm zorbaların yittiği gibi
Zulüm ve kan denizinde!
II
İşaret parmağı gösterdiğinde
Yoksul dağ köylerini
Başlamıştı Azrail’le pazarlık
Başlamıştı ölüm
Alım
Satımı!
Ne kötü ticaretti
Bir bilse
Bilmesi içinse
Can vermesi gerekirdi
Meydanlarda ön cephede.
III
Doğrusu ihtişamı ve saltanatından
Dondururdu çevresini! Fakat! ! !
Tüylerin dikeldiği o gün
O gün savaş günüydü!
Öyle koca koca donanımlı ordular
Ya da denk rakip güçler değildi
Karşı karşıya
Yaman! Tenin ürpertiye
Tüyün korkuya dikeldiği
-Zayıf ancak haklı karşısında
düştüğü güçsüzlükle-
Cesareti pusaran gündü!
O gün yani
Bir Mağharulal köyü önünde
Suğratl’da!
IV
O karargah, o korkunç oyunun
Hazırlandığı tezgah, karargah
Çok gözlü bir ejder gibi
Savaşın akışını seyre tepeden dalmıştı
Düşünen bir beyin gibi amma
Körlüğünden düşen uçurumlara!
O karargah, o korkunç oyunun
Tasarlandığı tezgah, karargah
Çok gözlü bir ejder gibi
Utançtan ve şaşkınlıktan
Kaşıyordu dokuz elle
Dokuz gözünü
Gözbebeklerinde çaresizlik
Okunuyordu ve
Karargah sonra dokuz eliyle
Kapatıyordu utançtan yüzünü
Örtünen lekesiyle
Karargah hüzünlü bir canavara
Benziyor ve korkuyordu!
V
Zalim Şah çekilmiş seyrediyordu
İçinde fırtına ve milyon heyecan.
Durçi dağının tepelerinde
Kurulu karargahında
Yanında tutsak han Surhay
GaziKumuk önderi.
Der ki bir aralık, zorba Şah;
“Kimdir bu yiğit savaşçı? ”
Göstererek çapulun ve kıyametin ortasında
Ölüm püsküren el, kol ve oyanayışlarıyla
-“Kimdir bu ölüm makinesi? ”-
“Kimdir bu savaşı sanatlaştıran? ”
Bir nefeslik durur ve yanıtlar
GaziKumuk arslanı Han Surhay;
“Oğlum! ” böyle binlerce oğlu
olduğunu düşünerek
savaş cehennemine
takılı kalır gözleri
kıvılcım düşleri bakışlarına
teslim tekliflerine red
başkaldırı yol bir tek!
VI
Direniş çelikten biçilmiş bir kaftan
Direniş bir özgürlük türküsü
Kayan dudaklardan
Durçi dağ eteklerine akan.
Direniş tutkusu, onurun
Baş taşıma gururu ve kıvancı
İki omuz üzründe
Direniş;
Hem savunma
Hem taaruz
Çıkışı doğruların kabuklarından!
VII
Soğratl’da çileli bir savaş
Kıran kırana
Salih yüreklerde korku sınavı
Can buranı burana!
Düşman kalabalık yediden yetmişe silahlı
Kana susamış gözü dönmüş
Ve geçtiği yeri ezen
Bin belalı ot gibi sarmış
Dağıstan toprağını yaygın yabanıl
Dağıstan çileli toprak
Yine kanıyor yüreğin içten içe!
VIII
Dağlarda sızı
Kan fışkırıyor
Yaman atlıların
Olduğu yerden.
Doğru ya! Nedir bu bilmece?
Karşı karşıya insan
İnsan insana karşı karşıya
Kıyım ve kıyam halinde!
IX
Kendi kendinle çetin sınavlardasın insan!
Kimi haklı, zorba kimi
Kimi topuklarıyla nam salmış
Kimi parmak uçlarıyla.
Biri işgalden sarhoş
Diğeri yurt sevgisinden
Özgürlük köleleriyle
Şahkulu’nun öyküsü!
X
Yükselir kesik
Kesik sesim!
Kandan nehirlerin kabardığı
Durçi yamaçlarında;
“Köleliğe son veren olmayacak
kılıçlarımız ve hükmeden organlarımız
iyiliğinden bizlerin yani
özgürlük kölelerinin! ”
“Ya siz Şahkulları, ya siz!
Bir avuç altın
Biraz şöhret ya rütbe
Ya sizin bu işgal şevki
Hakim olma hırsı, coşkusu
Varın gidin kıyamın sofrasından
Soğratl’dan, Çoh’dan, Muha’dan
Varın gidin yurdunuza yavuklunuza
Dost bildik ocaklarınıza
Bırakın sofrasında ekmeğini yoksulun
Dağlı damarı uyanmıştır bırakın
Varın gidin yiğitlerin elinden
Kurtarın kutsalsa
–Ki öyledir- canlarınızı
Teslim etmeyin zorbayla pazarlıklı
O sinsi ölüm taşıyıcısı Azrail’e
Kutsalsa aileniz
Karınız çocuklarınız
Dul yetim öksüz koymayın
Ardında bırakdıklarınızı
Varın gidin geldiğiniz gibi
Yaşamın derinliklerine! ”
XI
Kızılca laleler yetiştiren
İnce ruhlu ülke savaşçıları
Tutsak yazık
Şah’ın ağzından çıkan kelimelere!
Kaçınılmaz bir can derdi herkesde
Oluyor, belki de çok olacak
Böyle kanlı oyunlar!
Sürekli işlemek cesaretini
Gösterecek zorbalar!
Her defasında döktükleri
Kanlar ve zulüm okyanusu
Üzründe!
XII
İşte öyle bir imha sahnesi
Gözbebeklerimizde
Günlerce sürer döğüş
Zafer savaşanındı
Savaşçı inanıyordu
Bilemediler
Eremediler
Azmin boynunu kırmaya.
O karargah, o korkunç oyunun
Hazırlandığı tezgah, karargah
Çok gözlü bir ejder gibi
Savaşın akışını seyre tepeden dalmıştı
Düşünen bir beyin gibi amma
Körlüğünden düşen uçurumlara!
O karargah, o korkunç oyunun
Tasarlandığı tezgah, karargah
Çok gözlü bir ejder gibi
Utançtan ve şaşkınlıktan
Kaşıyordu dokuz elle
Dokuz gözünü
Gözbebeklerinde çaresizlik
Okunuyordu ve
Karargah sonra dokuz eliyle
Kapatıyordu utançtan yüzünü
Örtünen lekesiyle
Karargah hüzünlü bir canavara
Benziyor ve korkuyordu!
XIII
Sonra yollar çizildi
Moraller gerildi
Dağıstan’ın köylüsüne tüccarına
Yaşlısına gencine
Bilginine çobanına
Oynak ayaklar verildi
Savaşma sanatı bilgisine ek
Buldular Obuk köyünde
Düşmanın açık ensesini
Görünce savaşanlar
Giriştiler güçlü daha bir
Soyundular ikinci bir zafere
Yurtseven pehlivanlar
Sırtını yere getirmek için
Çullandılar işgalcinin üzrüne.
XIV
Tepeden tırnağa silahlı ordulara karşı
“Savaşıyordu çapayla, çekiç”
“Taşla bıçakla savaşıyordu
Erkeğin bittiği yerde
Çoluk çocuk ve kadınlar
-Kadınlar ki taa Amazonlar’dan beri
Yaşamışlardır bu topraklarda
Acizliklerle baş etmesini! -
Silahın tükendiği yerde
Tırnaklarıyla katılıyorlardı
Ölüm teknesinin rüzgarla
Dalgalara karşı yürüyüşüne.
O pandır’ı dillendirip
Yumuşak hareketlerle
Oyun oynayan hanımlar
Kamalarla kılıçlarla
Düşman başı almada.
Şaşakalmıştı Şah!
Kalmıştı ordu yaya
Dağıstan dağ köyleri karşısında
İşte göçük başladı işgal ordusunda
Ürkütücü naralarla saldırıyor
Dağıstan kadınları
-Taa Amazonlar’dan beri buralarda
savaşı sanatlaştıranlar arasında-
saldırırken düşman üzrüne
sanki ölümle savaşır gibi!
XV
İlk ihtişamdan kalmamıştı eser
Bir Dağıstan eseriydi olanlar
Kadınların zaferiydi
Er bildiklerimize
Ne Yunan ordusuydu
Karşısında İran’ın
Ne Çin ne de Hint
Öyle kalabalık yığınlar yoktu karşısında
İşte bakın artık kaçış başlamıştır
Kaçmaya başlamıştır erkek ordular
Kadın tırnaklarının artıkları olmak
Ne zilletti tattık doğrusu
Yaşamak belki Şah için
Artık ölmekti
Fakat o da ne
Onlar kendilerini
Basbayağı
Ölü sayıyorlardı!
Şah’ın gür sesi eridi
Gitti granit kayaların ardında!
XVI
Uzaktan
Ruh bulan bir devin
İki ayak üzrüne
Kalkışı hissolonuyordu.
Yavaş yavaş geliyordu zafer
Ağır ağır
Gelene kıssa dedi eskiler
Benimkine şiir!
Sonra durup bir hisse çıkarttılar
Bunca olandan İran’a
“Şah aklını kaybedince
saldırırmış Dağıstan’a! ”
Ben de derim ki dostlar
Herkesin kendi kendine
Şah olduğu bir çağda
Böyle akılsızlara hiç uymamalı
Hiçbir yerde hiçbir zamanda
Sonra aptal olmamalı “Yeni Şah! ”
Satranç gibi yaşam oyununda
Kıskaçta!