0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
24
Okunma
Yağmurun Hüzünlü Dili”
Gökyüzü konuşuyor bugün,
uzun bir suskunluğun içinden;
her damla bir harf, her çise bir cümle,
yağmurun dili hüzünlüdür — sessiz ama ısrarcı,
anıların kapısını tek tek çalar,
içeri sızar, oturur kalbin en köşesine.
Ben dinledim bu dili;
senin adını fısıldadı bulutlar bana,
senin adınla ıslandı kaldırımlar.
Bir sonbahar akşamıydı — yapraklar suskun, gökyüzü yaralı;
yağmur, şehrin pencerelerine ince bir özlem işliyordu.
Her damla bir öncekinden daha ağır,
sanki içimizde yarım kalmış cümlelerin yankısı.
Ben adımlarımı yavaşlattım;
sokak lambalarının altında seni düşündüm,
sanki birazdan köşeden çıkıp
“Üşüdün mü?” diyeceksin gibi.
Yağmur öyle bir dil ki:
seslenmiyor doğrudan, hatırlatıyor.
İçinde eski bir şarkının buğusu,
yarım bir bakışın sızısı,
birinin gidişinden kalan boşluk var.
Her şey senin adınla yeniden yanıyor içimde.
Bir anda göğün düşürdüğü bir damla
yüzüme çarptı;
içimden bir cümle koptu:
“Yağmur olsan, binlerce damla arasında bulur tutardım seni…”
O an öyle yakındın ki —
sadece sen ve ben kalmıştık
ıslak bir akşamın uçurumunda.
Rüzgâr bir şey getirdi uzaklardan;
belki senin ayak seslerin,
belki mürekkep kokan bir vedanın gölgesi.
Ben yağmura baktım,
yağmur bana baktı —
sanki iki yaralı birbirini tanıdı.
Yağmur bilir en mahrem sırları:
nasıl sevdiklerini, nasıl kaybettiklerini,
hangi gözyaşının hangi yaraya benzediğini…
Her şeyi diline doluyor,
ben ise o dili tercüme eden bir yolcu gibi
sana dair her eksik cümleyi tamamlıyorum.
Sonra bir durgunluk;
şehir nefes aldı, lambalar çoğaldı.
Ben penceremde, yağmurun hüzünlü diliyle yazılmış
boş bir sayfanın kenarında
seni bekledim yine.
Eğer bir gün aynı yağmurun altında durursan,
dinle…
yağmur sana benim hikâyemi anlatacaktır,
özlemimi, suskunluğumu, senden kalan yarımı.
Belki o an iki yabancı
aynı cümlenin içinde buluşuruz;
belki aynı damlanın omuzbaşında
yeniden “biz” oluruz.