3
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
55
Okunma
Bir annenin evladını kaybettikten sonraki acısı benim oğlum 11 yaşında idi küçücük kalbi vardı ama çok güzeldi annesine veda ederken bile masumdu CAN YANGINIM
İnsanın içi bir kere yanınca,
Aynı yer bir daha hiç soğumuyor…
Benim yaram da tam orada,
Adını söylediğimde bile
Titreyen bir boşlukta saklı duruyor.
Bir anne, …
İçinde kopan fırtınayı kimseye anlatamaz.
Dışarıdan sessiz görünür,
Ama ruhunun her adımında
Bir duvar çöker, bir dünya yıkılır.
Benim de bir evladım vardı…
Kokusu hâlâ omzumda,
Sıcaklığı hâlâ avuçlarımda gizli.
Şimdi ne kapı çalıyor onun sesine,
Ne geceler dönüyor eski yerine.
Her şey yarım,
Her şey sensiz,
Her şey eksik.
Evlat acısı bir kere değdi mi insana,
Geri kalan bütün hayat
Derin bir sessizliğe dönüşüyor.
Ben de o sessizliğin içinde yürümeyi öğrendim artık—
Yürüdükçe kaybolan,
Kayboldukça ağırlaşan bir acıyla.
Bir zamanlar küçük bir omuz başı
Göğsüme yaslanırdı.
Minicik bir el,
Bütün dünyamı tutacak kadar güçlüydü.
Şimdi aynı göğsümün tam ortasında
Taşıdığım şey sadece devasa bir boşluk.
İçine ne nefes sığıyor,
Ne umut, ne teselli…
Bazen rüzgâr hafifçe vuruyor yüzüme,
Sanki yanağıma değen küçücük bir el gibi.
Bazen içim bir anda burkuluyor,
Sanki uzaktan “Anne, buradayım…” diyen
Kıpırtısı duyulur gibi…
O kadar gerçek geliyor ki,
Bir anlığına nefesim kesiliyor.
Sonra anlıyorum…
Yine yanılmışım.
Yine sensizim.
Yine o dipsiz boşluğun ortasındayım.
Diyorlar ki, zaman geçtikçe acı hafifler…
Hafiflemez.
Evlat acısı sadece daha derine iner.
İnsan da o derinliği taşımayı biliyormuş gibi yapar.
Ama gerçekte taşınmaz bu;
Sadece insanın içine gömülür
Her gece yeniden kanar.
Ben seni her gün biraz daha özlüyorum.
Özledikçe içimdeki ağırlık büyüyor,
Büyüdükçe dünya daralıyor.
Ve biliyorum ki,
Senin yokluğunun bıraktığı yara
Hiçbir zaman kapanmayacak.
Sen yoksun…
Ve bu tek cümle,
Bir ömrü paramparça etmeye yetiyor.
Sen gidince,
Sanki dünyadan değil,
Doğrudan kalbimin içinden sökülmüş gibi bir boşluk kaldı geriye.
Kimse fark etmiyor bunu…
Dışarıdan yaşayan biri gibi duruyorum,
Ama içimde hiçbir şey kıpırdamıyor artık.
Sanki hayatın sesi kısılmış,
Sanki zamanın akışı durmuş gibi.
Ben bazen kendi kendime soruyorum:
“Bir anne, evladının yokluğuyla nasıl nefes alır?”
Cevabı yok.
Çünkü nefes almak bile bazen yas gibi geliyor,
Su bile boğazımdan geçmek istemiyor.
Her şey seni hatırlatıyor,
Her şey sensizliği yüzüme vuruyor.
Gece olduğunda
En çok seni düşünüyorum.
Karanlık büyüdükçe, içimdeki acı da büyüyor.
Bazen kendi kendime
Sanki sen bir yerlerden çıkıp geleceksin diye
Kulağımı sessizliğe yaslıyorum…
Ama gelen hep aynı şey:
Kocaman, ağır, soğuk bir yokluk.
İnsan evladını kaybedince
Dünyanın geri kalanına karşı
Derin bir yabancılık duyuyor.
Sanki herkes başka bir dile ait,
Sanki herkes başka bir hayata…
Ben sadece sana ait olan o küçük dünyamda kaldım.
Sen gidince o dünya bile karanlığa düştü.
İçimde bir cümle sürekli dönüyor:
“Keşke bir kere daha kokunu duysaydım…”
İnsan bazen bir saniyelik bir anı için
Bütün ömrünü vermek istermiş.
Ben de isterdim.
Senin bir kere daha koşup sarılışın,
Bir kere daha gözlerime bakışın…
Bunların her biri,
Şimdi sırtımda taşıdığım ağır bir yük oldu.
Ama en ağır olan ne biliyor musun?
Seni hâlâ aynı sıcaklıkla seviyor olmam.
Zaman geçiyor, insanlar geçiyor, günler akıyor—
Ama sana olan sevgim,
Sensizliğin ortasında en büyük acıya dönüşüyor.
Ben bu acıyla yaşamayı öğrenmedim…
Sadece mecbur kaldım.
Mecburiyetle nefes alan,
Mecburiyetle ayakta duran bir beden gibi…
Ruhum çoktan yoruldu,
Ama adımlarım seni düşünerek hâlâ yere basıyor.
Sen yokken bile,
Ben seni taşıyorum.
Hem içimde,
Hem yaramda,
Hem de her nefesimin en sıkıştığı yerde…
Şimdi…
Ne zaman içimde bir umut kıpırdayacak olsa,
Hemen ardından senin yokluğun geliyor aklıma.
Bir adım atacak oluyorum,
Ayaklarımın bağı çözülüyor.
Bir cümle kuracak oluyorum,
Dilimde diziliyor ama içime çöküyor.
Her şey senin adında düğümleniyor,
Her şey senin yokluğunda susuyor.
Ben artık öğrendim:
Bazı acılar zamanla hafiflemez,
Bazı yaralar iyileşmez,
Bazı kayıplar kabullenilmez.
Evlat yokluğu işte tam böyle bir şey…
İnsanı içinden çekip alan,
Nefesi aldığı halde yaşamadığını öğreten bir gerçek.
Bana “yaşamak zorundasın” diyorlar.
Oysa bilmiyorlar…
Ben o zorunluluğu her gün taşıyorum zaten.
Nefes aldığım her saniye
Senin yokluğunun ağırlığını sırtımda hissederek yaşıyorum.
Kalbimin attığı her darbede
Sanki bir şey daha eksiliyor içimden.
En çok da şu gerçeğin ağırlığı çöküyor üzerime:
Sen geri dönmeyeceksin.
Ne bir adım sesi,
Ne bir nefes,
Ne bir sıcaklık…
Hiçbiri geri gelmeyecek.
Ben bunu her gün yeniden anlıyorum.
Her sabah bir kez daha,
Her gece bir kez daha…
Sanki aynı acının içine her gün yeniden düşüyorum.
Yine de,
Bir tek şey değişmiyor:
Seni hâlâ aynı derinlikle seviyorum.
Bu sevgi,
Artık bir mutluluk değil…
Tamamen bir yük,
Tamamen bir sızı,
Tamamen bir suskun çığlık oldu içimde.
İşte bu yüzden,
Benim için hiçbir gün tamamlanmıyor.
Hiçbir sabah başlamıyor.
Hiçbir gece bitmiyor.
Çünkü sen yoksun…
Bir annenin evlatsız kaldığı yerde,
Dünya ne döner,
Ne renklenir,
Ne de iyileşir.
Sadece ağır bir acının içine gömülür
Ve orada sonsuza kadar susar.