1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
94
Okunma

Ben akılanmam,
gökyüzünün gri damlalarında boğulmuşum,
ve rüzgârın sessizliğinde titreyen bir yaprak kadar yalnız.
Kimi zaman sokak lambalarının altında
geceye karşı savrulurum,
ellerim cebimde, umutlarım çölde bir serap gibi.
Ahmet Kaya gibi, hüzünlü bir şarkı fısıldar dudaklarım,
ama kimse duymak istemez.
Cemal Safi’nin kırmızı güllerini düşlerim,
sana tutunmak isterim, ama zamanın pençesi elimden alır.
Her “seviyorum” dediğim,
bir gölgeye dönüşür,
ve ben yalnızca gölgemle otururum,
okunmuş bir kitabın sayfası gibi.
Ahmed Arif’in taşlı yollarından geçerim,
ayaklarım kanar, ama dizlerim toprakla dost.
“Anadolu” derim,
ve sesim kaybolur vadilerin içinde.
Nazım’ın umutlu çığlıkları çarpar yüreğime,
ama umut, yıldızsız bir gecede kaybolur,
ve ben,
bir hapishane hücresinde düşüncelere sarılırım,
hayallerime zincir vurulmuş.
Hasan Hüseyin’in yalın sözcükleri dokunur bana,
bir bardak çayın buğusunda,
bir rüzgârda,
bir çocuk gözünde.
Ama trajedi, sessizdir,
ve ben akılanmam…
İbrahim Sadri gibi, modern çağın yorgunluğunu taşırım,
şehirler yorar beni, sokaklar anlamsız.
Ama yine de yazarım,
her sözcük bir damla kan,
her dize bir çığlık,
her nefes bir veda…
Ve sonunda
ben akılanmam.
Çünkü sevda, kayıp, umut ve hüzün
hepsi bir arada akar damarlarımda,
ve ben,
yaşadıklarımın, kaybettiklerimin ve hayal ettiklerimin içinde
sessiz bir trajedi olarak dururum,
zamanın ve kelimelerin kıyısında.
Ne şiir olabildim nede roman.
5.0
100% (4)